30. Adana Altın Koza Film Festivali’nin başlamasına sayılı gün kala festivalin yönetim kurulu başkanı Menderes Samancılar ile bir araya geldik. Adana’yı, Yılmaz Güney’i ve Altın Koza’yı anlatan Samancılar, seneye festivali bırakabileceğini söyledi.

Sinemanın kalbi 30’uncu kez atacak: Yılmaz Güney’ler hep var olacak
Fotoğraf: AA

Emrah KOLUKISA

Meslekte 50’inci yılını kutlamaya hazırlanan Menderes Samancılar gelecek sene bir biyografi bir de şiir kitabıyla çıkacak karşımıza. Ama o bir süredir oyunculuğun yanı sıra festivalcilikle de haşır neşir. 2019’dan bu yana doğup büyüdüğü Adana’nın biricik festivali Altın Koza’nın yönetim kurulu başkanlığını yürütüyor. Bu yıl 18 – 24 Eylül tarihleri arasında 30’uncu kez düzenlenecek festival öncesi bir araya geldik Menderes Samancılar ile ve yemek eşliğinde keyifli bir sohbet yaptık; tabii geride kalanları da anarak…

Menderes SAMANCILAR

Son yıllarda Adana Altın Koza Film Festivali farklı bir yola girdi. Sizin başını çektiğiniz yeni bir ekip var artık. Biraz anlatır mısınız, nasıl başladı ve nasıl gidiyor?

Şöyle aslında bizim çalışma kararımızı Zeydan Karalar almış. Zeydan başkan… Beni bir gün Nebil aradı, Özgentürk, dedi ki Adana'ya gitmemiz gerekiyor. Timur (Savcı), sen, ben dedi. Zeydan Bey bizle bir görüşme yapmak istiyormuş. Tamam dedik, atladık uçağa gittik, oturduk, Başkanla görüştük. Altın Koza’nın yönetim kurulunu bizlerin oluşturmamızı istedi. Şimdi hiçbirimiz festivalci değiliz. Ben tabii birçok ödül de alsam, festivallerde de geçmiş ömrümüz elli yıllık sinema hayatımızda falan ama… Dedim tamam, yani ilk sene için dedim, yapalım, destek olsun diye biz yönetimde olalım. Timur, Nebil, ben, bir de Acun Akademi’nin yöneticilerinden Gökhan Mutlay yönetim kadrosuna girdik. Tabii rahmetli Kadir Beycioğlu vardı. Yıllardır festivalin idaresi ondaydı biliyorsun, biz biraz da onun rahatlığıyla evet dedik. Sonra sağolsunlar arkadaşlar beni başkan yaptılar, yani zorla yaptılar aslında, sen sinemacısın başkan ol dediler. E tamam dedik, yönetimi oluşturduk. Benim de rahatlığım Kadir Beycioğlu'nun festival direktörü olmasından. Öylece başladık işte. Düşündüğümüzden çok daha güzel oldu. Ahenkli oldu. Sektördeki arkadaşlarımız, mesai arkadaşlarımız, dostlarımız, herkes de bize destek verdi. Katılmak da bir destek çünkü. Festivalin içinde yer almak en önemlisi… İlk yıl biz aslında Cüneyt Cebenoyan ile çalışacaktık. Çok  güzel arkadaşımızdı biliyorsun ama onu çok acı şekilde kaybettik. Cüneyt'in ölümü tabii yüreğimize gölge düşürdü. İkinci yıl Kadri Beycioğlu'nun çocuğunu kaybettik. Üçüncü yıl Kadir Beycioğlu'nun kendisini kaybettik. Üçüncü yıl Kadir'in yokluğu bizi çok zorladı haliyle. Kadir olsaydı daha başka noktalara daha güzel gidişlerimiz olurdu. Onun hem dünya genelinde ilişkileri çok iyiydi hem Türkiye’de… Tabii bu arada biz bunlarla yürürken yine Alin Taşçıyan ve Esin Küçüktepepınar ile birlikte koordine olarak yürüdük. Çok iyi bir ekibiz. Hala da birlikte yürüyoruz zaten. Bugün geldiğimiz noktaya baktığımızda ise festival kendi rutininde artık, meltemi, rüzgarı almış küçük bir yelkenli gibi gidiyoruz. Burada önemli olan festivalimize hiçbir şekilde gölge düşürmeden devraldığımız gibi temiz bir şekilde devam etmek. Bu seneyi de  yapacağız kısmetse. Ama sonraki seneyi ben en azından kendi adıma düşüneceğim. Çünkü yoruldum. Kendi işimi yapmakta zorlanıyorum bu sefer. Çünkü mesleki sorumluluklarım var ve bir de meslektaşlarıma sorumluluk var Festivallerde çalışırken bunları da yerine getirememenin de çok sancısını yaşıyorum.

Kadir Beycioğlu’nun vefatı çok büyük acı oldu gerçekten de. Onun boşluğu kolay kolay dolmaz. Festivalde onun ardından bir görevlendirme oldu mu?

Hayır… Yani aslında bir festival direktörü arayışlarımız da oldu. Fakat ya düşündüğümüz kişiler çalışıyorlar başka festivallerde ya da biz aradığımızı çok bulamadık. Zaten Kadir’in yeri dolmaz, asla kimse kimsenin yerini dolduramaz. Biz bunu tabii ki çok iyi biliyoruz hepimiz. Kadir'in boşluğu dediğim gibi hepimizi festivalde daha çok yordu. Adana'da işte benim başkan yardımcım İsmail Timuçin var. Orada bütün bu koordinasyonun başında Ceren Yazıcıoğlu var. Ayşegül'ümüz var. Hüseyin Orhan var, diğer festival genel müdürümüz. İsmail de genel koordinatörümüz. Ama festival direktörümüz yok. Biz festival direktörünü görevini hepimiz paylaşmış olarak yürütüyoruz.

Festivalin kurumsallaşması meselesi önemli geliyor bana. Bu konuda yeterli altyapı var mı?

Ben yıllardır biliyorsun gidiyorum Adana Film Festivali’ne. Nebil ile birlikte geçmişte de hep giderdik, hatta yapılmadığı yıllarda da çok gittik. Festivalin yapılmadığı yıllar dediğim, işte Van'da deprem oldu mesela bizim festival dört yıl geriye gitti. Kocaeli depremi oldu, Düzce depremi, bizim festival beş yıl geriye gitti. Doğru. Ama yani sonradan sebepsiz yere de durmalar oldu. Bu durmalar aşamasında, hatta Necip Sarıcı var, Yılmaz Köksal var, ikişer defa onlarla beraber gittik, Nebil'le beraber. Ben en azından kendi adıma belki daha bağımsız onlardan önce birkaç defa fazla gittim. Ama genelde Nebil, Sarıcı ve Yılmaz Köksal'la birlikte Adana'ya bu festival başlasın diye çok gittik. Ben tek başıma gittiklerimde Adana televizyon programlarına da çıktım hatta. Özellikle Nevzat Uçak’ın sahibi olduğu gazete bizi çok destekledi. Sadece bu festival tekrar yapılsın diye. Ben gerçekten bugüne kadar emek verenlerin ve Çukurovalıların adına Nevzat Uçak’a yüzlerce teşekkür ediyorum. O festivalin yapılmadığı dönemlerde resmen bir seferberlik bayrağı açtı ve Milli Mücadele örneği gösterdi. İşte biz o zamanlarda da dedik ki, belediye başkanı istemeyince festival yapılmaz diye bir şey yok. Belediye başkanı değişiyor, festival duruyor. Kimi illerimizde biliyorsunuz vali değişir, festival iptal edilir. Biz garip bir ülkeyiz. Yani bunları yaşadım. Aslında festivalin özerk olması lazım. Yani Adana'nın özerk bir film festivali olması lazım. Bunun çalışmalarını Zeydan Başkan’ın da yaptığını biliyorum. Hatta şeyi de konuştuk, bütün festivalin yapılacağı büyük bir kültür merkezimiz yok. Adana'nın kültür merkezi yok. İçinde sinema salonları olsun, sergiler olsun, heykeller olsun anladın mı? Eğer böyle bir oluşum olursa başkanın ilerideki hedeflerinden biri özek bir film festivalinin olması. Çünkü Adana’da geçen yılların eski belediyeleri özellikle Altın Koza'ya borç bırakarak gitmiş. Bugün Zeydan Başkan döneminde bu borçlar da ödeniyor bir yandan. Onun için elimizdeki ekonomik yeterlilik çok parlak değil. Biz de idare ediyoruz. Konuk sayısına kadar kontrollü olmak zorundayız.

Tabii, öyle, çünkü Adana olsun, Antalya olsun, bütün Yeşilçam orada olmak istiyor. Bütün kuşaklar gelmek istiyor. Çağırmazsan sitem ediyorlar, değil mi?

Tabii bu konuda da çok sıkıntı çekiyorum. Çünkü koca bir sektör. Ama ne yapıyoruz? En azından onur ödüllerini kimlerin alacağını dizayn edebiliyoruz. Her yıl mutlaka sektörümüzden arkadaşlarımızı, eski arkadaşlarımızı, bugün meslekte bulunmayanları bile üçer beşer konuk edip hep ağırlamaya çalışıyoruz ve ağırlıyoruz. Zaten bu boynumuzun borcu. Biz Yeşilçam'dan gelen bir kültürüz, hemen arkamızı dönüp gitmemiz mümkün değil. Ben asla ne o yetmiş dört yılına geldiğim bugüne kadar sokakta yürüdüğüm arkadaşlarımı unuttum, ne de bugünkü beraber çalıştığım genç kuşağı inkar edebilirim. Hepsine elimizden geleni yapmak zorundayız. Ama işte bütün bunların olması rahat bütçelerle olacak şeyler. Festivaller özerk olduğu zaman biz bu destekleri, sponsorları çok daha kolay alacağız. E çünkü sponsorlar festivalin sponsoru olduğu zaman belediyeye yardım yapmış gibi hissediyor kendileri. Tabii iktidar bakıyor buna. Siz şu bizden olmayan belediyeye yardım etmişsiniz, der mi, demez mi? Der tabii ki. Demesi de normal yani çünkü şey gibi hem ülkeyi beraber kurtarmaya çalışıyıruz hem de rakip firmayız gibi. Yani şey gibi, Cumhurbaşkanı hepimizin cumhurbaşkanı ama en çok biber gazını biz yiyoruz niyeyse.

Çünkü o partili cumhurbaşkanı…

Evet. Partisiz bir cumhurbaşkanı dönemi geldiğinde bütün bunlar daha kolay olacak diye düşünüyorum.

Olur da belediye seçimlerinde AKP kazanırsa ne olacak festival sizce, düşündünüz mü?

Hiçbir düşüncemiz yok. Önce o gün gelsin o güne öyle bir bakalım. Ama bunlar da herhalde AKP de gelip festivali durduracak hali yok yani. Film festivalini yok edecek, kaldıracak hali yok. Ama tabii geçmişte gördük, hatta bugün de bir sürü festivaller, konserler, iptal ediliyorken bilemiyorsun. Çünkü kendi hükümlerini rahat sürdürdükleri alanlarda bu yasakları yaşıyoruz. Dileriz ki Adana'ya böyle bir uygulamaya kalkmazlar. Çünkü Adana bu ülkede hiçbir şehrin benzemediği bir insan kitlesine sahip. Kültür olarak da, ülkeyi belirleyen ekonomik yapısıyla da, Adanalı böyle bir film festivalinin kaldırılmasını asla göz yummaz. Öyle bir yasak getirmek ülkenin kaderini değiştirmek olur.

Adana tabii sinemamız açısından çok hayati bir kent. Eskiden de İstanbul’dan sonra Yeşilçam’ın en çok rağbet gördüğü yerdi, değil mi?

Tabii işletmeciler için, çekilen filmler için öyleydi. Önce pazarlıklar Adana'daki işletmecilerle yapılırdı. Hatay da buna bağlıydı, Antep de, Gaziantep de, bütün güneydoğuda bölgesi... Hepsinin çıkış noktası Adana'ydı. Hatta öyle bir dönemler vardır ki zaten bunu Arif abinin Apo Dayı'nın belgesellerinde de görmüşüzdür, Adanalı işletmeci arar İstanbullu yapımcıyı. der ki bana bir Cüneyt Arkın, bir Fatma Girik filmini hemen yap gönder veya bir Aydemir Akbaş filmi… Böyle olurdu. Bir tek Yılmaz Güney'in filmlerine bu çağrı gelmezdi, çünkü Yılmaz Güney'i filmleri çekildiği andan itibaren bütün sinema salonlarını kapatırdı zaten. Yani o tek başına bir sinemaydı çünkü o dönem itibariyle baktığımızda, bugünkü büyüklüğü de tartışılamaz zaten.

Bugün hala dünyada herhalde Türk sineması denince ilk akla gelen isim o.

Bizim için geçmişte de öyleydi. Yani mesela çocukken biz yürümeye başlayıp, koşmaya başladığımızda bir tane sinema oyuncusu vardı önce, Yılmaz Güney'di. Bugün baktığımızda dünya sinemasına veya dünya sanat bileşenlerinin bakış açısında bizim sinemamızda tek isim var, o da Yılmaz Güney. Bizim için de böyle. Baktığımızda en iyi mücadeleyi veren sinemacılarımız var ama Yılmaz Güney hep bayrağı taşımıştır. Yani hatta şey desem bile abartılı olmaz, Yılmaz Güney de bizim sinemamızın Deniz Gezmiş'idir yani baktığımızda. Başka bir benzetme ama bizim için öyleydi. Çünkü biz Yılmaz Güney'in yediği dayağa da tahammül edemezdik, onun uğradığı ihanete de. Çünkü öyle toplumsal hikayeler anlatırdı ki biz içinde kendimizi görürdük. Bugün Deniz Gezmiş'in koştuğu, attığı adamlar da bizim için öyle. Niye öldüğünü, niye vurulduğunu, niye idam edildiğini biz hepimiz biliyoruz. Halk için mücadele etmiştir. Ama halk sanatçılarına, devrimcilerine ne denli sahip çıkmıştır? Bu da tartışılır. Çünkü halkın bu imkannıı ellerinden aldılar. Ellerinden aldılar halkın eli kolu bağlı kaldı. Ama bu ülke sanat tarihi ve bu toplum var olduğu sürece Deniz Gezmiş ve Yılmaz Güney bu ülkenin her zaman neferi olacaktır.

Depremi de konuşalım… Adana da 6 Şubat depreminden etkilenen şehirlerden biri. Sizin ne gibi gözlemleriniz oldu deprem sonrası?

Ben deprem bölgelerine hemen gidemedim, koah hastasıyım, nefes sorunum oluyor. Ama tabii sosyal medya sayesinde her şeyi yakından takip ettim. Hiçbir şeyi görmezden gelme şansımız yok artık. Her şeyi gördük ve şahit olduk. Çok acılı bir süreç geçirdik. İnsanlar büyük ölçüde hayal kırıklığı yaşadılar. Bugün bile hala insanlar konteyner savaşı veriyorsa, çadır savaşı veriyorsa, açlıkla mücadele ediyorsa demek ki büyük zaafları var iktidarın. Büyük zaafları var. İstedikleri noktaya ulaşamadılar ve bu halk da mutlu olmadı. Halkımız acı çekerken bizim de mutlu olmamız beklenemez zaten. Adana da bu depremden nasibini alanlardan fakat en büyük depremi Hatay gördü tabii. Hatay'ın böyle bir depremi aslında Yaşaması hepimizi çok derinden sarstı. Ülke olarak da. Bir ara acaba bu sene yapmayıp festivali ertelesek mi diye de düşündük açıkçası. Ama sonra baktığımızda bütün festivaller yapılıyor. Hatta biz festivalimizi yapalım, Hatay'ı da unutmadan, hem acılarımızı görelim hem festivalimizi yapalım. Çünkü sanatın en büyük tarafı iyileştirici özelliği olması, insanları tedavi etmesi. Biz de bu vesileyle, sanat ve festival vesilesiyle düşüncelerimizi söyleyelim. O insanlara tekrar sahip çıkmanın veya onların yanında durmanın büyük bir erdem olduğunu ve bunun hepimizin boynunun borcu olduğunu bu ülke halkına tek tek anlatalım. Dolayısıyla iktidara anlatalım. Çünkü halk elinden geleni yaptı. Gerçekten çok büyük yardımlar toplandı. Fakat bugün gittiğimizde ortada hiçbir şey yok. Deprem bölgesine yardım yapılırken ekin tarlaları rant uğruna parsellenmeye başladı. Şimdi bir tarafta ormanlarımız yanıyor, bir tarafta zeytinlerimiz sökülüp ana vatanından ediliyor… Neyi, nasıl, nereden tutacağız? Bu ülke nasıl tedavi edilecek? Bunu anlamak mümkün değil. Böyle bir ekonomik göçük yaşarken aslında büyük bir kaos yaşıyoruz. Biz bütün bunların içinde bu festivalin yapılmasının daha doğru olacağına karar verdik. Ama hem içimiz buruk olacak hem de depremde de kardeşlerimizle büyük bir dayanışma içerisinde olacağız. Bununla ilgili düşüncelerimiz var, somut fikirlerimiz var, hala konuşuyoruz ama çok yakında herşey belirlenecek.

Bu yılın en önemli yanlarından biri de tabii Cumhuriyetin 100. yılı olması. Öte yandan son zamanlarda özellikle laiklikle ilgili ciddi geri gidişler var…

Evet, belki de yüzüncü yılı tersine mi çevirmeye çalışıyorlar bilmiyorum ki. Ama bu ülkeye öyle bir temel atılmış ki bu ülkenin bu temelini sarsacak bir dinamit henüz yapılmadı. Yani öyle sağlam temeller atılmış.  Onun için içimiz rahat. Biz hepimiz, eğer sanatçı diyorsak kendimize, cumhuriyeti korumak, cumhuriyetin ilkelerini savunmakla yükümlüyüz. Çünkü bu ülkede herkesin kardeşçe ve barış içerisinde yaşamasını şiar edinmişiz. Başka da bir düşüncemiz yok. Hepimizin karnı doysun ve çağdaş, demokrat bir ülke olarak yolumuza devam edelim

Bu arada festivaldeki yarışma filmlerinden biriyle ilgili bazı iddialar çıktı, sizin haberiniz var mı bundan?

Evet, gördüm. Bir gazete ‘Altın Koza’ya kara leke düştü’ diye başlık atmış. Ya herhalde hayatınızda kara leke görmediniz ya da kara lekenin ne olduğunu bilmiyorsunuz. Bu mudur? Yani ülke o kadar çok skandallarla sarsıldı ki, ayakkabı kutularından para sayma makinelerine kadar, Halkbank krizine kadar bu kadar çok şey yaşadı, siz ülkeye kara leke düştü demediniz. Bir filmin yönetmeni, afişi sanki biz değiştirmişiz gibi, itiraz ediyor… Bu tamamıyla yapımcıların kendi insiyatifinde olan bir şey. Sen bize filmin afişini, filmin künyesine göndermişsin, bunlar oynuyor, bunlar, bunlar, bunlar demişsin, biz de bunu uygulamışız. Nerede burada kara leke? Kara leke atmasını bile beceremeyen bir toplumla karşı karşıyayız. Ben bu arada Adana basınına çok teşekkür ediyorum. Çukurova'da çıkan tüm gazeteler, yayın yapan medya organları, hiçbirinin daha şu ana kadar festivalin aleyhinde tek satır yazdıklarını görmedim. Hepsinin bir ilkesi var, diyorlar ki biz Adanalıyız ve Adana'ya ihanet etmeyiz. Festival bizim festivalimiz, bir hata görürsek, gelir size söyleriz düzeltmeniz için. Ama biz kendi ayağımıza kurşun sıkmayız.

Adana demişken bir de sizin de rol aldığınız “Magarsus” dizisinden bahsedelim. Kendisi de Adanalı olan Yunus Ozan Korkut’un yönettiği ve Adana’yı anlatan, bence bir hayli de gerçekçi görünen bir dizi. Siz nasıl buldunuz?

Şimdi hikaye Adanalı. Yönetmen Adanalı. Anlatılan bir Adana hikayesi. Dolayısıyla insanları mutlaka cezbeder. Tabii ki daha önce yapılan başka işler de oldu, “Bereketli Topraklar Üzerinde” gibi, “Bir Zamanlar Çukurova'da” gibi “Zıkkımın Kökü” gibi, say say bitmez. “Magarsus” neticede portakal üreticilerinin ve emekçilerinin ciddi sıkıntılarını anlatıyor. Asıl gözümüzden kaçan meselelere parmak basıyor. Yani inkar edilemez bir yapısı var. Argo tarafları da var, dili de var. Ben dizinin çekildiği bölgeye de gittim, orada insanlar hep ‘bizi anlatıyor’ diyorlar. Çukurovalıya kendi gerçeğini ayna tutarak göstermiş. İşte bu tür projeler yapıldığı sürece, topluma kendini göreceği aynaları tuttuğumuz sürece de bu ülkede aydınlanmak kaçınılmaz olur. Onun için “Magarsus” şapka çıkarılacak önemli yapıtlardan biri bence. İnşallah devamı gelir.