Zaman bile utançla 10 Ekim’de yüzünü kapattı, bir güne kaç ölü sığdırılır diye...

Ankara’da köşelerine sinmiş sırtlanlar ise sabırla beklemişlerdi katliam vaktini.

10 Ekim’in güneşli Ankara sabahında, Gar’ın boz merdivenlerinden bulutsuz gökyüzüne kadar çizdikleri Türkiye’nin kan kuşağını dünya aleme göstermeye kararlıydılar.

Emeğe, barışa ve kardeşliğe inananlar yani ülkemiz dediğimiz bu yeri insan yurdu yapanlar buluşmuştu o sabah, sırtlan seslerine kulak asmadan...
Otobüslerden öğrenciler, emekçiler, öğretmenler, babalar, analar, evlatlar akın akın inmişler, katliam hazırlığı günler öncesinden provalı meydana, dalga dalga yayılmışlardı.

Onlar kimsenin kimsenin kalbini duyamadığı, kendi güvenli hanesinde fikirsiz, sözsüz bırakılmış zihinleriyle çürüdüğü ülkede, başkalarının emeğini, hakkını, yaşamını “değer” gibi yaşayan, omuzlayan “öz kimselerimizdi”.

Ve o gece Ankara’da buz gibi Adli Tıp’ın 4 masasına ve yetkilisi kayıp hastane morglarına son sıcaklığını bırakırken başkaları yaşasın diye Barış, Demokrasi ve Emeği ölüm pahasına savunmuş, gömüldükleri toprakta bile yeşertecek olan “gülyüzlü insanlarımızdı”.

Onları tanımasanız ve hiç karşılaşmasanız bile bugünden, çocuklarımızdan arsızca çalınmış, pervasızca kirletilmiş, yağmalanmış bir tarihi değiştirmeye kararlıydılar.

Kırk şehirden Ankara’ya yerlere göklere dolmaya “biz BARIŞIZ” demeye gelmişlerdi, yürek hesapsızlığıyla şenliğe gider gibi...

Ondandır katliam meydanında onların üzerleri barış ve kardeşlik bayraklarıyla örtülüydü.

Elinizde, dilinizde, gönlünüzde hayatınız boyunca ne taşımışsanız, kaçamazsınız onunla kefenlenirsiniz, bu dünyanın en acı bilgisidir...

Ve kara yürekli, omuzlarına kadar kana batmış ellerin neye karşılık geleceğini elbette görecektik...

Ömrü bir ilkbahar çiçeği kadar sürmemiş dünya güzeli kızlarımız, omuzlarında güvercin taşıyan oğullar, onurlarıyla başka bir dünya inşa edeceklerine yeminli emekçiler, barış çınarı analar, çocuklarına barış götürme sözü veren babalar, Yeni Türkiye’nin fiili savaş aygıtına karşı.... o gün “insanlık meydanına” zırhsız, korumasız ve neşeyle çıkmışlardı.

Onlar; iktidarının sürekliliği için iç savaş histerisiyle kıvranan, çoluk çocuk “fiili tahakküme” razı gelmeyen vatandaş kıyım haritası Yeni Türkiye’nin tek insan kalan, insan bakan yüzünü temsil ediyorlardı.

Onlar peşlerine gittikleri her yerde soğuk çirkin gölgelerin takıldığı, seslerini, düşüncelerini, nefeslerini kesmek için güya çay ocağında örgütlenmiş İslamcı meczupların “canlı bomba” teçhizatıyla üstlerine sürüldüğü “gayri milli-gayri yerli” Alevi, Kürt, Ssol-sosyalist, emekçi, öğrenci halk gücüydü..

Çoğu HDP’li, CHP’li, EMEP’li, HALKEVCİ, DİSK’li, KESK’li, TMMOB ve TTB üyesiydi.

Yeni Türkiye’nin 7 Haziran sürüm “Terörle mücadele konseptine” acımasız ve köklüce muhalif halk temizliğinin “canlı bomba” düzenlemesi altında katıldığını Suruç bahçesi 33 can’la patlatıldığında görmüştük.

Ama sorumuz açıktı. 10 Ekim’de Ankarada sol-sosyalist muhalifleri, hamilerince çok yönlü kullanılan dehşet aparatı IŞİD maskeli “ezme ve temizleme” operasyonu ortadayken...

Sizce, barış isteyen on milyonlarca insana karşı 1 Kasım’a kadar bir güne kaç ölü sığdırılacaktı?

Ankara’da bulutlara binen Veysel gibi Sur’da ekmek almaya giderken üç kurşunla katledilen Helin ve Adana’da katliamı protestosunda annesinin kucağında öldürülen 3.5 yaşındaki Tevriz dahil tüm çocuklarımızla...