Çakallarla Dans filmiyle geniş kitlelere ulaşan yönetmen Murat Şeker, ‘Aşk Mevsimi’ filmiyle vizyonda seyirciyle buluşuyor. Şeker, “Sanata ve kültüre en çok ihtiyaç duyan toplum kesimleri bunun bilincinde değil” diyor.

Sinema cesaret işi

Işıl ÇALIŞKAN

Birçoğumuzun Çakallarla Dans serisi ile tanıdığı Murat Şeker, bu kez bir aşk filmiyle seyirci karşısında. “Hayatınızın aşkını mı? Yoksa hayat arkadaşınızı mı seçerdiniz?” sorusu üzerinden yıllara yayılan bir aşk hikâyesini konu alan Aşk Mevsimi vizyonda sinemaseverlerle buluşuyor. Yönetmenliğini Murat Şeker’in üstlendiği, senaryosunu Ali Tanrıverdi ile Murat Şeker’in birlikte kaleme aldığı filmin başrollerini Dilan Çiçek Deniz ve Cem Yiğit Üzümoğlu paylaşıyor. Yönetmen Şeker ile hem filmini hem de sinema serüvenini konuştuk.

Fotoğraf: BirGün

‘Aşkın mevsimi olur mu?’ sorusuyla başlamak isterim…

Bildiğimiz anlamda değil. Mevsim deyince genelde bize öğretilen mevsim akla geliyor ama bence her insanın kendine has bir aşk mevsimi var. Kendi zamanlaması var, bu yaşa göre, kişisel hayatın akışına göre değişken. Yaz ya da kış değil bu ama bir mevsimi var. O da sizin kim olduğunuza ve ne yaptığınıza bağlı.

Bu tüketim çılgınlığının yaşandığı dönemde ‘Nerede o eski aşklar’ dediğimiz zamanlardayız. Tüketim çağında aşk filmlerine ilgi nasıl etkilendi?

Ben yıllarca kitle sineması yaptım, halk sinemasını savundum. Komedi filmleri yaptım, bunların çoğunda gişede başarılı olduk. Aşk Mevsimi şu an ilk haftası geçtikten sonra benim en düşük açılış yapan filmim oldu. Tüketim toplumu saiklerine boğulmuş toplumumuz bizim filmin içinde kullandığımız şiir, resim gibi sanatsal argümanları pek şey yapmamış gibi gözüküyor. Filmi izleyenler çok beğeniyor ama talep yok. Piyasada gel-gel yap derler. Filmin gel-gel’i yok. Bunun için de bir çaba sarf etmedik, zaten böyle bir film değil ama seyir zevki olan, teknik kalitesi yüksek, görsel anlatımı yüksek bir film yaptık. Ama sadece filmin içine ve fragmana özellikle koyduğumuz resim ve şiir gibi öğeler ve toplumun bir kesimi veya geneli için sanırım tüketim topluluğu dinamiklerine uygun kabul  edilmediği için reddedildi. Yani mesafeli yaklaşılıyor. Bunu tecrübe etmiş oluyoruz. Toplum sürekli devinen, dönüşen bir şey ama AKP iktidarında geçen bu 20 yıl içerisinde televizyonlarda kültür sanat programları kalmadı. Eskisi gibi entelektüel televizyon tartışmaları olmuyor. Sanata ve kültüre en çok ihtiyaç duyan toplum kesimleri bunun bilincinde değil ve daha da kötüsü bizim “Aşk Mevsimi’nde” olduğu gibi bunu öne çıkartan bir iş veya bakış açısı olduğunda da reddediliyor. Bu tehlikeli bir gidiş.

Çakallarla Dans bu tehlikeli gidişe akıllıca bir tepki gibi. Hem popüler hem de alt metni var…

Çakallarla Dans, 7’ncisini yapacağız. Maddi manevi yolumuzu yaparız. Çakallarla Dans’ı da yıllarca yapma sebebimiz son yıllarda eleştiriden, muhalefetten, taşlama ve hicivden vazgeçmeden ve toplum tarafından da kabul edilmiş tek komedi serisi. Çakallarla Dans’ın altı boş değil. Her zaman toplumdaki köhnemiş birtakım çakallık ya da siyasi ya da mahallede geçen açgözlülüğü, tüketim toplumu kurbanlarını konu edindik. Üstte bir kaba güldürü gibi gözükse de altta da eleştirimizi ve muhalefeti yapmaktan hiç çekinmedik. Toplumda karşılık gördü ama bunu yapan ve toplumla bir gönül bağı kuran ben dahil biraz olsun bir sanatsal içerikli bir film yaptığımda ulaşamıyorum. Bu da çok enteresan. Toplum bizi hem komedi filmlerimizle maddi manevi ödüllendirirken “sadece sen onu yap” diyerek de cezalandırıyor.

Farklı türlerde filmler yapan bir yönetmensiniz, ülkedeki politik atmosfer sizin üretimlerinizi nasıl etkiliyor?

Giderek artan saçma bir baskıcı zihniyet var. Biz 2010 yılında ilk Çakallarla Dans’ı yaptığımızda sadece argo ‘bip’lenerek yayınlanmış ve reytinglerde birinci olmuştu. Filmin süresi 103 dakika. İlk filmden bu yana 14 yıl geçti. Şu an herhangi bir yerde Çakallarla Dans yayınlansa 103 dakika değil, böyle 88-90 dakika olarak yayınlanıyor. Bizim Çakallarla Dans’ın birinci filminin bu seyri Türkiye’deki siyasi atmosferin nasıl olduğunu anlatıyor. Yani 2010 yılında da bu ülkede tartışmalar vardı. FETÖ sazı eline almıştı, Ergenekon-Balyoz vardı, o vardı bu vardı ama sinemada bir şey yoktu. Sinema yapımcının, yönetmenin cesaretine bağlı.

Peki yeterince cesur musunuz?

Bence cesurum. Ama televizyonlara çıktığında iş bipleniyordu. Filmde komik olsun diye Servet ve Fatma’nın öpüşme sahnesi var. Şimdi artık o sahne yok. RTÜK avukatlar aracılığıyla bir seminer yaptırıyor. Seminerde “televizyonda bir film nasıl olmamalı” diyerek Çakallarla Dans’ı gösteriyorlar zaten. Demek istediğim bu film birinci olmuştu ve biz ilk filmde çok ciddi bir eleştiri yağmuruna tutmuştuk herkesi. Dolayısıyla ülkemizdeki bu siyasi ortam keyifsizleştiriyor üretimi. Gösterdiğimiz duruş, sosyal medyalardaki tepkilerimiz veya birebir bazı toplumsal gösterilerin içerisinde yer almak çok normal zaten. Yani nefes alan bir insan bazı şeylere hayır, dur diyebilmeli. Ama yalnızlaşıyorsun, hatta bir kere başka bir yapımcı arkadaşım, “Biz ticaret yapıyoruz, ucuz kahramanlık peşinde değiliz” dedi. Polemiğe girmedim. O zaman inşaatçı olsaydın keşke. Türkiye’deki sinemada arada bir tampon vazifesi gören bir ekibiz yaptığımız filmlerle de duruşumuzla da. Daha çok futboldaki orta saha oyuncuları gibiyiz. Defanstan topu ileriye taşıyan. Ne işin tamamen ticaretinde olan gişe sinemacılarıyız ne de devlet bize baksın diyen art house’culardanız. Dolayısıyla seçtiğimiz yol ve rol zor ama alıştık.