Batı Afrika’da köle çocuklar olduğu gerçeğinin apaçık görülmesi tek başına yeterli değil. Kakao ve çikolata şirketleri bu konu gündeme geldiğinde çeşitli inkâr, saptırma ve oyalama taktiklerine başvuruyor.

Şirketler çocuk köleleri gizliyor

2000 ve 2001 yıllarında üretilen bazı belgeseller ve makaleler, Batı Afrika’nın kakao çiftliklerinde çalıştırılan çocuk köleleri tüm dünyaya göstermiş ve uluslararası düzeyde sert tepkilere neden olmuştu. Açığa çıkanlar maalesef daha önce ‘görülmemiş’ şeyler değildi. Kakao bitkisi 19’uncu yüzyılda Afrika’da ekilmeye başlandı ve kakao çiftliklerinde kölecilik uygulamaları daima tartışılan bir konu oldu. Tüketici pozisyonunda olan Avrupa ve Amerika ülkelerinde farklı dönemlerde, farklı eylemler yapıldı.

20’nci yüzyıla gelindiğinde Portekizliler São Tomé ve Príncipe bölgelerindeki kakao çiftliklerine köleler getiriyorlardı. Harper’s Dergisinin desteğiyle iddiaları araştırmak için bölgeye giden İngiliz gazeteci Henry Woodd Nevinson süreci detaylıca tarif etmişti. São Tomé ya da Príncipe’ye varan kölelere, burada çalışmak isteyip istemedikleri soruluyordu. Nevinson’ın, yazdığına göre “Çoğu zaman yanıt gelmiyor, kimse de buna dikkat etmiyordu. Hemen ardından imzalatılan sözleşmenin süresi genellikle beş yıl oluyordu.”


Bu sözleşme sayesinde Portekizliler ya da Avrupalı kakao markaları bu kişilerin köle değil, sözleşmeli çalışanlar olduğunu iddia edebiliyorlardı. Fakat sözleşmenin hiçbir anlamı yoktu. Çünkü kölelerin beş yıl boyunca kakao çiftliklerinden ayrılmaları yasaktı.

ŞİRKETLER ÇOCUKLARA AĞIR SÖMÜRÜ DAYATIYOR

O zamandan bu yana bazı şeyler değişti. Modern kölecilik çoğunlukla çocuk kaçakçılığı üzerinden yürütülüyor ve çocuklara ‘kullan at’ emek gözüyle bakılıyor. Tabii değişmeyen şeyler de var. Mesela kakao alıcıları ve çikolata üreticileri, çocuk köleler konusu gündeme getirildiğinde çeşitli inkar, saptırma ve oyalama taktikleri kullanıyorlar.

Uygulamalar 2000 yılında yayınlanan “Kölecilik: Küresel Araştırma” isimli belgeselde yayınlandığında çikolata endüstrisinin ilk tepkisi, sektörde çocuk köleler kullanıldığını inkar etmek oldu. Çikolata tüketicisi olan ülkelerdeki sivil toplum platformları ise çocuk köleciliğinin önlenmesi için kampanyalar yürüttüler. ABD’deki kampanya, ülkenin kölecilikle olan tarihsel ilişkisi sebebiyle oldukça başarılı oldu. ABD’li meclis üyesi Eliot Engel tarafından tasarlanan yasa sayesinde ABD’li çikolata üreticilerinin ‘köle emeği içermez’ sertifikası almaları zorunlu kılınacaktı.

Çikolata şirketleri ilk etapta profesyonel lobicilerden medet umdular ve yasa tasarısına engel olmaya çalıştılar. Sonrasında değer zincirlerinde çocuk köleliği ‘olabileceğini’ kabul ettiler ve farklı bir yaklaşım benimsediler. Farklı sektör paydaşlarıyla bir araya geldiler ve Harkin-Engel Protokolünü imzaladılar. 2000-2001 kampanyasını yatıştıran gelişme bu oldu fakat yaptıkları yalnızca taktiksel manevraydı.

MAHKEME KARARI HEZİMET YARATTI

Protokol çerçevesinde tüm sektörü kapsayacak endüstri standartları getirilecekti. İlk etapta protokole uyum için verilen son tarih 1 Temmuz 2005’ti. Fakat bu tarih sonra 2008’e, ardından 2010’a kadar uzatıldı. 2010’dan sonra ise tamamen bir kenara bırakıldı.

2005 tarihi es geçildiğinde ABD’li kampanyacılar süreci mahkemeye taşıdılar, çokuluslu çikolata üreticilerine dava açmaları için bizzat köle olarak çalıştırılmış kişileri desteklediler. Fakat bu davaların kazanılmasına dair son ümitler de Haziran 2021’de yitirildi. ABD Yüksek Mahkemesi bir karar aldı ve Nestle ve Cargill gibi şirketlerin, değer zincirlerinde çocuk köleciliği bulunması gerekçesiyle dava edilemeyeceğine hükmetti.

Kampanyacılar çikolata üreticileri karşısında oldukça dezavantajlı bir pozisyondaydılar. Batı Afrika’daki çocuk köleciliği sorununun altında yatan sebepleri de tam olarak anlayamıyorlardı.

SÖMÜRÜ ZİNCİRİ BELGESEL OLDU

Batı Afrika’daki çocuk köleciliği sorunu üzerine çok az şey yazılıp çizildi. Anketler çocuk köleciliğinin (ve çocuk işçiliğinin) ne derecede yaygın olduğunu tespit etmeye çalışırken, altında yatan sebeplere pek dikkat etmediler. Örneğin, Tulane Üniversitesi tarafından yapılan bir dizi saha araştırması Gana ve Fildişi Sahili’nde çocuk işçiliğinin en kötü biçimlerinin ne kadar yaygın olduğunu tespit etmeye çalışıyordu.

Bu esnada araştırmacı gazeteciler tarafından üretilen çeşitli haberler ve belgeseller ise konuyu yalnızca ‘nitel’ açılardan ele aldılar. 2010 tarihli Çikolatanın Karanlık Yüzü isimli belgesel de bunlara bir örnek. Belgesel, Batı Afrika’daki çocuk köleciliği sorununa dair görsel kanıtlar toplamayı amaçlamıştı. Çikolata endüstrisinden temsilciler ise belgesele demeç vermeyi kabul etmemiş, hatta gösterimine katılmaya da yanaşmamışlardı.

Belgeselin sahibi Miki Mistrati, belgeseli Nestle’nin İsviçre’deki genel merkezinin önünde büyük bir ekranda göstermiş, çalışanları şirketin değer zincirindeki çocuk köleciliği ile yüzleşmeye zorlamıştı.

ORMAN ARAZİLERİNİN ÇOĞUNU YOK ETTİLER

Batı Afrika’daki çocuk köleciliği sorunuyla ilgilenen akademisyenler, gazeteciler ve belgeselciler şu ana kadar kakao üretiminin tarihiyle ya da evrimiyle derinlemesine ilgilenmediler.

Tarihi doğru anlamak, kölecilik karşıtı kampanyacıların tam olarak neyle savaştıklarını anlamalarını sağlayabilir. Geçmişte ucuz emek talebini arttıran koşullar bugün halen sürüyor ve bunu en iyi anlayanlar da çikolata üreticisi olan çokuluslu şirketler. Benim araştırmamın konusu da tam olarak bu. Koşullara yön veren olgular kakao üretimi için gereken toprak-emek oranı ile ilintili. Orman arazilerinin kullanıma açık olup olmadığı da belirleyici bir faktör.

Kakao üreticiliği geçmişte farklı yükseliş ve çöküş dönemlerinden geçti. Çöküş sonrası üreticiler ya yeni orman arazilerine taşındı, ya aynı araziye farklı ürünler ekti ya da farklı üretim süreçleri içeren yeni kakao üretim tekniklerine yöneldi. Batı Afrika’da kakao üretimine yoğunlaşan araştırmalar, üreticilerin belli bir orman arazisini tükettikten sonra yeni orman arazilerine kaydığını, dolayısıyla üretimin ülke içinde ya da ülkeler arasında yer değiştirdiğini gösteriyor.

Yeni orman arazileri bulmak giderek zorlaşıyor, halihazırda kullanılan orman arazilerine yeniden kakao ekmek ise çok daha fazla emek gerektiriyor.

SINIFSAL FAKTÖRLER EMEK KRİZİNİ ARTIRDI

Bu ‘emek problemi,’ Fildişi sahili gibi geçmişte göçmen emeğine bel bağlayan bölgelerde bilhassa belirginlik kazanıyor. Bu bölgelerde göçün azalması ve orman arazilerinin yitirilmesi bir tür emek krizine yol açtı. Mevcut arazilerin yeniden ekilmesi çok daha fazla emek gerektirirken, işçi bulmak her zamankinden zor hale geldi. Kakao üretiminin sürmesi için üreticiler aile fertleri ya da çocuklar gibi daha ucuz emek kaynaklarına yöneldiler.

Mars ve Nestle gibi çikolata üreticileri kakao üretimindeki emek sorununu gayet iyi biliyorlar. Tarihe baktığımızda, bu problemin ürün çeşitlenmesi ile sonuçlandığını görüyoruz. Kakao üretimi zorlaştığında, üreticiler farklı ürünlere yöneliyor. Bu gibi stratejiler çiftçiler için olumlu olsa da, hammadde alıcısı konumunda olan markalar için kötü haber anlamına geliyor. Çokuluslu şirketler ‘sürdürülebilirlik’ kisvesi altında devreye giriyor, çiftçilerin farklı ürünlere yönelmesine engel oluyorlar. Söylenene göre ‘sürdürülebilirlik’ programları çocuk işçiliğinin, köleciliğin, ya da insan ticaretinin engellenmesini hedefliyor. Gerçekte ise asıl amaç üretimi arttırmakken, göstermelik birkaç ‘kölecilikle mücadele’ faaliyeti uygulanıyor.

Batı Afrika’da çocuk köleciliğinin ‘gerçekliğini’ göstermek artık kendi başına yeterli değil. Kampanya yürütenler bu uygulamalara gerçekten engel olmak istiyorlarsa çocuk işçiliğine sebep olan süreçleri ve koşulları iyice anlamalılar.

The Conversation'dan çeviren: Fatih Kıyman