“Dinleyin, size bir şey söylüyorum” isimli kitabı okuyucuyla buluşan şair, gazeteci Güray Öz, şiirin isyanın ve itirazın mekânı olduğunu söylüyor ve ekliyor: “İyi şiir insandaki o gizli duyguyu isyan duygusunu ortaya çıkarır”

Şiirin mekânı isyan ve itirazdır

Öykü Özfırat

Şiirlerindeki dizelerden yükselen isyanın sesi Güray Öz. “dinleyin, size bir şey söylüyorum” isimli şiir kitabını okuyucuyla buluşturan Öz, karanlıkların aydınlığa çıkacağı inancıyla umudu diri tutuyor daima. Öz, “Kimi zaman gecikmenin öfkesi ağır basar, onun yorgunluğunu hissedersiniz. O nedenle ilk kitabın ilk şiirinde “yorgun atların dinlendiği yer midir şimdi gökyüzü” demiştim. Yoruluyoruz ama isyanı, itirazı devretmeden, bir şeyler yapmadan da gitmemeli” diye konuşuyor.

Gazetemizin yazarlarından Güray Öz’ün yeni şiir kitabı “dinleyin, size bir şey söylüyorum”, Kırmızı Kedi Yayınevi etiketi ile yayımlandı. Öz ile kitabı ve şiirleri üzerine konuştuk.

► Sizinle daha önce “Kuşların Kanat Sesleri” romanınız üzerine yaptığımız söyleşide umutlu olmak üzerine konuşmuştuk. “dinleyin, size bir şey söylüyorum” vesilesiyle sorumu yinelemek istiyorum. Yazdıklarınızda umudun yeri nedir?
“Kuşların Kanat Sesleri” solun, Sovyetlerin dağılması bu ilk sosyalizm denemesinin yıkılması sonrası yaşadığı travmanın romanıdır; roman umudun ancak bir iç hesaplaşmayla yenilenebileceğini anlatıyordu. Devamı, henüz yayınlanmamış “Karanlıkta Gökkuşağı”nda umudun zorluklar içinde nasıl büyütülebileceğini anlatmayı denedim. Ama şiir başkadır. Şiir umudun ya da umutsuzluğun mekânı değildir; daha çok karmaşık duyguların, isyanın, itirazın mekânıdır.

► Şiir çalışmalarınız oldukça geçmişe dayanıyor. “dinleyin, size bir şey söylüyorum”un okuyucu ile buluşana kadarki sürecini sizden dinleyebilir miyiz?
Beni tanıyanlar daha çok gazeteci olarak tanıdılar, ama ben kendimi kendime dıştan bakmayı becerdiğim tüm zamanlarda hep şair olarak gördüm. Gazetecilik, hayatımı kazandığım mesleğim oldu. Köşe yazarlığında, deneme ya da roman yazmaya giriştiğim zamanlarda da şairlik hep arkadaki “ben” olarak vardı. İlk şiirlerime 60’lı yıllarda Halil İbrahim Bahar, yönettiği Soyut dergisinde yer verdi. Onun, şiir okumaya, anlamaya, yazmaya yönelmemde payı büyüktür. Şiir tekniğinin içeriğin yönlendirdiği bir şey olduğunu o yıllarda öğrendim. İçerik yoksa şiir yoktur, içerik de demin söylediğim gibi isyan, itiraz, insan halleridir. İnsan kabul etmeyen bir varlıktır. Varlığı, doğası gereği isyan eder, çıplak insan itiraz edendir, bu nedenle de ehlileştirilmesi sonradan olur, gerçek şiir ya da şair ise ehlileştirilemez. “dinleyin, size bir şey söylüyorum” uzun süre bekledi, pandemi yayın hayatını derinden etkiledi bildiğiniz gibi. Kitabın okurunu nihayet bulmuş olmasından memnunum.

İNSAN HALLERİNİN DİLE GELİŞİDİR NÂZIM

► Edebiyatın da içinde olduğu pek çok alanda üretim yapanların üzerindeki baskılar iyice artmış durumda. Şiirin toplumsal değişimlerdeki rolü ve önemi nedir?
Şairler ya da o kadar sınırlamayalım, yazarlar, aydınlar, entelektüeller yine aynı sözcüğü kullanayım ehlileştirilmemişlerse değişimin görünmez gücü olabilirler. Çok fazla örnek aramaya gerek yok, Türkiye’de ülkemizde hatta dünyada pek çok insan, kitleler diyeyim, Nâzım Hikmet’in şiiri ile belki de unuttukları içlerinde var olan insanı, isyanı hatırladılar. Kurulu düzenlerin sahipleri bile bu etkinin farkına vardıkları için uzun yıllar sessizlikte yok etmek istediler ama sonunda bir volkan gibi patladı Nâzım. İyi şiir insandaki o gizli duyguyu isyan duygusunu ortaya çıkarır. Kimileri özellikle de değersizleştirmek isteyenler Nâzım’ı slogan şairi gibi tanıtmaya, siyasi kimliğini gizlemeye yeltenirler; boşunadır, insan hallerinin en derin dile gelişi Nâzım’dadır. Nâzım gibi yazmaya yeltenmedim, kimseye de salık vermem, ama Nâzım’a benzemek değil, onun gibi savaşmak yani isyan etmek her iyi şairin içinde olmalı.

► İstanbul ve Ankara’ya değindiğiniz şiirleriniz de var. Bu şehirlerin sizin yaşamınızda ve yazdıklarınızda yeri nedir?
Gençlik yıllarım taşrada ve İstanbul’da geçti. Ankara hâlâ yaşadığım kent. Ama hayatımın büyükçe bir bölümünde Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde, kentlerinde sürgün, mülteci, göçmen ya da zorunlu konuk olarak geçirdim. Şimdi dağılmış Sovyet ülkesi kentlerini, Moğolistan’ı bilirim. Türkiye’ye döndüğümde de uzunca bir süre kendimi kendi yurdumda bir göçmen gibi hissettim. Şiirlerimde sürgünlük, göçmenlik çokça kendini hissettirir.

İTİRAZI DEVRETMEDEN GİTMEMEK LAZIM

► Oldukça sıkıntılı bir dönemden geçiyoruz. Siz de kitabınızda “korona zamanları” şiiriyle değinmişsiniz. Pandemi sürecini sizin gözünüzden dinleyebilir miyiz? Sonrasında bizi nasıl bir dünya bekliyor sizce?
Bu salgın, daha sonra yaşayacaklarımız ya da öleceklerimiz, her zerresine itiraz, isyan etmemiz gereken, ilk çağlardan bu yana insanı baskılayan baskı ve sömürü düzeninin ve sonra eli kanlı kapitalist sistemin ürünüdür. Öncesi de var ama Albert Camus’nun “Veba”yı yazdığı günlerden bu yana hâlâ sonuç alamamış, içimizdeki isyanı somutlayıp bu sisteme son verememiş olmamız çok acıdır. İlk şiir kitabımdaki “Kurumuş Gül Ağacı”, “Tören, şu kızıl cümbüş” şiirlerinde, bu kitapta da “dinleyin size bir şey söylüyorum”da geç kaldığımızı anlatmaya çalıştım. Kimi zaman gecikmenin öfkesi ağır basar, onun yorgunluğunu hissedersiniz. O nedenle ilk kitabın ilk şiirinde “yorgun atların dinlendiği yer midir şimdi gökyüzü” demiştim. Yoruluyoruz ama isyanı, itirazı devretmeden, bir şeyler yapmadan da gitmemeli...