Dünyada ve yaşadığımız coğrafyada o kadar çok acılarla haşir neşir oluyorsunuz ki, etkilenmemek mümkün değil. Kafanı kuma gömüp, yaşanılanlardan kaçamıyorsun. Bütün bunlar da şiire yansıyor.

Şiir aynı zamanda bir itiraftır!

Nuray SALMAN

Şair Metin Kaya ile şiir yolculuğunu konuştuk. Kaya şiirin bir isyan olduğunu söylüyor.

“Şimdi bilemedim hangi düşün tekrarıyım / bir masal fısıldansa kulağıma / aklım çocukluğuma gider…” Şiir yolculuğunuz nasıl şekillendi?

İnsan umutlarıyla vardır. Gerçek hayatta umutlarının ete kemiğe bürünmesini hep arzular. Ancak hayatın, sistemin vb. bize dayattıkları karşısında, hep yenik başladık hayata. Gençliğim ve mesleki dönemlerim, sosyal ve siyasal faaliyetler içinde geçti. Çeşitli STK’lar ve Eğitim-Sen’de “Örgütlü insan, örgütlü toplum” şiarıyla sorumluluklarım oldu. Bu sorumluluklarımı yerine getirmenin çabalarını oldukça yoğun yaşadım. Şiir ile ilkokuldan beri tanış olmama rağmen çok çok sonra yoğunlaşabildim. Dünyada ve yaşadığımız coğrafyada o kadar çok acılarla haşir neşir oluyorsunuz ki, etkilenmemek mümkün değil. Aklına, vicdanına danışan her insan gibi ben de çok etkilendiğim olaylar karşısında tepkimi hem eylemsel, hem de yazınsal olarak dillendirmeye çalışıyorum.

Acılı bir coğrafyanın sesini, toplumun acısını dile getiriyorsunuz.

‘Bir şey yapmalı’ duygusuyla yazmaya başlıyorum. Yoksa ilhamın gelmesini beklemiyorum. Yani kafanı kuma gömüp, yaşanılanlardan kaçamıyorsun. Ekmek kavgasına, gazetecilerin bedel ödemelerine, insanların yerinden/yurdundan edilmelerine, aydınlara yapılan baskılara, özgürlük ve demokrasi mücadelesi verenlerin ödediği bedellere, barıştan ve insan haklarından yana olanların, yaşamınızı biçimlendiren annelerin durumlarına kayıtsız kalmak olası değil. Toplumsal sorumluluk gereği, olumsuzluklara çözüm üretme noktasında kendini kavganın içinde buluyorsun. Ve bu da şiire yansıyor.

Şiirleriniz hayata karışmış imgelerle karşımıza çıkıyor.

Yazarken hissetmeliyim veya doğrudan yaşamalıyım. Yoksa “Godot’u” bekler gibi beklemiyorum. Çünkü, şairin, yazarın işi yaşananlara bir nebze de olsa ayna tutmaktır, karanlığa ışık olmaktır. Bu bağlamda ya da bu duygularla yazamıyorsan, biraz da kendinden kaçıyorsun demektir. Yazın sanatının asi çocuğu olan şiir sınırlarına sığmayan bir başkaldırıdır! Şair ise kendini ateşle sınayandır. Günümüzde Marx’ın, “Kendine yabancılaşma” tespiti çok yoğun yaşatılıyor insanlara… Evrensel değerleri farkına varan her şahıs kendisiyle, vicdanıyla yüzleşmelidir. Tabii ki her insandan aynı şeyi beklemek, biraz da saflık olur. Her insan kendi alanında, en üst çabasıyla yaşama dokunmalıdır. Bizlere dayatılan her olumsuzluğa karşı koyma bilincini taçlandırmalıyız, diye düşünmeliyiz ki yaşamımız daha anlamlı olsun.

Aragon’un “Şiir fırtınaysa, imgeler tayfun olmalı” sözünün sizdeki karşılığı nedir?

Her yazılanın şiir olmadığını biliyoruz. Her sanat dalı gibi yazın sanatının da en ilki olan şiir çok emek ister. Öncelikle bu emek düzenli okumalar ve sevgiyle örülmelidir. Yazılan şiirin mayalanmaya bırakılması ve tekrarlarla son halinin verilmesi gerekir. Fırtına ve tayfun sözcükleri birbirini tamamlayan sözcüklerdir. Tayfunun gerçekleşmesi için fırtınanın başlaması gerekir. Dolayısıyla şiirin sanatsal değerine ulaşabilmesi için insanın duyularına hitap edebilmeli, ruhunu doyurmalı ki; bu son halini alması tayfun olmalı. İmgenin örgütlediği şiir, Aragon’un tanımına uygun düşen şiirdir, diye söyleyebilirim.

Günümüzde şiirin temel sorunları neler? Şiirin geleceğine nasıl bakıyorsunuz?

Bu durum üstüne çok yazıldı, çizildi. Özdemir İnce, Metin Cengiz imge ve şiirin bu sorunlarını mercek altına alan çok sayıda yazılar yazdılar. Şairin, yaşadığı toplumu değiştirip dönüştürme yolunda bir bilincin uyanması gibi bir derdi, bir amacı olmalı. Sanat hep güçlünün karşısında durmuş, muhalif olmuştur. Dolayısıyla gerici faşist zihniyetli iktidarlar sanatın gelişmesine engel olmuşlardır. Herkes yazıyor, ama ne yazdığı çok önemlidir benim için. Bu gibi süreçler hep birer deneyimlemedirler. Umarım, gelecek zamanlarda şiir/sanat hak ettiği yeri bulur.