Cumhuriyet döneminin ilk kadın öğretmenlerinden Refet Angın’ın yaşamını yitirdiği gün binlerce öğretmen Abdi İpekçi Parkı’ndaydı.

Cumhuriyet döneminin ilk kadın öğretmenlerinden Refet Angın’ın yaşamını yitirdiği gün binlerce öğretmen Abdi İpekçi Parkı’ndaydı. AYOP yani Ataması Yapılmayan Öğretmenler Platformu’nun düzenlediği mitinge yurdun dört bir yanından gelmişti öğretmenler... İşsizdiler, öğretmen olmuş ama öğretmenlik yapamıyorlardı. Bulup buluşturdukları paralarla ancak çok küçük bir bölümü gelebilmişti Ankara’ya. Kızını elinden tutup gelen analar, babalar çaresiz turluyorlardı parkın ıslak kaldırımlarını. Gözlerinin taa diplerinde bir umut ışığı aradım. Ama boşuna... Bir ana, heyecanla kürsüden sesleniyordu; “Çok üzülüyorum evlatlarım. Ama ben umutluyum. Sizde umudununuzu yitirmeyin, korkmayın, direnin “Yağmur sağanak halinde yağıyordu. Su giysilerden içe işliyor, ıslak giysiler bedenlere yapışıyordu. Nerdeyse hepsi gençti. Seslerini yağmura, soğuğa rağmen bir kilometre ötedeki Bakanlığa duyurmak için bağırıyor, bağırıyor, bağırıyorlardı...
“Okuduk, okutamadık”
“Lütuf değil hakkımızı istiyoruz” diyorlardı.
Onlar kendini şanslı sayanlardandı. 
Neden mi?
Şanslıydılar, zira intihar eden on bir meslekdaşları gibi henüz bunalıma girmemişlerdi.
Eğitim Bakanı N.Çubukçu üç ay önce 76.721 öğretmen açığından söz ediyordu.
Binlerce okulda, üç-dört öğrenci bir sırayı kullanarak eğitim almaya çalışıyor. Binlerce öğrenci kış kıyamet, saatlerce yol katedip bir şeyler öğrenmeye çalışıyor.
Taşımalı eğitim kurbanı çocuklar gazete manşetlerinden çoktan düştüler. Her okula bir polis koymayı düşünen ceberut düzen yüzbinlerce öğretmeni sokağa mahkûm ediyor. 4 B satatüsünde sözleşmeli öğretmenler üç otuz paraya, yarınlarının ne olacağını bilemeden, bin bir zorluk içerisinde köle gibi çalıştırılıyorlar. Dershanelerde ise binlerce genç öğretmen günde on - oniki saat ders vermek dışında pek çok işe de koşturularak boğaz tokluğuna çalıştırılmaktalar. Bu fotoğraf içinde en şanslı gözüken kadrolu öğretmenlerin çoğu düşük maaşlar nedeniyle geçim sıkıntısı çekmekte. Pek çoğu ikinci iş kovalamakta ve elbette içinde bulundukları durumda kendilerini işlerine verememekteler.
Yüz binlerce eğitim emekçisi örgütsüz. Se ndikalar, ataması yapılmamış öğretmenleri, sözleşmeli öğretmenleri görmüyor, duymuyor. Bırakın örgütsüz öğretmenleri örgütlemeyi, üyelerinin haklarına bile sahip çıkmaktan kat be kat uzaklar. Web sayfalarına giriyorum, gördüğüm şu;
Eğitim Bir Sen, Memur-Sen’in beş yıldızlı otelde verdiği demokrasi kongresiyle meşgul.
EğitimSen Adalet Bakanlığından izin alamadığı için ziyaret edemediği çocuklarla meşgul...
Eğitim-İş katsayı ve Uğur Mumcu anmasında takılıp kalmış.
Öyle bir ülke ki, Eğitim Bakanlığı’nın da Eğitim emekçileri sendikalarının da gündemlerinde öğretmen yok.
Eğitimi sermayeye açan piyasacı AKP hükümeti için durum hiç şüphesiz kast içermekte. Sendikalar içinse en masumundan bilinçli taksir. Her iki durumda da suç sabit.
Suçlularsa her zamanki gibi ellerini kollarını sallıya sallıya bu coğrafyada dolaşmakta.
Karl Jasper’ın politik suçluluları da dahil... Gelinen noktada masum değiliz hiçbirimiz… Öyle miyiz değil miyiz?  Bu yazı tamamlandığı saatlerde, TEKEL işçilerine hükümet kapıları kapatmış, emek örgütleri genel grevi konuşmak üzere salı sabahı onda randevulaşmışlardı.
Hep birlikte Brecht’in çemberi dışına çıkma sınavındayız. Kopya çekmenin mümkün olmadığı bir sınav bu. Yanıtları olamayan, yanıtları yaratılmak zorunda olunan bir sınav.