Sarıhan, “Sivas, salt insanları öldürmek için çıkarılan bir yangın değildi. Bir rejimi yok etmenin ilk provasıydı. Bugün, dünden hangi dersleri çıkarmak gerektiğinin fotoğrafı önümüzde duruyor” diyor

Sivas için hâlâ yürüyoruz

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun başlattığı Adalet Yürüyüşü sürerken Türkiye, yarın henüz hesabı kapanmayan Sivas Katliamı’nın 24’üncü yılını geride bırakıyor.

2 Temmuz 1993’te Pir Sultan Abdal Şenlikleri için Sivas’a giden 33 aydın, sanatçı, şair ve yazar ile iki otel çalışanı Madımak Oteli’nde gericilerin tutuşturduğu ateşle diri diri yandı, devletin tanıklığında katledildi. Maraş, Çorum ve ardından Sivas, görülmeyen hesaplarıyla yeni katliamlara yol verdi, katiller yakalanmadı, ateşin tutuşturucuları gerici ideolojilerine yakın partilerde aktif siyaset yaptı. Adalet çığlıklarının Ankara-İstanbul arasındaki yoldan başlayarak tüm ülkeye yayıldığı günlerde Türkiye, en genci 12 yaşındaki Koray Aydın en yaşlısı ise Asım Bezirci olan kurbanlarının sorulamadığı hesabının utancıyla bir kez daha yüz yüze…

Sivas’ta 2 Temmuz günü yanan yangına ülkeyi getiren gelişmeleri, katliamın üstünü örten, sanıkları ödüllendiren yargılama-ma-yı iki ciltlik kitabında da anlatan sürecin en yakın tanıklarından avukat ve CHP Milletvekili Şenal Sarıhan ile konuştuk.

»Gerici ve dinci güruhun kundakladığı Madımak Oteli, Türkiye’nin siyasal ve toplumsal hafızasında hâlâ ‘yanmaya’ devam ediyor. Aradan geçen 24 yılda ise bu travmatik ve yıkıcı olayla hesaplaşmak bir yana, katillerin korunduğuna tanıklık ettik. Sizce hem Sivas Katliamı hem de yakın dönem siyasi tarihimizdeki diğer katliamlarda katiller neden ve nasıl korunuyor?

Pir Sultan Abdal Derneği, Kültür Bakanlığı’nın da desteği ile ozanlar kenti Sivas’ta 1-2 Temmuz 1993 tarihlerinde Pir Sultan AbdaL Şenlikleri düzenlemişti. Çok sayıda aydının ve derneğin tiyatro ve halk oyunları ekiplerinde görev alan gençlerin katıldığı etkinlik için izinler de alınmıştı. Ancak, gerici güçler, özellikle konuklardan Aziz Nesin’e yönelik karalamalarla, halkı kışkırtmaya çalıştılar. ”Müslüman Kamuoyu’na “ başlıklı ve “Müslümanlar” imzalı bildirilerle 1-2 Temmuz’u “ders verme” günü ilan ettiler. İlk gün kısmen sakin geçti. Cuma gününe rastlayan ikinci gün camilerde topladıkları gruplarla saldırılar başlattılar. Sloganları “Cumhuriyet burada kuruldu, burada yıkılacak/ Laiklik gidecek, şeriat gelecek/ Muhammed’in ordusu, laiklerin korkusu/ Hizbullah Geliyor/ Şeriat gelecek, yüzler gülecek” ti. Kültür Merkezi’ne yönelik ilk saldırılar, emniyet güçleri, jandarma, yerel ve idari yöneticilerin ciddi “ihmalleri“ ile katliama dönüştü. Ozanlar heykelini parçalayan güruh, konukların kaldığı Madımak Oteli’ ni ateşe verdi.

Katliam, haber bültenleri ile adeta gözlerimizin önünde gerçekleşti. Olayları, medyadan izleyenler, emniyet güçlerinin ya da jandarmanın saldırıları engelleyeceğini bekledi. Devletin silahlı güçleri havaya sıkacağı bir el silahla olayları engelleyebilirdi. Umulan olmadı. Benzin bidonlarını taşıyanlar, otel önündeki araçları ters çevirenler, perdelere tırmanarak ateşe verenler, alev topları atanlar, otele girerek rahatça eylemlerini sürdürdü. Saldırganlar korunurken, otelin içindekiler feda edildi! Böylece, Çorum’dan, Maraş’tan sonra Sivas’ta bir insan kırımı yaşandı. Otelin içinde bulunan 35 insanımız, yanarak ve dumandan boğularak yaşama veda ettiler. 62 kişi kendi çabaları ile kurtuldu, 12’si ağır yaralı olarak çıkabildi. Aziz Nesin ve yazar Lütfü Kaleli itfaiye merdiveni ile kurtulabildi.

Acının uzun yürüyüşü

»6 Temmuz’da Ankara en acı günlerinden birini yaşadı, daha da acısının 10 Ekim’de yaşanacağı akıllara gelmezdi…

6 Temmuz’da acı ve öfke dolu bir insan seli Dikmen’den Karşıyaka’ya aktı. Sağ olanlarımız ölülerimizin ardından ancak yürümeyi becerebiliyorduk. Gücümüz yürümeye yetiyordu. O gün yüreklerimizin ağrısı, ayaklarımızda güce dönmüştü. Bugün, Güven Park’tan İstanbul’a akan yurttaşların adalet için ağrıyan yüreklerinin, bedeni kuşa çevirmesi gibi. Sivas için hâlâ yürüyoruz. 2 Temmuz 2017’de 24. yürüyüşümüz olacak. Bu yürüyüş de bir adalet yürüyüşü. Yangın sönmedi. Bir avuç insan ceza aldı. Ancak, bu katliamı örgütleyenler, onların artlarındaki örgütler saptanmadı. Aksine, katliamcılar, örgütleri aracılığı ile yurtiçinde ve dışında örgütlü bir biçimde gizlendiler. Örgütleri, masum inanç grupları perdesi ile yasal yapılar gibi kabul edildiler.

»Sivas davası, 10 Ekim davası, kararı baştan verilmiş göstermelik yargılamalar…

Yargı süreci, hem bizim davamızın hem de bugün süren katliam davalarının eş bir fotoğrafı gibi. Dava hepimizin davası idi. O dönemde Çağdaş Hukukçular Derneği’nin Genel Başkanı idim. Türkiye Barolar Birliği, Çağdaş Hukukçular Derneği, partilerin hukuk büroları, siyasi dergi çevrelerinden olan avukatlarla ortaklaştırılmış olan müdahil avukatlar kollektifi oluşturduk. Güçlü ve kararlı bir ekiptik, ilk toplu dava deneyimini geliştiriyorduk. Bu deneyim, izleyen günlerdeki katliam davaları için de örnek oluşturdu. Davayı, öç alma davası değil, hukuk arayışı ve gerçeğin bulunması için bir alan olarak gördük. Bu nedenle 24 yıldır, birliği bozulmayan bir süreci götürüyoruz. Doğal olarak, ailelerin davanın her aşamasını sahiplenmesi ve bu sahiplenmenin kamuoyuna yansıması davayı gündemde tuttu.

Biz aradık, onlar sakladılar

»Bu kararlı yola çıkışa karşın neleri aşamadınız ya da yolunuza konulan engeller neydi?

Polis kayıtlarına göre, olaya 15 bin eylemci katıldı. Bu sayıda katliamcının Sivas’a nasıl girdiği ve katliamdan sonra nasıl kaçtıkları hâlâ aydınlanmadı.

Sivas Cumhuriyet Başsavcılığı, soruşturmasını 20 gün gibi kısa bir sürede tamamlayarak 22 Temmuz’da yalnızca 78 sanık hakkında dava açtı. Savcılığa göre, olayları planlayan bir örgüt yoktu. Hedefi belirleyen sloganlara karşın, eylem, Cumhuriyet rejimine değil, bireylere yönelikti. Savcılık, 35 kişiyi yangın çıkararak öldürmek, eylemi kolaylaştırmak ve teşvik etmekle suçladı. Görevli memura mukavemet ve Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası’na aykırılık nedeni ile 102 sanık hakkında dava açıldı. Sivas’ta DGM’nin bulunmayışı nedeniyle 94 Sanık hakkında da Kayseri DGM’de dava açıldı. Sivas’ın, katliamın merkezi oluşu, yeni saldırılar için koşulların hâlâ elverişli olması ve ailelerin çoğunluğunun Ankara’da bulunması nedeniyle davanın Ankara’ya naklini istedik. Yargıtay, dosyaların güvenlik nedeni ile Ankara’ya aktarılmasına karar verdi.

Ödül gibi ceza

»Yaklaşık 1.5 yıl süren yargılama sonunda sanıkların çoğunluğu ödüllendirildi…

Mahkeme, 26 Aralık 1994’te 26 sanık hakkında verdiği idam cezasını 5 yıla indirdi, 37 kişinin beraatine karar verdi. 60 sanık ise mahkûm edildi. Eylemin vahameti karşısında bu ödül gibi bir ceza idi. Mahkeme, kendini görevli saymadığı gündeki gibi düşünüyordu. Bir adım geri çekilmemişti. Onların bu ödülüne karşılık, sanıklar ceplerindeki bozuk para, çakmak, kalem ne varsa kürsüye fırlatarak teşekkür ettiler!.. Bekledikleri her halde beraat idi!!!

»Kararlar bozuldu ama bu arada da sanıklar kaçtı değil mi?

9. Ceza Dairesi 30 Eylül 1996 günü, 25 sanık hakkındaki beraat kararını onadı. 14 sanık hakkındaki mahkûmiyet kararını, beraat olması gerektiği saptaması ile bozdu. Diğer tüm sanıklar hakkında ise eylemlerini Anayasal düzenin tamamı ya da bir kısmının tağyir, tebdil ve ilgası olarak değerlendirdi. Yerel Mahkeme, 38 sanık hakkında TCK’nin 146/1. maddesi, 29 sanık hakkında TCK’nin 146/3. maddelerinden hüküm kurdu. 11 sanık hakkında ilk kararında direndi. 14 kişinin beraatine karar verdi. Bu karar, çeşitli temyiz süreçlerinin ardından kesinleşti. Ancak sanıkların bir bölümü, salınmışlardı. Yurtdışına kaçtılar, bugüne dek Türkiye’ye iade edilmediler. TCK’nin 146/3. Fıkrasından ceza alanlar ya da haklarında dava açılanlar ise zamanaşımı dolduktan sonra Türkiye’ye dönüp, cezasızlıkla kurtuldular. Cezasızlık, siyasi davalarda ya da kadın ve çocuklara yönelik şiddet olaylarında bir pratik olmaya devam ediyor. Olayların önlenemeyişinin ana nedenlerinden birini de bu oluşturuyor. Yapan kurtuluyor. Halk deyimi ile olan ölene oluyor. Fakat Sivas, salt insanları öldürmek için çıkarılan bir yangın değildi. Bir rejimi yok etmenin ilk provası idi. Bugün, dünden hangi dersleri çıkarmak gerektiğinin bir fotoğrafı olarak önümüzde duruyor.

***

Erçakmak neredeydi?

Cafer Erçakmak, Aziz Nesin’i merdivenden itmeye çalışan belediye meclis üyesi. Gıyabında yargılanırken, Fransa’da olduğu bilgisi geldi. Fransa’da aranırken bir yandan da polis, Sivas’taki evinde arıyordu. Emniyet görevliler sayısız tutanakta “Evini aradıklarını ve bulamadıklarını” yazdı. Ancak “ yok” denildiği evden Erçakmak’ın cenazesi çıktı. Gizlice gömüldü.

Kaynar’ı kim korudu?

Vahit Kaynar… Kırmızı bültenle arandığı gerekçesi ile Almanya’da zenginlik içinde yaşarken gezmeye gittiği Polonya’da tesadüfen yakalanıyor. Adalet Bakanlığı süresi içinde dosyasını tamamlayıp Polonya’ya gönderemediğinden salıverildi. Bu dosyaları bu denli geciktiren nedir?

‘Hep göz önündeydik’

Tesadüfen yakalanan Şevket Erdoğan, Köksal Koçak, İhsan Çakmak, Hakan Karaca, Yılmaz Bağ, Necmi Karaömeroğlu, evlendiklerini, çocuk sahibi olduklarını, askere gittiklerini, ehliyet aldıklarını arandıklarını bu nedenle bilmediklerini savundular. Demek ki aranmamışlar!!! Yakalandıklarında da hemen hiç tutuklu kalmadılar. Bugün sosyal medya hesaplarındaki beyanlarından bulunan ve cezaevlerine gönderilenler ya da izi belli, adı adresi belli milletvekillerini, gazetecileri kaçma olasılığı gerekçesiyle cezaevlerine dolduranlar, bu katliamcıları yıllarca nasıl arayıp sormadılar?

Ceza aşım süresi dolmadı

Adalet Bakanlığı, aranan 15 kişiden; Murat Songur, Ömer Demir, Adem Ağabektaş, Mehmet Yılmaz, Sedat Yıldırım, Eren Ceylan, Adem Bayrak’ın Almanya’da olduklarını, istenilmesine karşın iade edilmediklerini, Ethem Ceylan’ın iadesi için çalışıldığı, Vahit Kaynar’ın da iadesinin istendiğini ancak onların da iade edilmediklerini bildirdi.

Dokuzunun cezaları kesin hüküm niteliğinde. Altısının 30 yıllık, üçünün de 20 yıllık ceza aşım süresi dolmadı. Tümü için hala iadenin hukuksal bir sonuç yaratması olanaklı.

Yarın: Hukuk kimin için?