Siyahın tonlarından bir gökkuşağı

IRMAK ADA

Büşra Cebe’nin Mona Yayınları tarafından okurun beğenisine sunulan ve ‘Hikâyesi olan her kadına’ ithafıyla açılan ilk kitabı ‘Siyaha Bulaşan Kadınlar’, yedi kadının birbirine değen hikâyesini anlatıyor.

“Gücü yüzünden gökkuşağından dışlanan” siyahı, acının rengi olarak tanımlayan ve bunu da “Farklı sebeplerden farklı acılar çeksek de en büyük acıyı kendimiz çektik zannederiz, o yüzden her birimizin acısı tektir ve rengi, tekliğin rengi olan siyahtır” sözleriyle açıklayan bir yazar notunun ardından, bahsi geçen, ömürleri siyaha bulaşan kadınlar tek tek hikâyelerini anlatmaya başlıyorlar. Sırasıyla Canan, Süveyda, Derya, Seyhan, Nehir, Ayper ve Serpil’in siyah mürekkeple beyaz bir kâğıda döktükleri hikâyelerinde siyahın yedi tonunu görüyoruz. Sanki siyahın gökkuşağından dışlanmasına isyan ederek alternatif bir gökkuşağını yaratıyorlar: Yalnızca siyahın yedi tonundan oluşan bir gökkuşağı.


Kitabı değerli kılan noktalardan biri, kahramanlarımızın kendi ağızlarından dinlediğimiz hikâyelerde de yazarın açılış notunda da acıya yalnızca “içinde debelenilen” ve “birtakım hatalar için ardına sığınılan”, insan hayatını çürüten bir duygu rolü biçmekten kaçınması. Bizde acı, bilhassa da bu kitabın dokunduğu türden acılar, ajite edilmeye, okuru gözyaşlarına boğma arzusuna yenik düşmeye fazlasıyla müsaittir. Ancak ‘Siyaha Bulaşan Kadınlar’ bundan itinayla uzak duruyor ve acılarını bu kadınların dayanak noktası, güç merkezi hâline getiriyor.

Son bölüme kadar, birbirine teğet geçen ayrı ayrı hikâyelerle kendi dünyasını kurmuş bir öykü kitabı tadı veren kitap, anlatıcılığını Serpil karakterinin üstlendiği son bölümde bir romana tamamlanıyor. Öte yandan, her kahraman siyahını kendi ağzından anlattığı, tek dinleyici olarak beyaz kâğıdı gördüğü, bu hikâyeleri anlatırken maksatlarını en başından net olarak “içlerinin siyahını beyaz kâğıda dökmek” olarak tanımladıkları için, dürüst bir anlatıma şahit oluyor, bazen karakterlerin en karanlık yönlerine de tanıklık ediyoruz.

‘Siyaha Bulaşan Kadınlar’da erkekler yalnızca birer figüran, öfke yahut nefret nesnesi değil. Yazarın da, anlatıcıların da öfkesi, erkeklerden ziyade etraftaki acılara gözlerini kulaklarını kapayan, birbirini dinlemeyen, anlamayan kadınlara ve topluma yönelik. Seyhan “Havva, o kırmızı elma yüzünden böylesine işkence görmemişti ama. Tanrı ceza olarak sadece cennetten kovarken Havva’yı, insanlar nasıl kadını cehennem ateşine odun yapıp yakıyordu?” diye itiraz ediyor buna. Ayfer “Ben de birçok Anadolulu ablam gibi kurban olmayı kabul edip, bir canavarın bıçağına boynumu uzatmıştım. Akacak kan damarda durabilirdi oysa” diyerek.

Yazar, yedi karakterinin öyküsünü küçük dokunuşlarla ustaca bir araya örerken, kadınlara acıyı reva gören bu sistemin dönemsel yahut yeni bir şey olmadığını da hikâyeyi otuz beş kırk yıllık bir sürece yayarak vurguluyor. Öte yandan kahramanlarını da hatadan azade birer melek gibi anlatmıyor. Çünkü Serpil’in de dediği gibi, “Hiçbir kahraman normal değildir, kiminin süpergüçleri vardır, kiminin süper delilikleri, kiminin akıl almaz acıları, kiminin yok sayılamaz hataları.” ‘Siyaha Bulaşan Kadınlar’ bu yönüyle cesur bir roman. Öte yandan biçimsel olarak da görsel anlatımın gücünü edebiyata katmak adına daha önce denenmemiş bir girişimi var. Her kahramanın hikâyesinin başında yer alan QR koduyla Büşra Cebe’nin, o kahramanların iç dünyalarına dair hazırladığı ortalama bir dakikalık videolara da ulaşabilirsiniz.