Tek kişilik Spotify Premium aldınız, dinliyorsunuz. Şifrenizi eşinize verseniz o da dinlese? Olmaz mı? Diyelim ki eşiniz için izin verildi (ne büyük lütuf)… Peki, anneniz dinlese? Kardeşiniz? Kuzeniniz? Ya da kuzeninizden daha yakın bir arkadaşınız? Hangileri suç, hangileri değil? WiFi şifresi paylaşmaktan ne farkı var bunun?

Şifre paylaşma ekonomisi

Cord Cutting’in yaptığı araştırmaya göre Amerika’da Netflix, Hulu ve Amazon Prime abonelerinin yüzde 20’si şifre paylaşmak suretiyle bu uygulamalara para ödemiyor. Türkiye, Rusya, Hindistan vb. ülkelerde bu oranın çok daha yüksek olduğunu tahmin edebiliriz. (Neden pazar araştırma şirketleri bizde böyle anketler yapmaz?) Nitekim ortamlarda “Cokdagitmayin” ya da “fazlayayilmasin” gibilerinden esprili Netflix şifreleri elden ele dolaşıyor.

Aslında şifre paylaşımını engelleyecek bir teknoloji vardı (bkz. Synamedia). Ama ne Netflix ne Amazon ne de diğerleri bunu kullanabildi. Çünkü işe başlar başlamaz şifre paylaşımını böyle kaba yöntemlerle engellemek kullanıcı kaybına neden olurdu. Dijital evrende tekel olmanın bir numaralı kuralı ilk etapta hasılat değil kullanıcı kasmaktır. Şirket, kullanıcıları kendine bağlayıp tekel olduktan sonra vur patlasın çal oynasın…

İlerleyen zamanlarda Netflix, hesap paylaşımını engellemek yerine fiyatlandırıp farklı abonelik planlarıyla sistemin içine dahil etti. Yani isterseniz dört kişi danaya girer gibi Netflix’e girebiliyorsunuz. Gerçi dört kişinin girdiği Netflix hesabını da yine şifre paylaşarak 10-15 kişi kullanabiliyoruz ama yine de en azından, aile hesabı ile kişi başına düşen fiyatı ucuzlatarak, şifre otlanmakla abone olmak arasındaki gereksiz ahlaki ikilemin çözümünü kolaylaştırdılar bazı kişiler için. Sudan ucuz olursa çoğu insan şifre paylaşmakla uğraşmaz.

Aynısını Spotify da yaptı. Şifre paylaşımını engellemek yerine önce aile planı seçeneğini şimdi de Spotify Duo seçeneğini sundu. Bireysel premium abonelik 17.99 TL. Ama altı kişilik aile aboneliği 26.99 TL. Bir kişi 17.99 TL, sonraki ekstra beş kişinin toplam fiyatı sadece 9 lira. Nasıl böyle absürt bir fiyatlandırma olabiliyor peki? Bu konularla ilgili her yazımda vurguluyorum, tekrar edeyim: çünkü dijital evrende marjinal maliyetler sıfıra yakındır. +1 kişinin Spotify, Netflix, Windows, Turkcell Dergilik, MS Word ya da Storytel hizmetinden yararlanmasının marjindeki maliyeti SIFIR liradır. Yani altı kişilik değil 27 kişilik sülale paketi de 26.99 lira olabilirdi pekala… Bu tamamen ekonomik pastanın nasıl bölüşüleceği ile alakalı bir şey.

Dijital ortamlarda fiyatlar anlamlı ve gerçek bir maliyete istinaden değil salt piyasa gücüne göre belirlenir. Spotify bugün hâlâ YouTube Music, Apple Music, Pandora, Tidal ve Deezer ile tatlı sert bir rekabet halinde olduğu için altı kişilik abonelik için 27 lira fiyat çekiyor. Birileri elenip içerde kalanların piyasa gücü arttığında, atıyorum, 37 lira diyecekler. 27 liradan 37 liraya ne değişmiş olacak? Maliyetler mi arttı? Hayır. Marjinal fayda mı arttı? Hayır. Peki ne oldu? Piyasa gücü arttı. Bu kadar basit! Mesela Netflix kullanıcı sayısını artırdıkça abonelik fiyatına enflasyonun çok üzerinde zam yapıyor.

Amerika’da yıllık enflasyon yüzde 1-2 iken Netflix, piyasa gücünü arttırdığı için, standart ve özel paket fiyatlarını her yıl yüzde 10-15 oranında artırıyor.

Türkiye’de henüz hedeflenen kullanıcı sayısına ulaşamadığı için fiyatlar yavaş artıyor. Aslında göreli fiyatlar açısından Türkiye’de Netflix ve Spotify abonesi olmak için en mantıklı zamanlardayız. İlerleyen yıllarda, artan kullanıcı sayılarıyla birlikte piyasa güçleri arttığı zaman fiyatlar daha hızlı artacaktır. Peki, o zaman siz çıkabilecek misiniz? Zor, “Abonelik Kapitalizmi” başlıklı yazımda izah ettiğim gibi bu gibi uygulamalardan çıkma kararı, girme kararından daha zor veriliyor.

Yine de Netflix hizmet kullanım koşullarına “şifreler hane halkı dışındaki bireylerle paylaşılamaz” diye bir ibare ekledi geçen sene. Türkiye’de bu madde hane halkı dışında değil “hiç kimseyle paylaşamazsınız” şeklinde yazıldı (beş numaralı madde). Yani Netflix ile yaptığınız ama hiçbirinizin okumadığı, sözleşmeye göre şifrenizi arkadaşınız, akrabanız, hatta eşiniz veya çocuğunuzla bile paylaşamazsınız. Paylaşıyorsanız Netflix hesabınızı sonlandırabilir ya da askıya alabilir. Hesapta… Tabii bunun takibi ve yaptırımı şimdilik zor olduğu için kâğıt üstünde var olan, pratikte uygulanmayan ama icap ettiğinde uygulanmak için hazırlanmış bir madde.

FİKRİ MÜLKİYET

Misal, Netflix standart paket kullanıyorsunuz. 10 arkadaşınızı eve çağırıp hep birlikte film izlemenizin bir sakıncası var mı? Yok… Bunu her gün yapmanızın bir sakıncası var mı? Ev sizin, televizyon sizin, arkadaşlar sizin, paketin de parasını veriyorsunuz. Aynı evde yaşayanlar aynı hesabı kullanamazlar mı? Ne diyecekler, birisi izlerken diğerleri bakmasın mı diyecekler? Ya da siz evden çıktıktan sonra aynı hesaptan eşiniz açıp film izlese hapse mi gireceksiniz? Peki, hesabınızı yazlığınızda da açıyorsanız? Yazlığınızda kışın başkaları kalıyorsa? Vesaire…

Tek kişilik Spotify Premium aldınız, dinliyorsunuz. Şifrenizi eşinize verseniz o da dinlese? Olmaz mı? Bunun yasaklanması mı lazım? Diyelim ki eşiniz için izin verildi (ne büyük lütuf)… Peki, anneniz dinlese? Kardeşiniz? Kuzeniniz? Ya da kuzeninizden daha yakın bir arkadaşınız? Hangileri suç, hangileri değil? Wifi şifresi paylaşmakla ne farkı var bunun? Wifi şifresini istediğimiz herkesle paylaşabiliyorsak Spotify ya da Netflix şifresini neden paylaşamayalım? Çizgiyi nereye çekecekler? Nasıl kontrol etmeyi düşünüyorlar? Fikri mülkiyet hukukunun sınırlarını belirlemek için böyle soruları tartışıyor olmak ne kadar saçma…

Aynısı daha evvel korsan cd piyasasında yaşanmıştı. Neden böyle bir piyasa vardı? Çünkü herhangi bir albümü ya da filmi çoğaltmanın maliyeti 50 kuruştu… Nasıl bir toplum istiyoruz? Sanatın, mal ve hizmetlerin en düşük maliyetle çoğaltılıp en fazla kişiye ulaştığı bir üretim ve bölüşüm sistemi mi? Yoksa her şeyin üzerine yüksek bir fiyat etiketi koyup az sayıda ayrıcalıklı insana satılan bir rant sistemi mi? Şirketler ilkini engellemek için, yani tekel rantı yemeye devam etmek için, 2000’li yıllarda kopyalanamayan dvd’lerden tutun film başında gösterdikleri tıraştan FBI uyarısına kadar ellerinden gelen her şeyi yaptılar. Ama Sony kopyalanamayan dvd üretmek için 10 tane mühendis çalıştırdıysa dışarıda onu kıracak 10 milyon kişi olduğu için bu mücadeleyi Sony değil biz kazandık.

Bir egzersiz daha… 400 bin lira verip iyi bir otomobil aldınız (otomobil, Spotify ya da Netflix üyeliğinin aksine, gerçek üretim maliyeti olan bir ürün). Gece yatağınızdayken arabanın alarmı çalmaya başladı. Balkondan bakınca gördünüz ki araba gitmiş. Ne yaparsınız? Yarın ilk iş polise gidip 400 bin lira verdiğiniz ve kullanamadığınız arabanızın bulunması için şikâyette bulunursunuz. Ben de aynısını yaparım. Gayet normal… Bir de şunu düşünün. Alarm çaldı. Balkondan baktınız, birisi elinde aşırı teknolojik bir cihazla arabanızı kopyalıyor. Ardından kopyaladığı arabaya binip gidiyor. Sizin arabanız yerinde duruyor. Ne yaparsınız? Hâlâ polise gider misiniz? Ben gitmem, çok net. Çünkü arabam çalınmadı, kopyalandı. Hayırlı olsun, kopyalayan arkadaş güle güle kullansın…

Biliyorum, aranızda “Başkaları bedavaya kopyalarken ben neden para verip alıyorum, enayi miyim?” diye düşünenler var. Bu düşünce tamamen liberal endoktrinasyonun bir sonucu… Herkes şifresini böyle paylaşmıyor mu? 5 bin 500 lira maaşı olan bir beyaz yakalısınız. Yakanızın beyazına yaraşır bir şekilde 28 lira verip Netflix’e abone oluyorsunuz, sonra da şifrenizi birkaç yakın arkadaşınız ve eski sevgilinizle paylaşıyorsunuz. Kimse kimsenin enayi olduğunu düşünmüyor. Yıllarca birilerimiz mp3, film, yazılım aldı. Sonra boş cd’lere kopyalayıp birbirimizle paylaştık. Kapitalist rant mekanizması bizi sıkıştırdıkça bizler etrafından dolaşacak yeni yöntemler bulduk. Kimse “Ben para verip aldım bu filmi, sen neden bedavaya kopyalıyorsun” diye düşünmedi, liberaller hariç… İnternet çağında aynı paylaşım ağı dvd üzerinden değil torrent üzerinden yürüyor. Çünkü boş cd 50 kuruş, torrent indirmek bedava, yani daha verimli… Aynı durum kitaplar için geçerli. Gen.lib.rus’ta milyonlarca kitap ücretsiz paylaşılıyor. Bu veri tabanını oluşturmak için uğraşan kişiler enayi mi? Ya da Sci-Hub platformu ile Elsevier, JSTOR, MacMillan gibi akademik yayın mafyalarını ekarte etmemizi sağlayan Aleksandra Elbakyan enayi mi? Yoksa halk kahramanı mı?

Üretim maliyeti düştükçe otomobil jenerik hale gelmeye başladı. Bugün Çin’de çakma Mini Cooper satılıyor, 5 bin avroya (Lifan 330), çünkü bunun marjinal maliyeti o kadar… Cine5, yıllardır TRT’den bedava izlediğimiz maçları paralı yaptığında Eminönü’nde elektronikçiler 10 liraya dekoder kırmaya başladılar. Şimdi de maçları IPTV ya da Selçuk Sports’tan izliyoruz. İnsanlık böyle ilerler, Selçuk Sports sayesinde… Yani mal ve hizmetlerin üretim ve paylaşım maliyetlerini düşürerek. Netflix, Spotify, Google ve Facebook gibi dev şirketlere tekel rantı tahsis ederek değil. Bu, halk ile kapitalist şirketler arasındaki ezeli bir mücadeledir. Kapitalizm tam olarak budur.

POWER VENTURES DAVASI

Sosyal medyada network etkisinden ötürü tekelleşme kaçınılmazdır. Herkes Facebook’ta olduğu için herkes Facebook’tadır. Macebook diye Facebook’tan daha iyi bir platform kursanız bile bu saatten sonra artık Facebook ile rekabet edemezsiniz. Çünkü herkes Facebook’tayken kimse Macebook’ta takılmayacaktır, daha iyi olsa bile (bkz. teknoloji paradoksu). Bundan ötürü, birkaç istisna ve beceriksiz girişimler hariç, internette piyasaya ilk giren şirketler genelde tekel olur (winner-take-all).

Yıllar evvel Power Ventures diye müthiş bir start-up vardı. Power Ventures, bütün sosyal medya platformlarını tek bir ekranda yönetmenizi sağlayan bir uygulamaydı. LinkedIn, Ello, Twitter, Instagram, Facebook, Diaspora, Friendica, VK, MeWe, AOL, Yahoo vs. aklınıza gelen bütün sosyal medya sitelerini tek bir ekranda kontrol edecek, hatta çapraz mesajlar bile atabilecektiniz. Böyle bir uygulama olsaydı, işte o zaman Facebook ile rekabet edilebilirdi. Çünkü Macebook’ta az kişinin olmasının bir önemi kalmayacaktı, nasılsa Power Ventures aracılığıyla Facebook’takilerle iletişim kurabiliyor olacaktınız.
Peki ne oldu? Facebook, 2008 yılında, Power Ventures’a dava açtı tabii ki… Power Ventures, bu siteleri aynı anda yönetmek için sizden sosyal medya hesaplarınızın şifresini alıyordu. Facebook davada bunun “hacking,” yani bir çeşit korsanlık olduğunu iddia etti. Tabii Facebook hem dünyanın en iyi avukatlarına sahipti hem de Obama yönetimiyle arası iyiydi. Power Ventures ise henüz yeni ve küçük bir girişim olduğu için ne o kadar iyi avukatları vardı ne de siyasi dirsek teması… Bu saçma sapan davayı Facebook kazandı, hatta üstüne 3 milyon dolar tazminat aldı. Nihayetinde, hem Facebook tekel haline geldi hem şifre paylaşmanın suç olması için zemin hazırlanmış oldu. Artık Netflix, Spotify ve diğerleri bunun üzerinden yürüyebilecekler.

sifre-paylasma-ekonomisi-758422-1.
Yıllarca birilerimiz mp3, film, yazılım aldı. Sonra boş CD’lere kopyalayıp birbirimizle paylaştık. Kapitalist rant mekanizması bizi sıkıştırdıkça bizler etrafından dolaşacak yeni yöntemler bulduk. Kimse “Ben para verip aldım bu filmi, sen neden bedavaya kopyalıyorsun” diye düşünmedi, liberaller hariç…


ŞİRKET DİSTOPYASI

Şöyle de bir durum var… Şirketin açıklamalarına göre şifre paylaşmak Netflix’e her yıl 1.5 milyar dolara mal oluyormuş. Aynı hesapları vaktiyle Adidas, Nike ve benzeri firmalar da yapıyorlardı. Zannediyorlar ki Mumbai’de 5-6 dolara satılan çakma Adidas’lar yasaklansa bütün Hintliler 350 dolar verip orijinalini alacak… Netflix şifre paylaşımını yasaklasa ben koşa koşa gidip Netflix’e abone olmayacağım. Sonuçta unutulmazfilmler diye bir site var, link içmek isteyenlere… Üstelik Netflix’te aradığınız her filmi bulamazken, hatta çoğu filmi bulamazken unutulmazfilmler, vizyonfilmizle, dizibox vs. gibi sitelerde her filmi, her diziyi bulabiliyorsunuz, 1080p olarak. Siz de zaten Netflix’te olmayan dizi ve filmleri unutulmazfilmler’de izlemiyor musunuz? O zaman neden Netflix’e para veriyorsunuz? Netflix’te olan filmler de unutulmazfilmler’de var. Hem artık online streaming siteleri de filmi kaldığınız yerden başlatabiliyor. Bence her ay Netflix’e para ödüyor olmanıza rağmen hala unutulmazfilmler’de dizi ve film izlediğiniz gerçeğini iyice bir düşünün…

Bakın, vaktiyle müzik meslek birlikleri organize olarak berber berber dolaşıp “Siz burada gün boyu radyodan şarkı yayını yapıyorsunuz” diyerek telif topladılar bu ülkede. Şarkı hesabı yapabilecek takip mekanizması olmadığı için metrekareye göre telif faturası kestiler. Cidden… Kapitalizm tarihinde bundan daha komik bir fiyatlandırma görülmemiştir herhalde. Neden? Çünkü örgütlü olduklarından, bunu dayatabilecek ekonomik ve siyasi güçleri vardı.

Bu kadar basit! Ekonomik argümanlar lafügüzaf… Şimdi telifler Spotify ve YouTube’tan toplandığı için berberler ve kafeler paçayı yırttı. 20 yıl evvel berberleri telif ödemekle yükümlü tutan zihniyet bugün neden berberlere telif faturası kesmiyor? Ne değişti yani? Eğlenceli işler…

Kapitalizm teknolojik ilerlemeyi ve toplumsal çürümeyi aynı anda getirir. Liberaller kapitalizmin “sadece” ilerici taraflarını yükseltip çelişkili ve gerici yanlarını “evet mükemmel değil ama elimizdeki en iyi sistem bu” diyerek geçiştirirler. Uydu, ilerici bir teknolojidir. Ama uydu aracılığıyla marjinal maliyeti sıfır olan kablosuz internet hizmetini tekel fiyatına satmak gericiliktir. İlki kapitalizm olmadan da üretilebilir (bkz. Sputnik/SSCB) ama ikincisi kapitalizme özgüdür… Bugün 300-500 kişiyi zengin eden bir rant kaynağından başka bir şey olmayan dijital mülkiyet hakları bizi şirketler distopyasına götürür.

Google, Facebook, Amazon, Netflix, Spotify, Biletix, Armut, Yemek Sepeti ve benzerleri bu sistemin yarattığı parazitlerdir. Bilgi paylaştıkça çoğalır, tekelleştikçe değil… Bu yüzden ben, Demetri Martin’in Netflix’teki son gösterisini kardeşimin iş arkadaşının nişanlısının ablasından aldığımız şifreyle izleyeceğim. Cokdagitmayin… C büyük.