KADİR İNCESU Volkan Hacıoğlu yaptığı çevirilerin yanı sıra şiirleriyle de tanınan, bilinen isimlerden… Artshop Yayınları etiketiyle çıkan ‘Zerdüşt ve Kırlangıç’ adlı yeni kitabında okurları şiirler ve resimler arasında tarihsel ve estetik bir gezintiye çıkaran Volkan Hacıoğlu ile söyleştik. Ailede bir şair varsa, etkisini sormak gerekir. Şair Muammer Hacıoğlu hayata bakışınızı, şiirinizi nasıl etkiledi? Babam şair […]

Şiddete karşı şiir

KADİR İNCESU

Volkan Hacıoğlu yaptığı çevirilerin yanı sıra şiirleriyle de tanınan, bilinen isimlerden… Artshop Yayınları etiketiyle çıkan ‘Zerdüşt ve Kırlangıç’ adlı yeni kitabında okurları şiirler ve resimler arasında tarihsel ve estetik bir gezintiye çıkaran Volkan Hacıoğlu ile söyleştik.

Ailede bir şair varsa, etkisini sormak gerekir. Şair Muammer Hacıoğlu hayata bakışınızı, şiirinizi nasıl etkiledi?

Babam şair Muammer Hacıoğlu’nun hayata bakışımda ve şiirimde önemli etkileri oldu. Bunlardan en önemlisi birçok şair ve yazarı, tiyatrocuyu ve sanatçıyı kitaplarından önce tanıma şansına sahip olmamdır. Dağlarca’nın kitaplarını okumadan çok önce 9-10 yaşımdayken babam sayesinde kendisiyle tanışmıştım. 1970’lerde İstanbul’un eski ve nezih semtlerinden biri olan Fındıkzade’deki evimiz birçok sanatçının uğrak yeriydi. Salondaki camın önünde uzun bir masa vardı. Bu masanın üzeri kâğıtlarla, kalemlerle, kitaplarla ve salon da daktilo sesleriyle dolu olurdu. Evde sürekli şiirler okunur, hikâyeler anlatılır ve sanatsal sohbetler yapılırdı. Savaş Dinçel, Yaman Tüzcet, Kandemir Konduk, Suavi Süalp, Urfalı Babi, Ayhan Kırdar ve daha birçok sanatçı, yazar, şair, çocukluk yaşlarımdan itibaren tanıdığım ve uzun yıllar aile dostumuz olarak iletişimde olduğumuz isimlerden sadece birkaçı. Geniş bir sanat çevresinde yetişmemi sağlayan bu ortam sanatçı kişiliğim üzerinde de etkili oldu. Babamın şahsında da hayatı ve insanları en dolaysız yönleriyle görmeyi öğrendim. Her şeyden önce şiiri “yaşayan bir şey” olarak gördüm. Şiirin merkezine insanı koymak ve hayatın içinde kalmak gerçek sanata giden yolda benim için vazgeçilmez bir davranış oldu.

Yeni kitabınızda şiirlerin esin kaynağı fotoğraf ve resimler de yer alıyor. Şiirlerinizi hangi şartlarda yazdınız. Düşüncelerinizin ve görsellerin etkisi sonucu nasıl belirledi?

Geçen yıl yayımlanan “Zerdüşt ve Kırlangıç” adlı kitabımda okurları şiirler ve resimler arasında tarihsel ve estetik bir gezintiye çıkarıyorum. Bu kitabı okuyanların sanki bir müzede geziyormuş hissine kapılmasını isterim. Resim sanatı ile şiir sanatı arasında birçok benzerlik var. Bu iki sanat dalının birbirine katacağı çok şey olduğunu düşünüyorum. Eskiden beri resme ilgi duymuşumdur. On yedi yaşımda Londra’da Ulusal Galeri’yi (National Gallery) günlerce gezmiştim. Van Gogh’un, Cézanne’ın, Picasso’nun ve daha birçok ünlü ressamın tablolarını yakından inceledim. Sanatta disiplinlerarası yaklaşımlar sanatçının eserine söylem zenginliği katıyor. Şiirimin oluşumunda arka planda daima bir imge, bir resim vardır. Şiirlerimi yazmaya başlarken arka plandaki o resim ve imgeden hareketle yola çıkarım. Aynı zamanda kafamın içinde sürekli dönüp duran bir plakta müzik de eşlik eder şiirlerime. Ritim ve ahenk duygusu poetik paletimden hiçbir zaman eksik olmaz. Yeni kitabımdaki şiirlerimin oluşumunda da çağrışımı güçlü olan resimler seçtim. Şiirlerimin resimlerle özdeşleşen yanlarını okur kendi deneyimiyle bulacaktır. İtalyan asıllı İngiliz şair ve ressam Dante Gabriel Rossetti’nin kendi resimleri üzerine yazdığı şiirleri çevirmem de şiir ile resim arasındaki bağın gücünü tarihsel planda görmemi sağladı. Şiir üzerine daha derin düşündükçe şiiri yazmaktan çok, şiirin nerede olduğunu görmek gerektiğini anlıyorsunuz. Bu görüş de resim sanatı ile şiir sanatı arasındaki mesafeyi kısaltıyor.

“Noktayı sonda değil, başta koyar şair,” dizeniz şiire bakışınızın da bir göstergesi diyebilir miyiz?

Yeni kitabımın sonunda yer alan bu dizenin hemen arkasından “Bir şiire başlarken her şey çoktan bitmiştir,” dizesi geliyor. Burada şiirin oluşum aşamasından yazım aşamasına geçene kadar şairin dünyasında nasıl bir estetik süreç yaşadığını anlatıyorum. “Kuyunun içinden kuyu görünmez,” diye bir söz vardır. İnsan bir duygunun veya bir düşüncenin içindeyken, belirli bir olayın etkisi altındayken o olayı, duyguyu veya düşünceyi tam olarak göremez. Her zaman bir yanılgı payı vardır. Ancak araya estetik mesafe girdiğinde sanatsal yaratım süreci başlar. Buna bir tür “yabancılaşma etkisi” de diyebiliriz. Daha çok tiyatroda kullanılan bu etki şiir sanatının da ayrılmaz bir parçasıdır. Telgraflarda her cümlenin sonundaki noktanın “STOP” sesiyle söylenmesini çok severim. Mısra estetiğini düşündüğümde şiirde noktalama işaretleri kullanmayı üslûbun bir parçası olarak görüyorum. Üslûp felsefesi üzerine çok kafa yoran biri olarak kendime göre fikirlerim ve bir tarzım var. Mısraların sonundaki ve başındaki(!) nokta telgraf tıkırtısıyla “STOP” derken güçlü bir şiirsellik taşıyor. Kafka’nın kendine özgü noktalama işaretleri de sanatının poetik estetiğini oluşturur. Noktalama işaretlerini kullanmamak da bir estetik tercihtir elbette. Bunun düzyazı/şiir ayrımıyla bir ilgisi yoktur. Poetik sentaks, ‘mısra estetiği’ temelinde kurulur. Poetik kontekst dışında kalan her kelime anti-estetik bir nitelik taşır ve şiirin sanat değerini düşürür.

“Bir şiirin içinden bakmak dünyaya” neyi değiştirir?

Bakış açımızı değiştirdiğimizde dünyayı yorumlama ve anlama biçimimiz de değişir. Şiir yaşantısı bir insanın dünyasını zenginleştiren ve güzelleştiren bir yapıya sahiptir. Bugün insanlığın karışlaştığı birçok sorun dünyanın ve hayatın yanlış yorumlanması sonucunda ortaya çıkmaktadır. Hayatında en az bir şiiri gerçekten okumuş ve hissetmiş bir kişinin başka bir insana veya başka bir canlıya zarar vermeyi aklının ucundan bile geçiremeyeceğini düşünüyorum. Bu da çok şeyi değiştirir. Şiirin estetik boyutu, kelimelerle yarattığı sihirli atmosfer, Herbert Marcuse’ün “Tek Boyutlu İnsan” kitabında eleştirdiği modern bireyin içinde bulunduğu anlam kaybını ortadan kolaylıkla kaldırabilir. Geçenlerde vapurda yanıma bir anne ile küçük çocuğu oturdu. Çocuk çok geçmeden cebinden son model büyük ekranlı bir cep telefonu çıkardı ve küçük parmaklarından beklenmeyen bir maharetle dokunmatik ekranı bazen dikey bazen yatay tutarak kullanmaya başladı. Derken ekranda ağır makineli bir tüfek belirdi. Çocuk bu sanal silâhla sanal insanları vurmaya başladı. Annesi hiç oralı değildi. “Kötü bir oyun oynuyorsun,” dedim. Çocuk başını ekrandan kaldırmadan “Görev gereği,” dedi iki kere, “Görev gereği!” Belli ki yaptığı işe şartlanmıştı. Annesi hiç ilgilenmiyordu. Canım sıkıldı. Vapurun camından dışarı baktım. Manzara insana huzur veriyordu. Güneş batmak üzereydi. Martılar o solgun kızıllıkta uzak bir gezegenden gelen uzay kuşları gibi süzülüyorlardı. Denizin mavisi göğün laciverdiyle takım elbise olmuştu sanki.. Uzaklarda adaları aradı gözlerim. “Adalar!” dedim birden bire çocuğa dönerek yüksek sesle: “Bak birazdan adalar görünecek!” Bunun üzerine başını ekrandan ilk kez kaldıran çocuk yüzüme dik dik baktı. Sonra sanal silâhıyla sanal insanları öldürmeye devam etti… O çocuk şiir okuyor olsaydı ne demek istediğimi anlardı. Şiirin toplumsal işlevi işte tam da burada başlıyor. Her şey aslında yanı başımızda olup bitiyor. Ve müdahale etmek için hiçbir zaman geç değil. Toplumsal şiddeti kaynağında kurutmak bir demet şiirle mümkün…