‘Cumhuriyet’in Sonbaharı’ kitabı genişletilmiş yeni baskısıyla raflardaki yerini alan Gazeteci-Yazar Merdan Yanardağ ile ülke siyasetinin kırılma noktalarını konuştuk. Yanardağ: “Bütün veriler AKP iktidarının hızlı bir çöküş sürecine girdiğini gösteriyor”

‘Siyasal İslam’ın kazanma şansı yok’

Mehmet Emin Kurnaz

Gazeteci Merdan Yanardağ ile ilk baskısının üzerinden dokuz yıl geçen ve geçtiğimiz günlerde genişletilmiş yeni baskısıyla Kırmızı Kedi Yayınları’ndan okurlara sunulan “Cumhuriyet'in Sonbaharı” kitabı vesilesiyle memleket siyasetine dair konuştuk.

► Yakın dönemin kırılma noktalarına mercek tutarsak bunları hangi başlıklarda değerlendirebiliriz?
Bilindiği gibi Türkiye, 70 yıllık NATO'cu ve gerici karşı devrim sürecinin sonunda İslamcı harekete teslim edildi. AKP kendisini, İslamcı değil, “Laikliğe saygılı, Cumhuriyet’in değerleriyle sorunu olmayan, muhafazakâr demokrat” bir parti olarak tanımladı. Böylece merkez sağ seçmenin de oylarını aldı. AKP’yi iktidara taşıyan asıl seçmen kitlesi de zaten merkez sağ havzadan gelmişti. Örtülü iktidar ortağı Cemaat ise illegal bir yapılanma olarak iktidarın operasyonel kanadıydı.

İşte bu tarihsel dönemeçte örtülü koalisyonun iki gücü arasında ganimetin (devletin) paylaşımı konusunda bir anlaşmazlık çıktı. Devlete kimin egemen olacağı, servet ve rant araçlarını hangi gücün yöneteceği konusunda ihtilaf vardı. İlk hamle Cemaatten geldi. Fethullahçı Çete, AKP hükümetinin PKK ile Oslo’da yürüttüğü gizli görüşmeler nedeniyle MİT Müsteşarı Hakan Fidan üzerinden dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan’ı teslim almayı hedefliyordu.
Ancak, bu hamleyi savuşturan Erdoğan yönetimi, Cemaat’in eğitim alanındaki yapılanmasını tasfiye ederek, örgütün en önemli yaşam damarlarından birini kesmeye kalktı. Böylece, Fethullahçı Çeteyi etkisizleştirmeyi hedefliyorlardı. Cemaatin bu hamleye yanıtı gecikmedi. Karşılık, 17-25 Aralık 2013’de ülkeyi sarsan yolsuzluk operasyonuyla geldi. Cemaat el yükseltiyordu. Fethullahçı Çete, Adliye ve Emniyet yapılanmasına dayalı ve doğrudan Erdoğan’ı hedefleyen, bir tür darbe girişiminde bulunmuştu. Amaç, Erdoğan’sız bir AKP yaratmaktı. Böylece ele geçirdiği parti yönetimi üzerinden iktidara da el koyacaktı. Ancak, Erdoğan kanadı bu girişimi de bastırdı, ama AKP ahlaki bakımdan kaybetmişti. İktidar sarsıldı, dört bakan istifa etti. Ergenekon, Balyoz ve Askeri Casusluk gibi kumpas davaları da çöktü.

Bu dönemden bir buçuk yıl sonra 7 Haziran 2015 seçimlerini kaybeden AKP, iktidarı bırakmadı. Ülke bir terör sarmalına sokuldu ve 1 Kasım 2015’te yapılan erken seçimle AKP iktidara yeniden el koydu. AKP yönetimi, sandık yoluyla geldiği iktidarı, seçimle bırakmayacağına ilişkin güçlü bir izlenim yaratmıştı. Böylece demokratik olmayan yolların meşruiyeti hiç olmadığı kadar arttı. Ülke bir darbe iklimine girmişti.

► Darbe iklimi derken, 15 Temmuz’u mu kastediyorsunuz?
Evet… Çemberin daraldığını gören Cemaat bu durumu değerlendirerek, son bir hamle daha yapacaktı. Fethullahçı Çete, 15 Temmuz 2016’da TSK’deki yapılanmasına dayalı “altın vuruş” niteliğinde kanlı bir askeri darbe girişimi başlattı. Gel gelelim işin içinde iş vardı. Darbeyi haber alan Erdoğan ve yakın ekibi, kalkışmayı önlemek yerine provoke etti. Böylece TSK ve Cumhuriyet’in omurgasını dağıtmak için paha biçilemez bir fırsat oluşabilirdi. Nitekim öyle de oldu.

Ancak, Erdoğan iktidarı ateşle oynamıştı. Darbeciler erken harekete geçmiş ve beklenenden sert çıkmıştı. Kan döküldü. Belki biraz daha fazla kan dökmeyi göze alsalardı, başarıya bile ulaşabileceklerdi. Darbe, Cumhuriyetçi ve yurtsever askerlerin –ki çoğu kumpas davalarında yargılanmış veya hapis yatmıştı- özverili çabalarıyla bastırılabildi. AKP-Cemaat-liberal kumpasında darbeci diye çarmıha gerilenler, darbeyi bastırmıştı.

AKP yönetimi, bastırılan 15 Temmuz Darbesi’nin yarattığı krizi bir fırsata çevirerek 20 Temmuz’da OHAL ilan edip kendi darbesini yaptı. Bir anlamda 15 Temmuz darbesini tamamladı. Ardından şaibeli 16 Nisan 2017 referandumu ile dinci-faşizan rejimin inşa süreci başladı. Kitapta bu sancılı süreci sosyalist bir perspektiften analiz etmeye çalıştım.

ERDOĞAN YÖNETİMİ İTİRAF ETTİ

► Ergenekon süreci AKP ile Cemaat’in birlikte gerçekleştirdikleri, devlet içinde ortak ilk siyasi hamleleri olarak görünüyor. Siyasal İslamcı iktidarın yolunu açtı. Bu süreci nasıl okumak gerek?
Ergenekon operasyonu ve soruşturmasının Cumhuriyet tarihinin en önemli siyasal ve toplumsal kırılma noktalarından biri olduğu açıktır. Ergenekon operasyonu ve bağlantılı kumpas davalarının devleti ele geçirme, toplumu teslim alma ve islamo-faşist bir rejim kurma girişimi olduğu artık kesinleşmiş bir olgudur.

Bu davalar üzerinden Cumhuriyet’i tasfiye etme girişimine karşı geniş bir toplumsal tepki de oluştu. Sahte kanıtlar, düzmece dijital veriler ve yalancı tanık ifadelerine dayalı bu hukuk dışı davaları sürdürmek zordu. Nitekim, 17-25 Aralık cemaat hamlesinden sonra iktidarı kaybetme korkusuna kapılan Erdoğan yönetimi, kumpası itiraf etti.

► Bir diğer kırılma noktası şüphesiz bugün de hâlâ tartışılan Anayasa Referandumu oldu. Başkanlık sisteminin yapı taşlarını döşeyen bu hamle Cemaat’in yanı sıra bir takım liberaller tarafından da desteklendi. Buna ilişkin ne söylersiniz?
AKP ve Cemaat, “yetmez ama evet” sloganıyla tarihe geçen, liberal solun paha biçilmez ideolojik desteğiyle devleti ele geçirme sürecini tamamladı. Bu bakımdan yargı erkeni düzenleyen 12 Eylül 2010 Referandumu kritik bir eşikti. Utanç verici şekilde İslamcı hareketin peşine takılan liberal ve sol liberal çevrelerin olan biteni anlamaya niyeti yoktu. Onlar ülkenin demokratikleştiğini sanıyordu.

AKP-Cemaat koalisyonunun, ülkeyi askeri vesayet rejiminden kurtararak özgürleştireceğine ilişkin büyük bir yalan üretildi ve bu yalan üzerine siyaset kuruldu. Liberaller ile İslamcılar arasında bu dönemde kurulan ayıplı ilişki, tarihte egemen güçler ve iktidarla girişilen en büyük ve en yüz kızartıcı işbirliğiydi.

İslamcıların ülkeyi demokratikleştireceğine toplumun inandırılması gerekiyordu. Bunu imam hatipli İslamcıların ya da fesli tarihçilerin yapamayacağı açıktı. Durum böyle olunca, çoğu soldan devşirilen ya da hala kendisini solda sayan aydınlar bu süreçte elde edildi. Çoğu gönüllüydü zaten. Kimi çevrelerin demokratik gerekçelerle kurulu düzene kapağı atmaları için de bir fırsat çıkmıştı.

Sonuçta, bu liberal ve sol liberal takımı Türkiye’nin ‘demokratik’ ve ‘özgürlükçü’ gerekçelerle dinci-faşizan bir rejime taşınması sürecinde belirleyici rol oynadı. Türkiye, 200 yılı aşkın modernleşme tarihinde örneği görülmemiş bir aydın ihanetine tanık oluyordu.

Kadere bakın ki, darbecilere karşı mücadele ettiklerini sanan bu liberaller, aslında bir darbeye hizmet ettiklerini 15 Temmuz 2016 kalkışmasında acı şekilde göreceklerdi. Tarihte hiçbir siyasal akım ya da tutum, böyle yıkıcı olmamış ve bu kadar kısa sürede utanç verici bir şekilde yaşam tarafından yanlışlanmamıştı.

siyasal-islam-in-kazanma-sansi-yok-776707-1.

OSMANLI HUKUKU CUMHURİYET’İN ÖNÜNE GEÇİRİLDİ

İktidar cephesinde bugün yaşanan oy kaybı anketlere de yansıyor. Sıkışan iktidar kitleleri konsolide etmek yerine daha dar ve radikal İslamcı bir kesime yöneliyor. Ayasofya ve hilafet çağrılarının da buna ilişkin olduğu şeklinde yorumları var.

Erdoğan-AKP dinci-faşizan bir rejim kurma sürecinin en önemli hamlelerinden biri de, İslamcı hareketin fantastik ideolojik hedeflerinden biri olan Ayasofya’nın yeniden cami olarak ibadete açılmasıydı. Ancak, ortada ilginç bir durum vardı; iktidar doğrudan bir karar almaktan kaçınmış, hukuksal sorumluluk almamış ve bir yüksek mahkeme kararının arkasına saklanmayı tercih etmişti. Hatta, cumhurbaşkanlığını temsil eden avukatlar mahkemeye verdikleri dilekçede Ayasofya’nın müze olarak kalmasını istemişlerdi. Bu durum, AKP iktidarının sanıldığından daha zayıf olduğuna işaret ediyordu.
Ayasofya Müzesi’nin camiye dönüştürülmesi Cumhuriyet ve onun kurucularıyla hesaplaşma amacı güden, rövanşist (intikamcı) bir siyasal adımdır. Ciddi sonuçları olacaktır. Çünkü, Ayasofya’nın “fetih yoluyla padişahın mülkü olduğu” gibi, Ortaçağ hukukuna yapılan bu gönderme, bir kamu davasında ilk kez karşımıza çıkmaktadır. Ortaçağ-Osmanlı hukuku, Cumhuriyet hukukunun önüne geçirilmiştir.

Başta CHP olmak üzere muhalefetin, “aman provokasyona gelmeyelim” ya da “bize din düşmanı demesinler” diye özetlenebilecek ürkek, kendi ideolojik-politik çizgisine güvenmeyen, sürekli kendi sağını kollayan tutumu, Cumhuriyet’in kazanımlarını savunmasız bıraktı. Cumhuriyet, bugün cami avlusuna terk edilmiş bir çocuk gibi sahipsizdir. Muhalefetin söz konusu tutumu, ülkenin, yüzde 8 ila 12 arasında olduğunu bilinen şeriatçı bir azınlık tarafından teslim alınmasına yol açtı.

***

BAŞARILI OLMALARI İÇİN NEDENLERİ KALMADI

► AKP’yi iktidara getiren iç ve dış dinamikler de son yıllarda hızlı bir değişim içine girdi. AKP’nin geleceğini nasıl görüyorsunuz?
AKP iktidarının, 7 Haziran 2015’ten itibaren tarihsel ömrünü doldurduğunu, bu tarihten sonra siyasal ömrünü uzatmaya çalıştığını saptamak gerekiyor. Bunu bir ölçüde başardığı da söylenebilir. ABD ve Batı da, AKP iktidarını gözden çıkarmış görünüyor. AKP liderliği, öngörülemez ve iki yüzlü bulunuyor. İstanbul burjuvazisinin ise başlangıçta bütün ayıplı işlerini gördürdüğü AKP’yi artık terk ettiği anlaşılıyor. Çünkü AKP, dar İslamcı programını uygulamaya yöneldikçe egemen sınıf ve güçler arasındaki ortak zeminlerin de imha olmasına yol açıyor. Türkiye, İslamcı entelijensiya ya da ulema ile muhafazakâr ve dinci yeni zenginlerden oluşan bir azınlığın eline geçiyor. Bu İslamcı bir oligarşidir. Bütün veriler AKP iktidarının hızlı bir çöküş sürecine girdiğini gösteriyor. Küresel ölçekte iflas eden siyasal İslamın Türkiye’de başarılı olması için bir neden bulunmuyor.

***

CUMHURİYET’İN KAZANIMLARI ÖNEMSENMEDİ

► Bugünkü rejim tartışmalarına dönersek, AKP kendi rejimini kurmayı başardı mı?
AKP, Cemaat desteğiyle 1923 Cumhuriyeti’ni yıktı ama yerine kendi rejimini kuramadı. Buna gücü, birikimi, bilgisi, görgüsü, geleneği ve arkasına aldığı tarihsel yığınak yetmedi. Geriye ‘rüküş’ bir siyasal rejim girişimi kaldı. Sürekli tekrarlanarak dinci ve muhafazakâr- çevrelerde de genel kabule dönüştürülmek istenen İslamcı toplum ve tarih hipotezleri yaşam tarafından yanlışlandı. İslamcı hareket, Türkiye’nin aydınlanma birikimini, devrimci ve Cumhuriyetçi damarını hafife almıştı. Cumhuriyeti bir avuç seçkinin rejimi sanıyordu. Tarihle buluşmaya çalışırken, bu topraklarda bin yılın en önemli birikimini temsil eden Osmanlı-Türk aydınlanması ve Cumhuriyet dönemi kazanımlarını önemsemedi, hatta yok saydı. Bu en büyük hatasıydı.

***

BU ABLUKAYI YIKACAĞIZ

► Tele 1 kanalına verilen ekran karartma cezasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’yi dinci, faşizan bir totaliter rejime doğru sürüklemeye çalışan AKP iktidarı, medya alanını da düzenlemeye çalışıyor. Tele1’in kapatılması bu operasyonun en önemli parçasını oluşturuyor. Süleyman Soylu’nun verdiği işaretle Tele1’e ve bana özel olarak bir saldırı başlatıldı. Tele1 hakkında verilmiş karartma uygulaması için bize yazılı bir tebligat dahi yapılmadı. Tele1 ‘e karşı sistematik bir saldırı yapılıyor. Tele1’e verilen ceza toplumun haber alma hakkının gaspıdır. Dolayısıyla antidemokratik bir tavırdır. Ekran karartma cezası en ağır cezadır. Tele1’e verilen bu cezaya yönelik çok büyük bir toplumsal tepki var. ben bu gelişmeyi çok önemsiyorum. Ben bunun Türkiye’deki demokratikleşmenin bir teminatı olarak görüyorum. Dolayısıyla verdikleri karar onların bir yenilgisine dönüşmek üzere. Biz bu baskılara boyun eğmeyeceğiz. Ortak bir mücadeleyle bu ablukayı yıkacağız.

***

Öngörülerimiz doğrulandı

Kitapta, 15 Temmuz Darbesi, başkanlık rejimi girişimi, Ayasofya’nın ibadete açılması ve Abdülhamit tartışması gibi kritik konular da içerilerek günümüze kadar gelen bütün siyasal kırılma noktaları ele alındı. İlk baskı, Ergenekon kumpasının bir kasırga gibi ortalığı savurduğu, AKP ile Fethullah Gülen Çetesi arasında Cumhuriyet’i boğazlamak üzere kurulan kirli ittifakın sürdüğü 2011 yılında yapılmıştı. Aradan geçen 9 yılda, bu kitapta yapılan bütün değerlendirmeler, ileri sürülen görüşler, yapılan analizler, varılan sonuçlar ve geleceğe ilişkin öngörüler neredeyse tamamıyla doğrulandı.