Büyük İtalyan şairi Milo De Angelis, 14-22 Haziran tarihleri arasında 4. Uluslararası İzmir Edebiyat Festivali’nin konuklarından birisiydi. Festival sonrasında buluştuğumuz usta şair, şiir yolculuğunu anlattı: “Şiirim komik olanla ilgili değildir çünkü dünyanın dramatik bir görüntüsünü içerir.”

Şiirim mizahtan uzaktır

ERKUT TOKMAN

Bu seneki İzmir Edebiyat Festivali İtalya’dan üç değerli şairi konuk etti. Milo De Angelis, Elisa Biagini, Guido Mazzoni. Hepsi İtalyan şiirini farklı yönleriyle kendi ülkelerinde ve dünyada temsil eden önde gelen isimler. Bu üç şairle İzmir Kültür Park’ta günümüz İtalyan şiiri üzerine bir sohbet düzenledik ve ertesi gün de Foça’nın tarihi kalesinin mini amfi-tiyatrosunda şairlerden şiirler okuduk. Günümüz İtalyan şiirine sadece bu üç şairin yazdıkları şiir anlayışları üzerinden, üç farklı kesit alarak bakmaya çalıştık. Milo’nun şiirindeki yeni neo-orfik öğeler üzerinden İtalyan şiirindeki lirizme bir bakış, Biagini’nin şiiri üzerinden 70’li yıllardaki İtalyan şiirinin sosyopolitik gelişimi üzerinden kadın şiirinin sesinin yükselmesinin bugünlerdeki izlerine bir bakış ve Mazzoni’nin şiiri üzerinden İtalyan şiirinde 90li yıllardan itibaren etkinliğini gittikçe artıran bireyselliğin günümüz 2000’li yıllar şiirindeki sosyal-medya ile örtüşen yansımalarını konuştuk. Bugün ise İtalyan şiirinin en önemli yaşayan şairi olarak gösterilen Milo De Angelis’le Izmir Edebiyat Festivali sırasında yapılmış başka küçük bir söyleşiyi bulacaksınız. Şairi daha iyi tanımak adına yapılmış bu söyleşi kuşkusuz İzmir’deki konuşmalara bir açılım getiriyor.

Bu sene İzmir Uluslararası Edebiyat Festivali’ne konuk oldunuz; İzmir’deki edebiyat atmosferi ve şiire ilgi nasıldı? İzlenimlerinizi öğrenebilir miyiz?

İzmir, renkleri, lezzetleri ve çarşılarıyla, beni çok etkiledi. İçinde otantik bir aşkı ve şiir tutkusunu barındıran bu uluslararası etkinliğe canlı bir istekle katılan iki şair Elisa Biagini ve Guido Mazzoni ve çok iyi bir çevirmen olan Erkut Tokman bana eşlik ettiniz. Büyük şair Haydar Ergülen’in öncülüğündeki organizasyon mükemmeldi.

Festivalin bu seneki teması “Edebiyat güldürür”dü. Bu bağlamda şiirinizde güldüren öğeler var mı? Şiir güldürür mü yoksa daha çok düşündürür mü? Şiirde mizahın rolü nedir?

Benim şiirim komik olanla ilgili değildir. Hatta humorizmden (mizahtan) uzak görünebilir, çünkü dünyanın dramatik bir görüntüsünü içerir. Ama gerçekte iki şeyi kapsamaz, Luigi Pirendello’nun bize öğrettiği gibi, onun sorusunun cevabı olan ödeve güvenme ve açıkça doğrulama. 1908’de kaleme alınan “Humorismo” adlı meşhur makalede Sicilyalı bir yazar sıra dışı bir ışıltıyla şöyle yazmıştı:

“Yaşlı bir kadını görüyorum, boyalı saçlarıyla, bütün tırnakları kim bilir hangi korkunç fırçayla oje yapılmış ve tamamen abartılı bir makyajla, gençliği hatırlatan gösterişli elbiseleriyle. Beni güldürüyor. Anlıyorum ki şu yaşlı kadın saygı duyulması beklenen yaşlı bir kadın olmanın çok uzağında. Ben de istesem böyle olabilirim, yüzeysel olarak, kendimi komik bir izlenime tutsak edebilirim. Ama eğer bu yansıma benim içimde vuku bulursa bana salık verdiği şudur ki bu yaşlı kadın belki de hiçbir zevk almıyor böylesine bir papağan gibi görünmekten. Ama belki bize eziyet çektiriyor ve zavallıca kendini kandırıyor böyle gösteriş yaparak, kırışıklıklarını ve gri saçlarını saklayarak, ihanet etmeyi başarıyor. Kendinden çok daha genç aşkına, kocasına, işte artık daha fazla bu saçmalıklara gülemiyorum başlangıçta olduğu gibi. Çünkü bendeki yansıması sonlanıyor, içimde çabalayarak, beni terk etti ilk farkındalığın ötesine geçerek, bundan da ilerisi, daha da içselleşerek: ilk gülüşten karşılaşmanın hislerine benden geçip gitti. Ve işte burada yatıyor komik olanla mizah arasındaki fark.”

siirim-mizahtan-uzaktir-613225-1.

Festivaldeki İtalyan şiiri üzerine söyleşimiz sırasında; neo-orfik ve neo-lirizm bağlamında şiirinizin İtalyan şiirine getirdiği yeni boyuttan söz edildi; şiirinizdeki bu neo- orfik ve lirik süreç sizin için neden bu kadar önemli?

Benim şiirim, 1976’da çıkan ilk kitabım Somiglianze’den (Benzeşmeler) 2015’te çıkan son kitabım Incontri e agguati’ye (Karşılaşmalar ve Pusular) kadar ölüm temasına ve gölgenin krallığına olan yolculuğumuza büyük bir önem atfeder. Bu yüzden ofrik bir özellik içerir ve Orfeo’nun çok sevilen peri kızı Euridice’nin topraklarına geri dönmek için nasıl muazzam bir efor sarf ettiğini bilir. Bunun da ötesinde bu şekilde bir yolculukla tanımını bulan üslup anlayışı tipik olarak liriktir, adı üstünde yanıp tutuşandır, dik çizgidedir, tezdir, anolojiye yakınsar ve narativ (anlatımcı) boyuttan uzaktır, bunun yerine yatay bir düzlemde yürüyen okuyucu ile bir işbirliği yapmaya, adım adım eğilimlidir. Açıkça denebilir ki, bu yüzdendir ki orfik ve lirik boyut benim yazınımda temeldir. Buna karşın Rainer Maria Rilke ya da Dino Campana’da olduğu gibi doğanın duygulanımından gelen bir orfik anlayışa karşılık gelmez, fakat daha çok metropolitan bir orfik anlayıştır ki bu capcanlı şehrin sokaklarında, kendi karmaşasının (kaosu) ve gürültüsünün içinde yaşar ve kendini açıkça gösterir.

Siz aynı zamanda bir çevirmensiniz; çevireceğiniz eseri seçerken nelere dikkat edersiniz?

Çevirmeyi seçtiğimiz yazar her zaman gönülden bağlandığımız bir yazardır ve onunla yolculuğumuzun önemli bir parçasını tamamlarız. Çünkü onun eseri bize özgün bir bağla yakınlaşmayı getirir, tıpkı bizle konuşan ve yaşayan insansı bir yaratığı seçtiğimiz zamanki gibi. Fakat o yazar ve eseri aynı zamanda öğrenmenin de kaynağıdır; bize uzaktaki ve bilinmeyen yeni bir dünyaya adım atmamıza olanak verirler; bizi bir uzaklığa seyahate zorlarlar onların evrenine ulaşmak adına. Bu yüzden şu şekilde özetleyebiliriz ki: Çevirmek için seçtiğimiz yazar onu bir kardeş gibi hissedecek kadar bize yakın olmalıdır ve onu bir usta gibi hissedecek kadar da bize uzak olmalıdır.

İtalya’da çeviri şiir alanında yayınlanan eserler sizce yeterli mi? Montale’nin ‘Ossi di Seppia’ sı gibi İtalyan şiirini etkileyen çevrilmiş hangi kitapları sayabiliriz? Sizi de bu bağlamda çok etkileyen kitaplar oldu mu?

Diyebilirim ki İtalya’da çeviri sanatının sağlık durumu iyiye gitmektedir. Şiir yazmaya ilk başladığım zamanlarda, 60 lı yıllarda yani, sıkça Paris’e gidiyordum bize yabancı olan şairlerin kitaplarını okumak için, Holan, Celan ya da Seferis gibi önemli yazarları mesela. Şimdilerde ise artık böyle değil. Bugünlerde Avrupa’nın ve Dünya’nın en önemli şairlerinin tercüme şiirlerini okuyabiliyoruz. Ve bu bana örneğin 19. yüzyıl Polonya şiirini izleme ve tanıma fırsatını getirdi -Herşeyden önce Miłosz ve Herbert’i-Adelphi yayınevi tarafından basılan mükemmel çeviriler sayesinde. Fakat eğer ki benim yazınımı zenginleştiren yabancı yazarlar arasında bir aday göstermek zorunda kalsam, hiç şüphesiz ki Marina Cvetaeva’nın ismini veririm ki 80’li yıllarda Serena Vitale tarafından mükemmel bir şekilde çevrilmiştir.