Merkezi Paris’te bulunan Reporters Sans Frontières (RSF)/Sınır Tanımayan Gazeteciler örgütü, 2011-12 için dünyada basın özgürlüğü sıralamasını geçtiğimiz günlerde yayınladı. Türkiye geçen seneki 138. konumundan on sıra geriye giderek Rusya’nın bile gerisinde düşerken, konu son günlerde basınımızda bir nebze yansıtıldı. Ayrıntılar ise kısıtlı aktarıldı, zira basın özgürlüğünün yanısıra, RSF’in diğer raporlarında ve sıralamalarında bir de İnternet özgürlüğü var. 22 Kasım’da Güvenli İnternet adı altında yürürlüğe sokulan BTK filtre sistemini RSF “Gizli sansür zihniyeti” nitelemişti zaten. İnternet sansürü açısından Türkiye’yi “gözlem altındaki” ülkeler listesine alarak, “YouTube üzerindeki blokaj kaldırılmış olsa da, hala Türkiye’de binlerce siteye erişim engelleniyor” diyor. Başbakan dahil birkaç siyasetçiye Facebook’taki sayfasından “hakaret ettiği” için sorgulanan İnternet kullanıcısının vakasını da “gülünçlüğün zirvesi” niteliyor.

Basın özgürlüğü ülke raporunda RSF, ordunun siyaset üzerindeki gücünün azalmasını olumlu karşılarken, hukuk sisteminde baskıcı ögelerin hala büyük ölçüde hissedildiğini belirtiyor. RSF, “Her ne kadar gazeteciler Kürt sorununu, azınlıkları veya birçok mahkeme sürecini tartışabiliyor olsa da, sonuçlarına katlanmak zorundalar: soruşturmalar çığ gibi yağıyor, verilen cezalar çok ağır ve geçici göz altı süreçleri abartılı olarak kullanılıyor” diyor. Ancak Türkiye’de AKP iktidarına doğrudan bir gönderme yapmak yerine, bir sonraki cümlede dolambaçlı bir yoldan “devletin her kademesinde yaşanan iktidar savaşı basının giderek gerginleşmesine ve yeni tabuların meydana çıkmasına neden oluyor” ifadesi tercih edilmiş. Yıllarca askeri yöneticileri -haklı olarak- “Basın Düşmanı” ilan eden RSF, “ileri demokrasimizi” yönetenleri neden doğrudan eleştiremiyor, merak ediyorum doğrusu. Halbuki başka ülkelere baktığınızda, birçok sivil lideri “özgürlük düşmanı” nitelemiş. Türkiye’de olan biten hakkında sadece adalet mekanizmasını eleştirmek ve sorumlu tutmak yetmez...   

Örgütün ülke ayrıntıları sayfasına girerseniz, Türkiye’de sadece 6 gazetecinin (!) tutuklu olduğunu bizim gibi büyük bir şaşkınlıkla fark edeceksiniz. Bu rakamın gerçekleri yansıtmadığını belirterek RSF yetkililerine açıklama sorduğumuzda, RSF’in “tutuklu gazeteci” tanımının farklı olduğunu, bu yüzden de bizler için tutuklu kapsamına girenlerin kendi ölçütlerine göre girmediğini belirttiler. Oysa yine örgüt sitesinde yer alan sıralama ölçütlerine ilişkin açıklamalar ekini açıp kullanılan sorulara baktığımızda, Türkiye’de basın özgürlüğü ihlallerinin tam da bu değerlendirmeye girdiğini gördük. Örneğin, bu açıklama belgesinde, “1 Ocak 2010 ile 30 Kasım 2011 arasında kaç gazeteci, medya destekçisi veya ifade özgürlüğü savaşçısının” sekizinci soruda “sorgulandı veya göz altına alındı”; 9. soruda “yargılanmadan tutuklandı”; 10. soruda ise “mesleklerini icra ettikleri için veya basın suçu yüzünden hapis cezası yedi” diye soruluyor. Ve bu durum tüm soru listesi için geçerli. Yani bu sorulara uygun düşen sadece 6 gazeteci görünüyor! Bilgi için, tutuklu gazetecilerimizin (tutuklanma tarihi sırasıyla) isim listesi ise şöyle: Vedat Kurşun, Bedri Adanır, Ozan Kılınç, Ahmet Şık, Nedim Şener ve Ragıp Zarakolu.

Son günlerde üst üste yayınladıkları bildirgelerde, RSF Hrant Dink cinayeti davasının kararının rezaletini ve çelişkilerini son derece doğru ve yerinde saptamalarla eleştirdi, ancak bu dava dışındaki diğer tüm konularda bu denli dolaylı davranmasının nedenini sorgulamak gerektiğine inanıyorum.

Bu yazıya bir durum değerlendirmesi özeti yapmak için başlamıştım. Ancak örgüt sorumlularına bizzat belirttiğim ve düzelteceklerini söyledikleri Türkiye tespitlerinin “düzeltilmiş” halini görünce (tutuklu gazeteci sayısı 2010’da 8’den 2011 sonunda 6’ya indi!), birlik olup bir açıklama talep etmek için meslektaşlarımı uyarmak istedim.