“Dil, bilinmeze tutunarak, yaslanarak yürür. Dilin bu bir başına, kendi kendine bilinmeze olan yolculuğumu hep merak ettim” diyor İlhan Berk.

Şiirin Hayatı Diptedir: İlhan Berk ve Logos’un Poetika’sına ikinci fasıl
İlhan Berk

Güçlü Ateşoğlu

Şiir, kendi hayatını kendisiyle özdeşlik peşinde koşmadan dipte bulur. “Kendisiyle özdeşlik”, kendi üzerine katlanan bir “ben” düşüncesini, bu da zemine onu koymayı beraberinde getiriyor. Kendisiyle aynı kalan, bir olan bir ben. Bu ben ya da kendi olanı filozoflar, altta yatan, dayanak olan, kalıcı olan töz olarak görmüşlerdi. Dünyayı kavramamızı olmazsa olmaz bir şekilde sağlayan tözsellik olarak ben! Bu tözsel ben düşüncesi, Descartes’ı hatırlayacak olursak, sonrasında eleştirilmiş olsa da, altta yatanın benin birliği olduğu yönündeki modern kavrayışın bir tezahürü, herkesin kendisiyle birliği ya da özdeşliği kavrayışına, bir kendilikler toplamı olan Kendiliğe götürmüyor mu? İlhan Berk’in eleştirisi buna. Dipte olan, süreksizliğe ait olan demek; oysa kendisiyle birlik, karşı çıktığı o süreklilik ve kesintisizlik.


Cansever’de de olan, belki tüm şairlerde de içerilen, kökende olmak, zeminde ya da temelde yer almak şiirle oluyor. Biçimden biçime, anlamdan anlama geçişi veren sözcükler, farklılıklarıyla ancak ve sadece şiirde hayat bulabiliyorlar. Alman felsefi geleneğindeki Eigentlich. Aslolan, sahici olan, veyahut otantik olana yakın. Bunun mümkün olup olmadığı tartışılır; zira sahici ya da esas olan ile süreksizlik, dipte hayat bulan ile kesinti nasıl yan yana gelebilir?

Sözcükler yerlerinden oynatılırlar ve böylece dünya yolculuklarına başlarlar. Dünyada olmaklığı anlamak, bu dünya yolculuğunda “her yeri ve her şeyi talan e[tmekle] birdir… Sözcükler bu yolculuğun sonunda hem büyümüşler, hem de zenginleşmişlerdir.” Oysa bu serüven, şairin kuşku duyacağı bir serüvendir ve sözcüklerin aslolan, kökensel yanına meftundur şair. Sözcüklerin ham hallerinin, zedelenmemiş ve kemikleşmemiş esasının içine yerleşir şair, İlhan Berk’e göre. Ham halde, hemhal olur. Serüvense bir yitimdir, “kökenlerin grileşmesi”dir, şiirin soykütüğünün asliliğini yitirmesidir.

“Sözcüklerin suç işlemeden kendilerine gelememeleri” bir kışkırtmadır. Bu kışkırtmayı üstlenen şair, bilinmez ile bilinmeyeni yolculuğu boyunca üstlenir; ne var ki, dilin bilinmezi keşfetmesi, “dipte olan”ı bulup çıkarması onun asıl özgürlüğüdür. Buradaki vurgu, diğer İkinci Yeni şairleri gibi, görünüş-gerçeklik ayrımının şiirin zeminine taşınmasıdır. Dikkat çekilmesi gereken nokta, ahlakın ya da politikanın temel kavramı olan özgürlüğün dilin alanına, şiir dilinin alanına kaydırılmasıdır. Belirlenimler ve koşullar bütününü simgeleyen, belki de temsil eden gerçeklik ile onu aşan özgürlük alanı ya da edimi olarak şiir.

Şiir neden sözcüklerin anlamını görmezlikten gelir? Tek-anlamlılıktan kurtarmak ve anlam katmanlarının çoğulluğuna işaret etmek için. Anlamlar diğer anlamlara ulanıyor, süreklilik olmasa da; ve şairin sözcüklerin anlamını görmezden gelmesi, dilin tek-anlamlılıkla varlıksızlaştırılmasına karşı bir edimdir; şiirin varlık biçimi kazanması, tüketici olmayan, dili tüketim nesnesi kılmayan bir şekilde çok-anlamlılık kazanmasıyla mümkündür. İlhan Berk’in bu problemi ortaya koyarken zihnindeki, yine, şiir-düzyazı ayrımıdır.

Neden şiir ile ölüm? Neden “şiir ‘hiç’le yüzleşme / ya da ölümle[?]” Ölümle yüzleşme, hiçle yüzleşme ne demek? Belirsiz olanla yüzleşme mi anlamına geliyor bu? Oysa “belirsiz bir belirlik”ti İlhan Berk’in hissettirdiği şey ve bu tehlike dipte olandı, kuşatılamayan. Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar’ının başlangıç paragrafında önerilen bir varoluş düzenine şu yorumu, Berk’in hissettirdiğini verebilir mi:

“Şiir dili doğası gereği sayrıldır[/patolojiktir/marazidir]

Ordan seslenir.

– İyileşmez.”

Kaybedilmiş ya da yitilmiş olan, yerinden oynatılan sözcüklerin “kendilerine gelmeleri”, “ölümle dalaşa dalaşa”, diğer bir deyişle patolojik bir biçimde şiir dilinin doğasına yerleşmekle olur. “Sözcüklerin mutluluğu”, suç işlemelerine, kışkırtmalarına bağlıdır; bu suretle dizeleri mucizevi bir karakter kazanır. Kesintisizliği ve sürekliliği kırma çabası burada da kendini gün gibi açık bir şekilde sergiler.

Devinimin kendisinin, kendisiyle özdeş olanda, öznede olamayacağı fikri, Berk için bir başka bağlamda daha konu edilir: tekillikler ve fark düşüncesi. “Şiir bir bakıma ağacı yapraklarından görmeye çalışmaktır” ve “her şey orda yatar” derken, her şiirin biricik olması, tek bir yapıya sahip olması, anlamlar çokluğu ve yorum gücünün çok-anlamlılığı, ağacın yaprakları gibidir ve o yapı, bu farklılıklarla kaskatı ya da cansız değil, aksine devingendir; bu deviniminde saydam olandır Berk’e göre. Şiir, tıpkı ağaç gibi, içeriğinin tüm isteklerini karşılar, karşılamasında can bulur. Biricikliği, tekliği, yinelenememesi, bu canlılığında ve çıplaklığında yatar. Edip Cansever’de gördüğümüz mekanizmi aşan organizma anlayışı, iki şairi birbirine bağlar.
Ve yine bilinmez olan… “Dil, bilinmeze tutunarak, yaslanarak yürür. Dilin bu bir başına, kendi kendine bilinmeze olan yolculuğumu hep merak ettim” diyor İlhan Berk. Burada iki şey var: dilin yolculuğunun kendiliğindenliği, spontan oluşu, eş deyişle özgürlüğü. Onun asıl özgürlüğü demiştik, bilinmezi keşfetmesiydi, “dipte olan”ı bulup çıkarmasıydı. Burada şairin yalnızca yolculuğu merak etmesinden değil, ona delalet etmeyi –fakat kılavuzluk anlamında değil, aracı olma anlamında– en aza indirerek sezmesi, duyması ve bu sayede bir zafer kazanması, ona tanıklık etmesinden bahsediliyor. O süreksizlik ânına yerleşen dolayımsızlık, şairin sevincini zafere ulaştıracaktır.

Kadim olan ile şimdi arasındaki diyaloğu mümkün kılan bir ortak bilinçaltı olarak şiir, bir çeşit tarihsellik oluyor İlhan Berk’in anlayışında. Bilinmezi keşfetme yolundaki dil, her zaman çalışır. Çalışan dilin şairin en aza indirilmiş aracılığındaki tezahürü, özneyi dışlaması, “başına buyruk sürdürmesidir edimi”ni, kendiliğinden, özgürce. Kimi zaman “sessizlikle ilerleyebilir[, s]özsüz sese de bürünebilir." Ses olarak ortaya çıkışı, “kimi yerde… öznenin yerini de alır.” Ses ve sessizliğin bizde hüküm sürmesi, öznesiz ve ereksiz, amaçsız dolaşsa da, ortak olanı, zemini hissettirir. Doğası gereği tüm olanaklara açık olan dil, sessizliğe bürünüp bir edim olarak bizde bir mesafe, bir uzak olarak varoluşunu, “dinamiği”ni sürdürür. İlhan Berk için bu, akıldışına, cinnete, tanınmaz ve bilinmez oluşu varoluşa getirebilir, sıklıkla getirir de, âdeta bir serap gibi, varoluşu varolmayışında açığa çıkan.