Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu'na göre, Saray ekonomideki kötü gidişinin faturasını Merkez Bankası'na kesti. Kozanoğlu, Saray'ın bununla da kalmayıp, MB Başkanı Erdem Başçı ile Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'i 'paralelci' bile ilan edebileceğini söylüyor

Şimşek ve Başçı’ya ‘paralelci’ diyecekler

SEMİH GÜVEN - semihguven@birgun.net

2015 seçimleri yaklaşırken ekonomide de işler AKP’nin istediği gibi gitmiyor. Bir türlü ateşi düşmeyen dolar, yüzde 10’lardan aşağı düşmeyen işsizlik ve düşük büyüme performansıyla Türkiye ekonomisi adeta alarm veriyor.
Merkez Bankası ile Saray arasında süren ve adına kriz dedikleri faiz tartışması gündemden düşmüyor.
İstanbul Kemerburgaz Üniversitesi Öğretim Üyesi ve BirGün gazetesi yazarı Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu’na göre ise Saray yönetimi ekonomideki başarısızlığına günah keçisi olarak  Merkez Bankası’nı seçmiş durumda. Hatta Kozanoğlu, olası bir ekonomik krizde Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in ‘paralelci’ ilan edilmesinin bile muhtemel olduğunu söylüyor.
Sözü daha fazla uzatmayalım, ekonomide kamuoyunun kafasında oluşan soru işaretlerine Kozanoğlu ile birlikte yanıt arayalım.

Merkez Bankası’nın aldığı 25 baz puanlık faiz indirimi kararı piyasaların ve hükümetin beklentilerini karşıladı mı?
Aslında bu ‘ne şiş yansın ne kebap kararı’ diye nitelendirilebilir. Çünkü hatırlanırsa Merkez Bankası bundan önceki toplantısında bir haftalık repo faiz oranı olan politika faizini indirmiş, üst bant ve alt banda dokunmamıştı. Recep Tayyip Erdoğan da ‘Sen kime yutturuyorsun’ diye aslında üst bandın inmemesinden rahatsız olduğunu dile getirmişti. Bu kez de Beştepe’yi mi diyelim, Saray’ı mı diyelim, onun biraz sesini kesmek için üst bandı 50 puan indirdi, politika faizini ve alt bandı da 25 puan aşağı çekti. Böylelikle bir şekilde dövizi fazla sıçratmayacak, küçük bir ihtimalle de Saray’ı da ikna edecek bir orta yol arandı. İlk aşamada bir günde bu amaca ulaşılmış gibi göründü. Çünkü ne faiz oranları kısa süreli faizler çok oynadı, ne de döviz kurlarında ciddi bir hareketlenme gözlendi. Ne var ki çarşamba günü Recep Tayyip Erdoğan, Merkez Bankası’na yine esti gürledi. ‘Sen bize karşı bağımsızsın ama nereye karşı acaba bağımlısın’ diyerek aslında 7 Haziran seçimi öncesinde ekonominin gidişatının olumlu yönde olmaması, büyümenin yavaşlaması, işsizliğin yüzde 10’un üstünde çıkması, enflasyonun düşmek bir yana yükselmesi, yüzde 5’lik enflasyon hedefinin tutturulamayacağının anlaşılması belki de en önemlisi dolar kurunun 2,50 liraya dayanması karşısında günah keçisi olarak Merkez Bankası’nı seçtiğini gösterdi.

HAREKET ALANI KALMADI
Merkez Bankası’nı yönlendirmeye çalışıp zorla faizleri indirdiğiniz zaman yabancı para ülkeyi terk eder ve döviz kurları sıçrar. Bu küçük hamleleri bir şekilde şu ana kadar piyasa tolere etti ama bundan sonra Merkez’in hareket alanı kalmadı. Muhtemelen bir sonraki toplantıda Merkez Bankası hiçbir hamle yapamayacak, bu sefer Recep Tayyip Erdoğan daha fazla köpürecek. Bir hamle yaptığı zaman da zaten döviz kurları tetiklenecek. O bakımdan önümüzdeki dönemde ekonominin zaten temel göstergeleri bozuk, seçimlere kadar düzelmesi mümkün değil ama günlük piyasada da çalkantılar bizi bekliyor. Bu bir falcılık sayılmasın ama önümüzdeki dönemde Merkez Bankası Başkanı’nın hatta Maliye Bakanı’nın da paralel yapıyla ilişki halinde olduğu iddialarıyla, suçlamalarıyla karşı karşıya gelmelerini hatta seçimler sonrası daha ciddi operasyonlara hedef olmalarına tanık olursak da şaşmamak gerekiyor.

BORÇLAR ÖDENMEYECEK
İkincisi Türkiye’de özellikle finansal olmayan şirketlerin, özel sektörün 160 milyar dolar civarında dış borç var. Bu da borçların maliyetini artırıyor. Bu bakımdan döviz kurlarının sıçradıkça yatırımların, istihdamların artması, ekonominin canlanması gibi bir sonuç ortaya çıkmayacak. Tam tersine şirketlerin borçlarını ödeyememesi gibi bir durum ortaya çıkacak. Tekrarlamak istiyorum, 7 Haziran seçimlerine dört aydan daha az bir süre kaldı ve seçimlere işsizliğin yüzde 10’un altına düştüğü, büyümenin yüzde 4 hedefini tutturduğu, enflasyonun yüzde 5’ler civarında seyrettiği ve döviz kurlarının istikrarlı bir seyir izlediği bir konjonktürde girmek mümkün olmayacak, çıkıp da il il seçim propagandası yapılırken ekonomideki başarıdan söz edemeyecekler.

Dolar her gün yeni rekorlar kırıyor ve yurttaşlarda da dolara ilgi artmış durumda. Döviz kurundaki bu yükselişin sebebi nedir ve dolarda daha fazla yükseliş bekliyor musunuz?
Doların değer kazanmasının en önemli nedeni metropol kapitalist ülkeler içerisindeki Japonya, AB bölgesi, ABD, Kanada ekonomisi. Nispi olarak en hızlı büyüyen ve faiz oranlarını artırmak için ilk hamle yapması beklenen ABD. Böyle olunca da dolar cinsinden paranızı yatırmak daha avantajlı hale geldiği için dolar değer kazanıyor.

Türkiye’de döviz kurunu ise daha çok Türkiye’deki iç istikrarsızlıklar belirliyor ama 2,50 de psikolojik bir sınır. Zaten şurada böyle bir kriter vardır. Sade vatandaş bir göstergenin değişeceğini burada işte doların artacağını beklerse o zaten artar. Küçük tasarrufu olanlar bile gidip bunu dövize çevirmeye çalışırlar. Zaten Merkez Bankası’nın döviz rezervleri oldukça sınırlı. Türkiye’nin net döviz rezervleri 40 milyar doların biraz üzerinde. Bir döviz talebi olduğu zaman da kısa sürede bu cephane tükenebilir.

Türkiye’yi bu anlamda duvara doğru gittikçe hızlanan bir arabanın frenini patlatmak ve belki de duvara toslatmak için Cumhurbaşkanlığı makamındaki şahıs çok büyük bir gayret sarf ediyor. Gerçekten yorum yapıyoruz ama bunu bilerek mi, isteyerek mi yaptığını, yoksa sistemin işleyişine ilişkin kavrayış eksikliğinden, başdanışmanı olan şahısların yönlendirmelerinden mi kaynaklandığı konusunda cevap vermek çok kolay değil. Tabii biz bulunduğumuz yerden vatandaşa döviz al-sat gibi öngörüde bulunmak durumunda değiliz ama görünen şu ki döviz kolay kolay fren tutmayacak.

Petrol fiyatlarında varili 45 dolara kadar inen bir düşüş yaşandı. Kalıcı değilse petroldeki bu düşüşün sebebi sizce nedir?
Genel olarak hammadde fiyatlarında düşüş var. En önemli nedeni dünya ekonomisindeki yavaş büyüme hızı. Bir de petrol başta olmak üzere tüm hammaddeler sadece arz talep unsurları tarafından, üreticiler ve üretimde petrol doğalgazı bir girdi olarak kullananlar tarafından değil de finansallaşma yolunda finansal spekülatörler tarafından da kullanılıyordu. Bu da fiyat dalgalanmalarını artırıyor. Oynaklığı sıçratıyordu. Fiyatlar düşme eğilimine girince de finansallaşma yoluyla piyasalara giren spekülatörler de piyasadan çıkmaya başladı. Bu da düşüşü hızlandırdı. Fazla düştüğü görülünce fiyatlar tekarar çıktı ama 60’lar civarında istikrar kazanması söz konusu olabilir.

İŞE YARAMAYACAK
Türkiye, enflasyonu düşürmesi sebebiyle ekonomisinin bundan yararlanacağını düşünüyordu. Evet bir miktar enflasyonu aşağı çekecek etkisi tabii ki olacaktır petrol fiyatlarındaki düşüşün ama Türkiye ekonomisinin bütünü açısından çok fazla bir dinamizm getirmeyecektir. Çünkü Türkiye 40 milyar dolar civarında enerji girdisi olan bir ülke ama baktığımız zaman bunun içerisinde doğalgaz var, petrol var, önceden yapılan sözleşmeler var. Düşüş kadar o oranda bir düşüş faturada olmayacak. 40 milyar dolarlar 30 milyar dolarlar civarına inecek. Evet cari açığa bir nefes aldırma fırsatı verebilir ama Türkiye’nin komşuları, Rusya, Irak gibi ihracatta ilk 6’ya giren ülkeler, Rusya Türkiye’nin en önemli turizm kapısı, bunların gelirlerinin düşmesi Türkiye’nin hem ihracat gelirlerini, hem de turizm gelirlerini aşağı çekecek, tahmin edildiği gibi artı ve eksileri bir araya getirildiği zaman artıların çok fazla bir yüksek bakiye vermediği görülecektir. Nitekim bu görünmeye başlandı. Enflasyonun bir şekilde bu düşük petrol fiyatlarına göre ayarlandı. Şimdi enflasyonun düşüş hızı ciddi bir şekilde yavaşladı. Yüzde yedi buçuk civarından mevcut trend içersinde çok daha aşağıya gelmesi mümkün görünmüyor.

***

BEŞTEPE'DE KRİZ BORAZANI
Bir diğer önemli konu ise ABD Merkez Bankası’nın faiz artırımına gidip gitmeyeceği yönündeki beklenti. Şimdilik bir faiz artırım kararına gitmiyor. ABD Merkez Bankası faiz artırımına giderse Türkiye bu durumdan nasıl etkilenecek?

Türkiye bu süreçten en çok etkilenecek ülke olacak. Şu anda cari işlemler açığı 2014’te yüzde 45 milyar dolarlar civarına gerilese dahi GSYH’nin hâlâ yüzde 5’inin üzerinde. Halbuki Türkiye 2000’li yılların başında bile, yılda yüzde 3,5 büyüme yaşadığı yıllarda bile GSYH’sinin yüzde bir buçuğu kadar açıklar vererek idare ediyordu durumu. Ciddi bir farklı sanayileşme politikası olmadığı takdirde buradan kurtulmak da mümkün değil. Şimdi Köşk veya Saray faktörü eklenince neredeyse bir kriz için Beştepe’den borazan sesi yükselmeye başladı.

***
DÖVİZ KURLARI ENFLASYONU SIÇRATACAK
Erdoğan’ın isteklerini Merkez Bankası uygularsa Türkiye ekonomisi nereye gider?

Üretimin artması, istihdamın artması, ekonominin canlanması gibi bir noktayı hiç göremeden döviz kuru piyasasındaki dalgalanmaları, çalkantıları hatta krizi konuşuyor olacağız. Neden? Çünkü siz çok ciddi cari işlemler açığı veriyorsunuz. IMF’nin yaptığı bir hesaplamaya göre 2015 yılında Türkiye ekonomisinin 225 milyar dolar döviz girişine ihtiyacı var. Bunun 45-50 milyar dolarını cari işlemler açığını kapatmak oluşturuyor, 175 milyar dolarını da vadesi gelecek borçların ana paralarının faizlerini ödemek oluşturuyor. Siz bu kadar yabancı sermayeye bağımlı hale gelmişseniz onun gönlünü hoş etmek durumundasınız. Cari açık doğrudan yabancı sermaye yatırımlarıyla değil, kısa vadeli fon akımlarıyla, özellikle hazine borçlanma senetleriyle, borsaya gelen paralarla finanse ediliyor. Bakıyorlar Türkiye’de faizler yüzde 8-9, dolar cinsinden yüzde 1-2 borçlandığınız zaman arada 7 puanlık bir marj oluyor. Bu arada siz TL’nin daha az değer kazanacağını tahmin ediyorsanız geliyorsunuz. Öyle bir ayarlıyor ki döviz kurları sıçrıyor. Bu da bir taraftan enflasyonu çok sıçratacak bir gelişme.