Altıncı şiir kitabı ‘Filin Düşüşü’ yayımlanan Ali Deniz Uslu, “Şiir değişmeli, evrilmeli, tanık olmalı, cesaret ve umut kokmalı. Şiirimde bir değer varsa da onun sarsıcı ve yıkıcı olması benim için daha önemli” diyor.

Şiir cesaret ve umut kokmalı
Ali Deniz Uslu. (Fotoğraf: BirGün)

Oğuz ALKAN

Ali Deniz Uslu bir şair, aynı zamanda bir müzik yazarı. Uslu ile bundan 10 yıl önce ilk şiirlerini yayımlamaya başladığından bugüne geçen zamanı ve İnkılap Yayınları etiketiyle okurlarla buluşan ‘Filin Düşüşü’ isimli altıncı şiir kitabını konuşmak için bir araya geldik.

Bu söyleşiden çok önceki bir konuşmamızda, “Şiirlerinde çok fazla iyi dize harcıyorsun” demiştim. Sen de “Eleştirmenler bunu hep söylüyor” diye karşılık vermiştin. Kaldığımız yerden devam edelim. Görünen o ki ‘Filin Düşüşü’nde de bundan vazgeçmemişsin. Önce bu tavrı biraz açalım mı? Dizeden mi geliyor şiirin değeri?

Şiirin değerini belirleyen neyle yazıldığı sanırım. Şiirin mürekkebi o yüzden biraz da ten ve tenin altındakidir, ruhun karanlık tarafıdır. Konuşulamayan ama hissedilenlerdir. Hangi duygunun, hangi oranda, ne kadar sahici anlatılmasıyla ilgilidir belki de. Öte yandan şiiri benim için diğer yazınsal ürünlerden ayıran da hesapsız, matematiksiz ve kurgusuz olması. Şiiri bir duvar gibi örmeyi, planlamayı sevmiyorum. O yüzden şiirde belki de fazla ‘iyi dize’ kullanıyor gibi görünüyor olabilirim. Şiirimde bir değer varsa da onun sarsıcı ve yıkıcı olması benim için daha önemli.

Şiir serüveninin başına gidelim. Ne zaman başladı ilgin? İlk okuduğun şairleri ve yazdığın şiirleri hatırlıyor musun?

Okumayı öğrenip, elim kalem tutmada biraz mahirleştiğinden beri hep bir şeyler yazardım. İlk şiirlerimi ilkokulda özel günlerde şiir ezberlemeyi sevmediğim için kendim yazıyordum, onları okuyordum. Elbette küçük bir çocuğun böyle tuhaf davranışları pek hoş görülmüyor o zamanlarda. Sonra çevrem buna alışmaya başladı. Şiirle sadece ona inananların girdiği bir dünya kurdum, belki de sığınak. İlk okuduğum isimlere gelince Nâzım Hikmet eserleri ile çok genç, hatta çocuk yaşta tanıştım. Bir de erken dönemde okuduğum Dylan Thomas’ın ‘Gitme O Güzel Geceye Usulca’ diye çevrilen şiiri beni çok değiştirmiştir.

İlk kitabının yayımlandığı yıl aynı zamanda Türkiye’de büyük bir halk hareketinin yaşandığı yıllardı. Üzerinden neredeyse 10 yıl geçmiş. Geçen zaman senin şiirlerini, şiire olan yaklaşımını nasıl etkiledi?

Şiir, zaman gibi durmayan yapılardan biri. Değişmeli, evrilmeli, tanık olmalı, cesaret ve umut kokmalı. Şiirlerimdeki koyuluk, karanlık bu dünyanın çarpık ve çirkin düzeninden bana sirayet edenler. O yüzden şiir biraz da ruhuma bulaşan bu zehri atmak, atarken de insanlara da şifa verebilmek umuduyla yaptığım bir eylem.

FİLİN DÜŞÜŞÜ, Ali Deniz Uslu, Çizimler: Kaan Kayımoğlu, İthaki Yayınları, 2022FİLİN DÜŞÜŞÜ, Ali Deniz Uslu, Çizimler: Kaan Kayımoğlu, İthaki Yayınları, 2022

Şiirlerin zamanın tüm unsurlarını içeriyor. Sistemi, iktidarı, yozlaşmayı bir biçimde içine dâhil ediyor. Şiirlerini bu etkiler karşısında “kabuğu kıran değil, çekirdeğe ulaşmaya çalışan şiirler” diye tanımlasam bana katılır mısın?

“Her tanımlama bir sınırlamadır” derler ya, ben kalıpları sevmem, sistemleri, keskin köşeleri olanları, değişmeyen ve gelişmeyenleri de öyle. Evet hızla yozlaşıyor her şey, her duygu, her düşünce. Zamanın bu en kötü döneminde yaşamak da bizim şansızlığımız sanırım. Kabuk meselesine gelince, herkes kendini yaralar önce, sonra sevdiklerini, sonra kabuklarını kaldırır ve taze tutar o yaraları. Sanırım bu yüzyılın insanları artık böyle yaşıyor. Metaforunun diğer tarafından tutarsak evet ben insanların ve kendimin girilmeyen odalarına girmenin peşindeyim, işte o çekirdek çok tehlikeli. Ama umut da özgürlük de çözüm de orada...

Her sanatsal üretimi bir tür gerçeklikle başa çıkma uğraşı olarak değerlendirebiliriz. Bu bağlamda geleceğe dair ne tür öngörülere sahipsin? Daha yaşanılabilir bir dünya bekliyor mu bizi?

Hepimiz hızla ya kendi kıyametimize ya da küresel bir kıyamete hazırlanıyor gibiyiz. Umut... Evet hep var, bir yerlerde yeşeriyor, belki de büyüyor. Günün birinde daha yaşanabilir bir dünya olacak elbette ama Nietzschevari bir yaklaşımla umut acıyı da uzatıyor. İşte tüm bu çelişkiler benim metinlerimde cirit atıyor, birbirine meydan okuyup, çarpışıp duruyorlar.

İki sanatçının ve/ya da iki sanatın ortaklaşması beraberinde bazı gerilimleri de doğurabilir. Bu kitapta da Kaan Kayımoğlu’nun “Birbirlerini zenginleştiren yazılar ve çizimler” diyerek tanımladığı, her şiire eşlik eden siyah beyaz çizgilerini görüyoruz. Ortak bir dil tutturmayı nasıl başardınız? Bunun zorlukları neler oldu?

Kaan Kayımoğlu dünyanın bir ucundan, Amerika’dan ‘Filin Düşüşü’ndeki şiirlerime hayat veren çizimleri yaptı. Yalnızca çizim de yapmadı, onları içselleştirdi, ruhunda taşıdı ve kendindeki karşılıkları ile kağıda döktü. Saat farkı yüzünden günün en sapa zamanlarında internet üzerinden konuşarak, sohbet ederek ilerledik. İlk görüşmemizin üzerinden uzun yıllar geçmişti bu kitap bizi yeniden buluşturana kadar. Aslında sanırım ‘Filin Düşüşü’ bizi çağırdı, bu yola birlikte çıkmamız bizim değil kitabın kendi fikriydi sanırım. Zorluk bir yana ikimizin de nefes almasını sağlayan bir çalışma yürüttük. Kitap matbaadan çıktığında Kaan İstanbul’daydı ve kitabı ilk kez ikimiz, aynı anda elimize aldık, mutluyduk.