Bu yazının başına oturduğumda, İstanbul’da (Perşembe sabahı) patlayan bombanın haberini duydum.

Bu yazının başına oturduğumda, İstanbul’da (Perşembe sabahı) patlayan bombanın haberini duydum. Böyle durumlarda neredeyse adet olduğu üzere “sayısız olaydan birisi” diyip geçebilir, “acaba kime hizmet ediyor?” sorusuyla komplo teorilerinden ya da “acaba altında ne yatıyor?” sorusuyla kaynaklık eden sosyal çatışmalardan söz etmeye başlayabiliriz. Patlamadan doğrudan etkilenip, canı kurtulsa da, vücudunun bir bölümü ve ruhunun bütünü zedelenenlerin, travmanın doğrudan etkisini yaşayanların durumu pek az yerde konu edilir. Hele bombayı, şiddeti doğrudan görmemiş ya da yaşamamış olanlarınki, ortada fazla bir görünür hasar olmadığından mıdır bilmem, ilgilenmeye daha da az değer bulunur.

Doğrudan sizi etkileyen bir şiddet eylemi ile karşılaşmamış olduğunuzda, ama çevreniz şiddetle örüldüğünde, nasıl dayanabilirsiniz? Afganistan’da birkaç yıl boyunca yürütülen bir çalışmadaki (Panter-Brick ve ark. tarafından Nisan 2011’de yayımlandı) sonuçlar savaş bölgelerinde yaşayan, büyüyen çocuklar hakkında başka bölgelere genellenebilecek çapta anlam taşıyor. Şiddet ortamında büyümekten en çok kim etkileniyor? Ev içinde şiddetin egemen olduğu ailelerin çocukları. Babanın anneye, çocuklara tekme tokat girişmekten, bunu yapamadığında hakaret etmekten başka bir iletişim biçimi bilmediği evlerdeki çocuklar, dış dünyanın vahşetine ve adaletsizliğine karşı durabilecekleri bir sığınaktan yoksun olmanın bedelini ruh sağlığındaki bozulma ile ödüyor. Aile içi şiddetin olmadığı (ya da daha ‘düşük’ düzeyde olduğu) evlerde büyüyenler ise, dış koşulların yıpratıcılığına daha iyi dayanabiliyor, ruh sağlıklarını koruyabiliyor. Babanın şiddetinden, celallenmesinden nasıl korunabiliriz? Bu soruya ülkemizde Anne-Çocuk Eğitim Vakfının (AÇEV) yürütmüş olduğu ‘babalık’ eğitimi çalışmalarından dolaylı bir yanıt bulabiliriz. AÇEV’in bulguları, bu eğitim programlarında aile içi iletişim becerilerini geliştirmeye odaklanan babaların olduğu evlerde aile içi şiddetin azaldığını gösteriyor. İletişimini geliştirmeye gönüllü olanlar, şiddetten de vazgeçmeye hazır olduklarından mı? Yoksa iletişimi geliştirici bazı ilkeleri öğrenmek, hatta duymak, şiddet eğilimini frenlediğinden mi? Bu sorunun yanıtı henüz olmasa da, babaların ve aile içi iletişim eğitiminin beraberliğinin yararı açık.

Afganistan’daki şiddet ortamında büyüyen çocuklarda, aile içi şiddetin azlığı ve yokluğu dışında bir başka etken daha ruh sağlığını koruyucu bulunmuş: okul. Okullaşma oranının düşük, bilhassa kızlarda yüzde 50’nin altında olduğu ülkede okula gidebiliyor olanlar ruhsal açıdan daha dayanıklı. Okurların çoğuna bildik bir klişe gelecek bu saptamaların anlamı açık ve kesin: Çocukların gidecekleri bir okul ve şiddete tanık ve kurban olmayacakları bir ev var ise, dış dünyada sürüp giden acımasız ‘şiddet sarmalı’ndan ruh sağlıklarını bozmadan çıkabilirler. Şiddeti sona erdiremeseniz de, çocukları ve gençleri esirgemek için bir şemsiye.

Serbest çağrışım

Genç göster, genç olmasan da

Gittiğim televizyon programlarından birisinde, aynı zamanda çocukluk arkadaşım olan programın doktor sunucusu, yüzümdeki yaşlanma işaretlerine dikkatimi çekti. Kırışıklıklar, şişkinlikler, kolagen doku kayıpları vs… Arkadaşına kıyamayan bir arkadaşın refleksi ile “hemen düzeltebiliriz, bir hap, şuraya-oraya dokunuşlar. On yaş birden genç görünürsün” dedi. Peki, 10 yaş daha genç görünürüm de 10 yaş daha genç olur muyum, diye aklımdan geçti.

Bir an önce büyümek

İlkokulda sınıf atlatılan, liseyi hazırlık okumadan bitirmeye göre tercih yapan, üniversitede yabancı dil öğrenme için önemli bir şans olan hazırlık sınıfını okumamayı isteyen, sonuçta hayata birkaç yıl önce başlayan genç arkadaşlarımı düşündüm. Bilinmez bir geleceği bir an evvel, iyi ya da kötü bir kesinliğe kavuşturma telaşıyla acele etmelerine diyecek bir şey yok. Yine de, genç olmanın fazla avantaj sayılmadığı durumlardan birisi olan doktorluk mesleğinin ilk yıllarını tipim sebebiyle tıfıl bir ‘çocuk’ doktor olarak geçirmiş olan bendeniz bile, gençliği kurtulmaya çalışılınan bir dönem olarak göremiyorum. Çocuklarını bir an önce büyütmek isteyen anne-babaların çoğaldığı bir dünyada, bir an önce büyümek, çocuk ve genç olma hakkını kullanmamış olmak tavsiye olunmaz.