Acaba nasıl oluyor da yıpranan ve yaygın bir yoksulluk, işsizlik, güvensizlik ortamında, ekonomik kriz ve pandemi etkisi altında iktidar partisi hâlâ toplam kayıtlı seçmenlerin yüzde otuzunun desteğine sahip görünebiliyor? Geleceğini de o kendi ortamında yaratmaya mahkûm edildiği için bir yandan inancın, dinin diğer yandan da milliyetçiliğin çerçevelediği bir dünyanın parçası haline gelen bu gençleri çıkışsızlığın rüzgârına kaptırmamak hiç de kolay değil.

Siyasi araştırmaların gösterdikleri

Dr. Sezgin TÜZÜN - Araştırmacı

3 Kasım 2002’de, Bülent Ecevit Başbakanlığı’ndaki DSP-MHP-ANAP koalisyon hükümeti ortaklarından MHP genel başkanı Devlet Bahçeli’nin istek ve dayatmasıyla erken genel milletvekili seçimi yapıldı. Bu seçimde, 14 Ağustos 2001’de kurulan ve kurucular arasından Recep Tayyip Erdoğan’ın genel başkan olduğu (AKP) Adalet ve Kalkınma Partisi toplam kayıtlı seçmenlerin yüzde 26,08’inin oyunu, milletvekilliklerinin ise 550’sinden 363’ünü kazanarak tek başına iktidar oldu.

1999 mayısında kurulan (57’inci) Ecevit koalisyon hükümeti önce 1999 ağustos ve kasım aylarında Marmara, ardından da Bolu depremiyle sarsıldı, yirmi binin üzerinde can kaybı, çatlayan-yıkılan evler, fabrikalar, işyerleri, kentlerle ülkenin sanayi ve finans merkezinde büyük, çok büyük bir çöküntü yaşandı. Ardından da 2001 şubat’ında ülke küçümsenemeyecek büyük bir ekonomik krizle karşı karşıya kaldı. Ekonomik krizi Ecevit, Dünya Bankası’ndan (eski CHP’li, akademisyen ve teknokrat) Kemal Derviş’i Türkiye’ye getirip ekonomiden sorumlu bakan yaparak, IMF anlaşma ve politikaları çerçevesinde alınan önlemlerle çözerek toplumu yeni dengelerine ulaştırma adımları atarak çözmeye yöneldi. Kararlar işlevsel olup sistem içerisinde ekonomik kriz etkisini azaltmaya başlayınca da bu kez koalisyon hükümetinin iç dengeleri bozuldu ve MHP dayatmasıyla da 3 Kasım 2002 tarihinde yapılmak üzere erken genel milletvekili seçimi kararı alındı.

Seçimle İktidar Olmak

1998’de Anayasa Mahkemesi kararıyla Necmettin Erbakan’ın genel başkanlığını yaptığı Refah Partisi ‘laiklik karşıtı eylemlerin odağı olma’ gerekçesiyle kapatılmış ve kapatılan partinin milletvekilleriyle tabanı, kapatma kararından önce kurulmuş olan ve Recai Kutan başkanlığında faaliyetlerini sürdüren Fazilet Partisi’ne geçmişlerdi. Ancak Fazilet Partisi de Refah Partisi’nin devamı oluşu nedeniyle Haziran 2001’de kapatıldı. Bu süreç iki ayrı partinin oluşumuna kaynaklık etti ve kadrolarının geleneksel kanadı (SP) Saadet Partisi, YENİLİKÇİ KANADI ise Adalet ve Kalkınma Partisi adı altında yeniden siyasi parti olarak örgütlendiler. Bu iki yeni partiden SP, Necmettin Erbakan başkanlığında 20 Temmuz 2001’de, AKP ise 14 Ağustos 2001’de Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında kuruldu.

2002 yazında Ecevit koalisyon hükümetince alınan erken seçim kararı yasalaştırılınca 3 Kasım 2002’de yapılacak seçimin süreci de başlamış oldu. Gerçekte ise bu süreç 24 Ocak 1980 kararları ve 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle uygulamaya konan Türkiye’yi neo-liberalleştirme planlarından bağımsız bir olgu değildi. Ve Türkiye’de 12 Eylül’ün meyvaları yeni, yeni toplanmaya başlanıyordu.

12 Eylül, anti-demokratik ögelerle örülmüş bir siyasi partiler yasası ve seçim sistemiyle ülkenin geleceğini tanımlamaya çalışıyordu. Bu yaklaşım önce, 24 Ocak kararlarının da mimarlarından Turgut Özal’ın partisini iktidara getirdi. 1983 seçimlerinden sonra 1987 seçimlerinde de tek başına iktidar olan (ANAP) Anavatan Partisi genel başkanı Turgut Özal, 1990’lara doğru yepyeni planlarla koşuyordu. 1982 anayasasıyla devlet başkanlığı cumhurbaşkanlığı tanımıyla özdeşletirilen Kenan Evren, 1989’da görev süresini tamamlayacaktı. Özal cumhurbaşkanı olabilirdi, yeter ki parti genel başkanlığı ile başbakanlığı onun adına ve de onun yönlendirmeleri doğrultusunda yürütecek bir mutemet kişi bulunabilsin. Özal bu görev için Yıldırım Akbulut’u seçti. ANAP’ın genel başkanlığı ve başbakanlık görevlerini iki yıl süreyle yürüten Akbulut, haziran 1991’de yapılan ANAP genel kurulunda seçim yarışını kaybederek parti genel başkanlığı ve başbakanlık görevlerini, seçimi kazanan Mesut Yılmaz’a devretti. Böylece Özal’ın hem özel seçim sistemi ve çevresi düzenlemeleri hem de iktidarda kalmaya devam planları çökmüş oldu.

1991 seçimleri 12 Eylül yönetimince uygulamaya konan yüzde 10’luk seçim ve seçim çevresi barajlarına ek olarak Özal tarafından getirilen bir seçim çevresinden en fazla 5 milletvekili seçilmesine ek olarak 6’ıncı milletvekilliğinin kontenjandan seçim çevresinde en çok oyu alan partiye verilmesi kurallarına göre yapılmıştı. Ayrıca seçim çevrelerinin ANAP’ın oy dağılımlarına göre düzenlenmesi de, iktidara sunulan bir başka avantajdı. Ama tüm bu düzenlemeler Özal’ın ANAP’ının iktidarda kalmaya devamını sağlamaya yetmedi.

2002 seçimleri 1991 seçimleri kadar çarpık ve eşitsiz, çoğunluktan yana düzenlemeleri içeren bir seçim sistemiyle yapılmamış bile olsa, ortaya çıkan sonuç, belki de 1983 ve sonrası seçimlerinin en eşitsiz, en çarpık milletvekili dağılımıyla noktalandı.

2002 seçimleriyle AKP tek başına iktidar olduğunda partinin genel başkanı okuduğu bir şiir nedeniyle mahkeme kararıyla siyasi yasaklı konuma düştüğü için Yüksek Seçim Kurulu Erdoğan’ın 2002 seçiminde milletvekili adayı olmasını Anayasa’nın 76, TCK’nın 312’inci maddelerini gerekçe göstererek reddetti. AKP’nin birinci parti olduğu seçimden iki gün sonra Erdoğan ile kendisini ziyaret eden dönemin CHP (Cumhuriyet Halk Partisi) Genel Başkanı Deniz Baykal arasında “Vazo mutabakatı” doğdu. AKP, “affa uğramış olsa bile” ifadesini çıkararak Erdoğan’ın yasağını kaldıran bir anayasa değişikliği paketi hazırladı. Değişiklik AKP ve CHP’nin oylarıyla 13 Aralık 2002’de Meclis’ten geçti, ancak dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer (kişiye özel yasa çıkarılıyor olması nedeniyle) yasayı veto etti. CHP yine destek verince Sezer, ikinci kez kabul edilen değişikliği onaylamak zorunda kaldı.

Anayasa’nın 76, Milletvekili Seçimi Kanunu’nun 11. maddesi değiştirilerek, Erdoğan’ın milletvekili adayı olabilmesinin önündeki hukuki (https://www.hurriyet.com.tr/muhtar-bile-olamaz-di-27116486) engel kaldırılmış oldu. Seçim sonrası yapılan yasal düzenlemeyle Erdoğan’ın adaylığının önündeki siyasi engel kaldırılarak Siirt’teki 9 Mart 2003 il milletvekili yenileme seçimlerine (https://www.tccb.gov.tr/receptayyiperdogan/biyografi/) katılımı sağlanıp, milletvekili ve de Başbakan olması mümkün hale geldi.

AKP kuruluşundan on dört buçuk ay sonra yapılan ilk genel milletvekili seçimlerinde yurtiçi kayıtlı seçmenlerinin dörtte birinin (% 26,08’inin) oyunu, meclisteki toplam 550 milletvekillerinin ise (363’ünü) üçte ikisini kazanarak tek başına iktidar oldu.

Bu sonuç yeni kurulan partinin yönetici kadrolarının umduğu, beklediği sonuçtan çok ötedeydi. Ortaya böylesine bir milletvekili dağılımının çıkmasında erken seçim kararı alan koalisyon ortaklarının tümünün (DSP-MHP-ANAP) seçim barajı altında kalmaları ve AKP dışında sadece CHP’nin yüzde onluk seçim barajını aşabilmesi de etkili oldu. 2002 seçimlerinde Meclise bu iki (AKP ve CHP) partinin milletvekilleri dışında sadece 9 milletvekili girebildi, onlar da seçim çevrelerinin bağımsız milletvekilleriydi.

Aşağıdaki tablo AKP’nin ve son dönem ortakları Cumhur ittifakının toplam kayıtlı yurtiçi seçmenlerinden aldığı oyların oranını ve seçmenlerin seçime katılım düzeyiyle oyların genel dağılımını gösteriyor. Tablo, 2002’den 2018’e son 6 genel milletvekilli seçiminde ortaya çıkan sonuçları sergiliyor.

TABLO 1

2002'den 2018'e Genel Milletvekili Seçimleri

2002 Genel Milletvekili Seçimleri

2007 Genel Milletvekili Seçimleri

2011 Genel Milletvekili Seçimleri

2015/07 Genel Milletvekili Seçimleri

2015/11 Genel Milletvekili Seçimleri

2018 Genel Milletvekili Seçimleri

Top. Kayıtlı Seçmen

100,00

100,00

100,00

100,00

100,00

100,00

Oy Kullanmayanlar

20,92

15,84

12,84

13,57

12,60

11,82

Geçersiz Oylar

3,00

2,36

1,93

2,47

1,27

1,83

Geçerli Oy TOPLAMI

76,08

81,80

85,22

83,96

86,13

86,34

AKP

26,08

38,05

42,44

34,14

42,48

36,50

MHP

6,36

11,67

11,10

13,81

10,37

9,67

BBP

0,78

0,00

0,64

0,00

0,46

0,00

Cumhur İttifakı

33,22

49,72

54,18

47,95

53,30

46,17

Diğer Parti Oyları

42,86

32,08

31,04

36,01

32,83

40,17

Arka arkaya kapatılan Refah ve Fazilet partilerinin ardından 2001’de kurulan, biri geleneksel diğeri yenilikçi iki İslamcı milli görüş kökenli parti 3 Kasım 2002 seçimlerine hızla hazır hale geldiler. Bu partilerden biri, yenilikçi olanı, Turgut Özal’ın seçim öncesi hep yaptığı gibi seçim çalışmaları başlangıcını, partinin yasaklı-yasaksız liderlerinin (Erdoğan’la Gül’ün) ABD ziyareti sonrasına bıraktı. Ve bu parti, Turgut Özal’ın partisi gibi, kuruluşunun hemen ardından girdiği ilk genel milletvekili seçimlerinden birinci ve iktidar partisi olarak çıktı.

AKP 2002 seçimlerinden birinci ve iktidar partisi olarak çıktı çıkmasına da aslında bu sonuç, yetişmiş kadro sorunları yaşayan bir parti açısından önemli handikaplar doğurabilirdi. Ama ilk gelişmeler tersine görünümler sergiledi. Lideri Amerika’da yaşayan ümmetçi bir tarikatın, Gülen hareketinin, yetişmiş kadroları AKP’nin imdadına koştu. Elbette bir de Ecevit koalisyonu döneminde Kemal Derviş’in IMF ile anlaşmalı olarak kurgulanan kriz ve ekonomi yönetiminin akış ve işleyişi, AKP’nin sorununun büyük oranda çözümünü sağladı.

Büyük depremler ve ekonomik kriz yaşayan toplum, seçim sonrasında içine girdiği göreli yükseliş sürecinde AKP’ye her gün daha güçlü destek vermeye başladı. Burada Avrupa Birliği çıpası ve liberal kesimlerin katkısı, AKP’nin gücüne güç katıyor, dünya ekonomisinin para bolluğu nedeniyle Türkiye’ye yabancı sermaye girişi bu desteği daha da arttırıyordu. 2007 seçimlerine gelindiğinde AKP oyunu kayıtlı seçmen bazıyla 12 puan yükseltmişti. Aynı süreçte Ecevit koalisyonunun yıkılma kararına imza atan MHP’nin oyu da 5 puanın üzerinde artmış ve MHP’yi seçmen desteğini çekmekte AKP’ye eşlik eden parti konumuna sokmuştu. Bu süreç 2011 seçimlerine değin devam etti ama, değişen şey AKP dışındaki partilerin de oy kazanmaya başlamaları ve fakat onların kazanımlarının seçmen artış oranının altında oluşu nedeniyle oy oranlarına yansımaması farklı görünümler ortaya çıkardı. Bu yönüyle 2011 seçimleri AKP’nin kendi seçmen tavanına, en yüksek seçmen destek düzeyine ulaştığının işareti olarak değerlendirilebilir. Kaldı ki bu değerlendirmeyi AKP gibi, AKP’nin zımni ortağı MHP de yapmış olmalı. Çünkü bu seçimden sonra ümmetçi İslamcı Fetullah Gülen hareketi ‘ne istediniz de vermedik’ değerlendirmeleriyle karşı karşıya kalmaya başladı, içsel iktidar çekişmelerinin ilk ve yoğun işaretleri siyaset ve iletişim dünyası içinde hızla yayılmaya başladı.

AKP çeşitli dönüm noktaları yaşadı Bunlardan biri 2011’de gelinen evrenin iç hesaplaşmalarla sonraki yıllara nasıl aktarıldığı ve bir diğeri Erdoğan’ın tramvay metaforunun yeniden anımsanması. Erdoğan “Demokrasi bir tramvaydır, gittiğimiz yere kadar gider, orada ineriz” (Zülal Kalkandelen, Cumhuriyet Gazetesi, 5 Temmuz 2020) düşüncesine sahip bir siyasetçi. Erdoğan bu görüşünü 14 Temmuz 1996’da kendisiyle yapılan ve ‘Demokrasi bizim için amaç değil, araçtır’ başlığıyla yayımlanan söyleşide Nilgün Cerrahoğlu’na anlatıyor ve şöyle diyor: Tarih boyunca biz kendi örneğini üretmiş bir toplumuz. Yarın da öyle olacağız. O yıllarda adına konuştuğu Refah Partisi’nin ‘yerli değişim’ idealini; ‘Milletin ruh köküne, milletin ruh kökü diye ifade ettiğimiz temel değerlere dayalı bir değişim’ diye tanımlıyor. ‘Ruh kökü İslam mı oluyor’ sorusunun cevabını ‘İslam’a dayalı bir anlayış, evet.’“ (Nilgün Cerrahoğlu, ‘Dünya Erdoğan’a Kral Çıplak diyor’ Cumhuriyet Gazetesi, 3 Nisan 2016) diye veriyor. İşte yitirilen 2015 haziran seçimlerinin 2015 kasım yineleme seçimleriyle telafisinin ardında da bu anlayışın yattığını söylemek, yanıltıcı olmayacaktır.

2015 haziran seçimlerinde AKP, 2011 seçimlerine göre 8,3 puanlık bir kayıp yaşarken MHP 2,71 puan, diğer partiler ise 4,97 puanlık oy artışı sağladılar. Seçimin geçerli oy düzeyi de bir önceki seçime göre 1,26 puan düştü. Bu oy dağılımının doğal sonucu da seçimde hiçbir partinin tek başına hükümet kuracak çoğunluğa erişememesi oldu. Bu seçimde AKP 258, CHP 132, MHP ile HDP (Halkların Demokratik Partisi) 80’er milletvekilliği kazandılar. Böylece 4 partili bir meclis oluştu. Ve 2002 seçimleriyle tek başına iktidara gelen AKP, 2015 haziran seçimleriyle tek başına iktidarda olma şansını yitirmiş oldu.

Ortaya çıkan koalisyon hükümeti olasılıkları sorununda AKP’nin yardımına önce MHP, sonra da meclis başkanlığı seçimi konusuyla CHP eski genel başkanı Deniz Baykal koşmuş oldu. Deniz Baykal meclis başkanı olmak istiyordu, MHP ise AKP’yi dışarıda bırakan tüm koalisyon olanaklarına kapıyı kapatarak AKP’nin önünde yeni ufukların açılmasına katkı veriyordu. Böyle olunca da Erdoğan (2014’de Cumhurbaşkanı seçilmişti), AKP genel başkanı Ahmet Davutoğlu’nu istikşafı hükümet kurup/kurmama görüşmeleriyle görevlendirip, ‘ortak hükümet kurma teklifinin karşı partiye önerilmediği görüşmeler’ sonunda 1 Kasım 2015 tarihinde yineleme seçimleri yapılacağı kararını açıkladı.

İktidar Kalmak

7 Haziran seçimlerinden iki gün önce, HDP’nin seçim öncesi son mitinginin yapıldığı alana yerleştirilen bomba patlayıp, beş kişinin ölümüne neden oldu. 17 Temmuz’da Erdoğan, daha önce Dolmabahçe’de imzalanan 10 maddelik mutabakatı tanımadığını açıklayıp, yürütülmekte olan çözüm sürecini sonlandırdığını ilan etti.

20 Temmuz’da Suruç katliamı yaşandı, patlayan bomba 33 gencin yaşamını elinden aldı. 22 Temmuz’da da Ceylanpınar’da iki polis evlerinde öldürüldü ve olay sonrasında çözüm süreci tamamen sonlanmış oldu.

10 Ekim’de Ankara Gar meydanında kendini patlatan iki canlı bomba, mitinge katılmak için gelen binlerce kişinin dağılmasına ve 102 kişinin ölümüne neden oldu. Bombaların ve öldürmelerin arkasında IŞİD (Irak Şam İslam Devleti adlı terör örgütü) elemanları ve şüphelilerinin olduğuna ilişkin bulgulardan söz edildi, suçlamalar IŞİD ve PKK’ya yöneldi. Ama bu yaşananlardan sonra egemen söylem; ‘AKP iktidar olmazsa terör tüm Türkiye’yi tehdit eder hale gelecektir’ oldu.

1 Kasım’da yinelenen seçimde AKP oylarını 8,34 puan artırırken, seçim katılımı ve geçerli oyların oranı da 2,17 puan yükseldi. MHP 3,44 puan, diğer partiler ise 3,18 puan düzeyinde oy yitirdiler. Bu sonuçlarla AKP 2011 seçimlerinde ulaştığı seçmen desteğine tekrar kavuşmuş oldu. Ayrıca seçim sonuçlarına ilk bakışta haziran-kasım arasında AKP’nin oylarını artırmasıyla birlikte tüm diğer partiler toplam olarak oy yitimi yaşadılar. Böylece ortaya büyük bir AKP zaferi çıkıyordu.

Oysa gerçekte durum tam da öyle değildi. Çünkü, sol söylemli partilere (CHP, HDP ve solcu-sosyalist partilere) oy veren seçmenler 2011 seçimlerinde toplam kayıtlı yurtiçi seçmenlerinin yüzde 25,80’i düzeyindeyken, Haziran 2015 seçimlerinde bu oran yüzde 32,49’a yükselmişti. Kasım seçimlerinde ise bu oyların oransal büyüklüğü yüzde 31,78’e geriledi. Yani durum, 0,71 puanlık bir oy kaybına işaret ediyor. Dolayısıyla haziran – kasım dönemi AKP oy kazanımının 2,17 puanını yeni seçmen, 0,71 puanını da sol seçmen açıklıyorsa, AKP’nin oy kazanımının 5,46 puanlık kısmının kökeni ise sağ partiler oluşturuyordu. Bir başka söylemle, sağ partilerin kendi aralarındaki yüksek oy alış-verişi AKP’nin kasım seçimlerinde ulaştığı sonucu sağlayan, yeniden tek başına iktidarı mümkün kılan bir etmen oluyor.

Ne var ki AKP’nin bu kazanımı çok da uzun erimli olmadı. AKP 4-5 ay içerisinde sağladığı 8,34 puanlık oy artışının 5,98 puanını hemen bir sonraki seçimde, 2018 seçimlerinde yitirdi. Kaldı ki 2018 seçimlerinde, seçime katılım düzeyinin azalmayıp, az da olsa artmasına karşın AKP’nin oy kaybı yaşaması -olayı daha da- dikkat çekici hale getirmiş oluyor. Yani bu kayıp, AKP’ye oy verenlerin sandıktan uzaklaşmasından kaynaklanmayıp, -belki de- geldikleri partiye geri dönmeleri nedeniyle ortaya çıkıyor ya da o seçmenlerin başka partilere yönelmeleriyle gerçekleşiyor. İşte 2018 seçimlerinin AKP ve iktidarını tanımlama özelliği de bu noktada önem ve açıklık kazanmış oluyor. Çünkü artık Erdoğan ve AKP 2002-2015 döneminin son bulduğunu ve de iktidar kalabilmek için yeni yapılanmaların kaçınılmaz olduğunu görerek, ortak değiştirme yoluyla ümmetçi İslamcılıktan milliyetçi İslamcılığa yelken açma evresi ve tramvayın da zaten son durağa ulaştığı farkındalığıyla, meselenin iktidara gelmek değil -baştan beri amaçlandığı gibi- kalmak olduğunun kitlelerce de bilinmesine engel olunamayan bir noktaya ulaşılmış oluyor.

Aşağıdaki tablo (Tablo 2) 2015’deki Haziran–Kasım seçimlerinde seçmenlerin partiler arası gidip-gelişlerini sayısal ve oransal olarak sergilemek amacıyla düzenlendi. Tablo yurtiçi toplam kayıtlı seçmenler üzerinden ve AKP’nin oy kayıp-kazançlarından hareket edilerek oluşturuldu. Tablodan da açıkça görüldüğü gibi AKP’nin 2011 seçimlerinde aldığı toplam oyun (21 milyon 306 bin 826) Kasım 2015 seçimlerinde ulaştığı (22 milyon 959 bin 394) düzeye gelişindeki kayıp ve kazançların büyüklükleri ve kaynakları sergileniyor. Bu sergileme iki önemli şeye işaret ediyor; birincisi AKP-MHP-AKP arası yüksek seçmen geçirgenliği, ikincisi ise AKP’nin sol söylemli partilere kaptırdığı her 100 oydan ancak 38’ini geri döndürebildiğini.

siyasi-arastirmalarin-gosterdikleri-841383-1.

Yeniden Tablo 1’e ve 2018 seçimlerine dönülecek olursa, Kasım 2015’ten 2018 seçimlerine gelindiğinde sadece AKP’nin değil Cumhur ittifakı bileşenlerinin de önemli oranda oy yitirdiği görülüyor. Eğer Kasım 2015’e değil de ulaşılmak istenen yeni yapının kökleştirilmeye başlandığı ve AKP’nin en yüksek düzeyine ulaştığı 2011’e göre karşılaştırma yapılacak olursa, Cumhur ittifakı bileşenlerinin oy kaybı 8,01 puan, bu da yüzde 15’lik bir küçülmeyi tarif ediyor. Sadece AKP bağlamında ise bu rakamlar 5,94 puanlık ve de yüzde 14’lük bir küçülme anlamına geliyor. Yani çanlar hem AKP hem de Cumhur ittifakı bileşenleri için çalmaya başlamış gibi görünüyor. Bu devinim, normal koşullar altında tersine çevrilmesi zor bir süreç iken; büyük bir kriz ve ekonomik dar boğazın yaşandığı, pandeminin ülkeyi ve dünyayı kasıp kavurduğu bu ortamda çok daha zorlu bir süreç olarak iktidarı ve bileşenlerini yeni bir kıskaca sürükleyebilir. Acaba o kıskacın dişleri arasından hangi alternatiflerle kurtulma planları yapılabilir ve bu planlar Cumhur ittifakı bileşenlerinin hangi hesaplarıyla çakışır ve hangileriyle çelişir? İşte bu noktada asıl konuya gelinmiş oluyor; tramvaydan iniş sonrası yola devam edilip edilemeyeceği ya da yola devam edilecekse, bunun nasıl olacağı sorusu. Bu da meselenin özünün ifade edilmesi olsa gerek.

Siyasi Kamuoyu Yoklamalarının Çizdiği ve Çizmediği Çerçeveler

Gazetelerde, televizyonlarda sık sık karşılaşıyoruz ‘Bugün -bu pazar- seçim olsa’ sorulu, ‘kime / hangi partiye, oy verirdiniz?’ yoklamalarıyla. Çoğunlukla da şu kadar kişiyle yüz-yüze ya da telefonla yapılan anket sonuçları olarak yöntemi anlatılan bu ‘araştırmalar!’; bazen kuramsal çerçevesi, yöntemi, modeli olan siyasi kamuoyu araştırmalarının, kimi zaman da algı yönetiminin ürünü olarak tasarlanmış çalışmanın çıktıları olarak karşımıza geliyor.

siyasi-arastirmalarin-gosterdikleri-841382-1.

https://tr.wikipedia.org/wiki/Türkiye%27de_genel_seçimler

Ağustos 2020’den Ocak 2021’e uzanan altı aylık dönemde kamuoyuna yansıyan altı ayrı kuruluşunun araştırma bulguları Tablo 3’de sergileniyor. Bu araştırmaların çoğu telefonla yapılan anketlere dayalı bulguları sergilemelerine karşın, araştırmada kullanılan telefon numaraları veri tabanının seçmen kitlesini ne oranda temsil ettiğine ilişkin bilgiye sahip olmadığımız gibi araştırmanın modellemesi ve örneklem çerçevesi hakkındaki açıklamalar da araştırma bulgularıyla birlikte yayımlanmış değil. Ancak bu yazıda odağımız araştırma bulguları üzerinde değerlendirme yapmak yerine, kamuya yansıyan sonuçlar olduğu için yukarıdaki tabloyu, kısa da olsa zaman serisi oluşturan ve kararsız/yanıtsız dahil araştırma verilerini sergileyen kuruluşların yayınlarını temel alarak hazırladık.

Seçimler, seçmen kütüklerinde kayıtlı seçmenlerin çoğunun oy kullanıp bir kısmının oy kullanmadığı, oy kullanan seçmenlerin oylarının ağırlıkla geçerli olup hatalı küçük bir kısmının geçersiz sayıldığı bir tercih sistemini yansıtır. Dolayısıyla siyasal kamuoyu yoklamaları da oy kullanma kararı vermiş seçmenlerin oy tercihleriyle, oy kullanmayı düşünmeyen ya da oy kullanıp/kullanmamaya henüz karar vermemiş seçmenlerin oransal dağılımlarını tahmin etmek amacıyla yapılan araştırmalardır. Bu yönüyle kamuoyu araştırmaları seçimde oy kullanacak ve kullanmayacak seçmenlerin oranını, oy kullanacak seçmenlerin kararlı / kararsız dağılımını ve kullanacağı oy konusunda kararını vermiş olanların parti dağılımını sergilemek durumunda. Yukarıdaki Tablo 3’de sergilenen kamuoyu yoklaması sonuçlarının Tablo 1’in sergilediği yapıyla bağıntılı bir biçimde çözümlenmesi, bize şunları söyleyebilir.

Ağustos 2020 SONAR araştırmasına göre; Kararsız ve yanıtsızlar kesiminden seçime kadar 5,9 puanlık bir kesimin azalacağı ve bunların kararlı seçmenler gibi oransal dağılımı durumunda AKP’nin yüzde 33,9’a, MHP’nin ise 9,8’e yükselerek, tüm diğer partilerin kayıtlı seçmenden alacağı oy yüzde 41,3’e ulaşıyor olsa da mevcut iktidar yapısının aynen devam edeceği söylenebilir.

Eylül 2020 KONDA araştırmasına göre; Kararsız ve yanıtsızlar kesiminin, seçime kadar yaklaşık 21,8 puan azalacağı, bunların mevcut kararlı seçmenler gibi davranacağı varsayılarak, oransal dağıtılmaları durumunda Cumhur ittifakının oyu yüzde 40,21’e yükselirken, tüm diğer partilerin kayıtlı seçmenden alacağı oy yüzde 44,65’e ulaşabilir. Bunların Millet ittifakı olarak ortak bir davranış sergilemesi, yeni bir iktidar olasılığına işaret edebilir.

Ekim 2020 MAK araştırmaya göre; Seçime katılımın 2015 ve 2018 seçimlerindeki katılım düzeyinin ötesine geçtiğini ve Cumhur ittifakı dışındaki partilere yönelişin, Cumhur ittifakına olan yönelişin yüzde 15 ötesine geçtiğine işaret ederek, iktidarın değiştirilebileceğine ilişkin bir umudu Millet ittifakına sunmuş oluyor.

Kasım 2020 GENAR araştırmasına göre; Kararsız ve yanıtsızların seçime kadar 3,8 puan büyüklüğünde bir kesimin azalacağı, kararlı seçmenlerin oransal dağılımını yansıtarak AKP’nin oyunun yüzde 35,8’e, MHP’nin oyunu 9,4’e, BBP’nin oyunu da yüzde 0,52’ye yükselterek, tüm diğer partilerin kayıtlı seçmenden alacağı oyun da yüzde 40,3’e ulaşacağını, sonuçta da mevcut iktidarın koltuğunu aynen koruyacağı söylenebilir.

Aralık 2020 Metropol araştırmasına göre; Kararsız ve yanıtsızların 6,3 puan azalması Cumhur ittifakına 2,9 puanlık bir destek getirerek bu ittifaka kayıtlı seçmenlerin yüzde 39,5’ine yükseltirken, diğer partilere oy verenleri yüzde 45,5’lik bir büyüklüğe ulaştırıyor. Dolayısıyla iktidar meselesi bu yüzde 45,5’lik kesimin ortak bir biçimde davranma potansiyeline kalmış oluyor.

Ocak 2021 AKAM araştırmasına göre; Sorulara belirli bir parti tercihi belirterek yanıt veremeyenlerle, seçimde oy kullanmayacak olanların oranı yüzde 84,3’lük düzeyiyle son üç seçimdeki seçmenlerin geçerli oy kullanma oranıyla neredeyse çakışıyor. Bu araştırmanın bulgularına göre Cumhur ittifakına oy vereceğini söyleyenlerle, ittifak dışı oy kullanacak olanlar arasındaki farkın kayıtlı seçmenlerin yüzde 10,5’ine ulaştığı görülüyor. Bu olgu da iktidarın değişme olasılığının güçlendiği yönündeki yorumlara kapı aralamış oluyor.

Birbirini izleyen altı ayda, altı ayrı araştırma kuruluşunun ortaya koyduğu sonuçlar -burada konu verilerin geçerliliği ve güvenilirliği açısından değil, kamuoyuna yansıdığı biçimiyle- bazı olasılıkları akla getiriyorsa, üzerinde durulması gereken ilk nokta ana iktidar partisinin (AKP’nin) kayıtlı seçmen bazıyla yüzde 30’un altına inmeyen desteğe hâlâ nasıl sahip olabildiğidir. Burada bir spekülasyon yaparak Veri Araştırma’nın ekip çalışmasıyla TÜSES için yaptığı 1996–2002 araştırmalarından aktarılacak bir bulguyla ortaya bir soru atılabilir (Türkiye’de Seçmen Eğilimlerinde Yeni Açılımlar 1994-2004, TÜSES Yayınları s.30-33). Araştırmada seçmenlere şeriat hukuku ve şeriat yönetimi isteyip istemedikleri sorulduğunda seçmenleri yüzde 9,9’uyla 26,7’si arasında değişen kesimi soruya ‘evet isterim’ diye yanıt verirken, seçmenlerin yüzde 58-60 arasındaki büyük bölümü ‘hayır istemem’ demişlerdi. Araştırmanın yapıldığı dönemin havasına göre seçmenlerin yüzde 15 ile 30 arasında değişen önemli bir kesimi de ya soruyu yanıtsız bırakıyor ya da ‘fikrim yok’ diye yanıtlıyordu. Acaba şeriat isteğini belirtenlerle, soruyu yanıtsız bırakanlardan oluşan yüzde 38-40’lık kesim, AKP’nin odak seçmeninden mi oluşuyor? Çünkü 2004 araştırmasında, şeriat hukuku ve yönetimi istemeyenlerin oranı birdenbire yüzde 70’lere doğru tırmandı ve o araştırma da AKP iktidarının ikinci yılı içinde yapılmıştı. Belki bu noktada şöyle bir sorunun sorulması, yerinde olacaktır. Soru şu; Kayıtlı seçmen bazıyla AKP oylarının yüzde 30’un altına inmiyor oluşu, sınıf / sosyo-ekonomik konum / eğitim, gelir, istihdam ve benzeri değişkenlerden bağımsız, şeriat istemini yaratan etkiyle bağımlı bir sonuç mu? Bu sorunun yanıtı, toplumsal olarak değişme ve değişememenin açıklamasını da içinde taşıması açısından büyük önem taşıyor.

Yukarıda bulguları sergilenen 6 araştırma kuruluşundan 3’ünün Ekim’de ve Ocak’ta yapılmış ikişer araştırması kamuoyuna yansımış. Ayrıca bu araştırmalarda Cumhur ittifakı oyunun, ittifak dışı oylardan daha düşük görünüyor olması -varsa eğer- değişme yön ve biçiminin daha net anlaşılmasına olanak sağlayabilir. Aşağıdaki Tablo 4, bu bulguların birlikte ve değişimin görülebilir kılınması için hazırlandı.

siyasi-arastirmalarin-gosterdikleri-841381-1.

İki metropol araştırmasının karşılaştırmalı olarak incelenmesi; kararsızların, AKP ve MHP’ye oy verecek seçmenlerin oy kaybı sürecine girdiğini gösteriyor. Bu sürecin doğal sonucu olarak da Cumhur ittifakı dışındaki partilere oy verecek seçmenlerin artıp Cumhur ittifakı seçmenlerinin azalması iktidarın değişme olasılığını arttırsa da bunun anlamı, diğer tarafın seçimi kazanacağı anlamına gelmiyor.

Avrasya Kamuoyu Araştırmalar Merkezi (AKAM)’ın araştırmalarına göre kararsız seçmenler ağırlıkla AKP’ye yönelirken diğer partilere çok daha az kayıyorlar. Bunun sonucu da Cumhur ittifakına verilen oylarla diğer partilere verilen oylar arasındaki fark giderek küçülüyor. Ama buna rağmen AKAM’ın iki grup arasında bulduğu oy farkı, hâlâ en açık araya işaret ediyor.

MAK araştırma bulgularına göre Cumhur ittifakıyla, Cumhur ittifakı dışındaki toplam partilerin oy oranları arasındaki fark azalmıyor, artıyor. Ayrıca kararsızların azalması ile birlikte AKP’nin de oyları düşüyor, MHP yerinde sayıyor. Bu olgu da Cumhur ittifakının diğer partiler karşısındaki gücünü adım adım zayıflatmış oluyor.

Tablo 4’te yer alan üç araştırmanın her üçü de, 2021 Ocak ayında AKP’nin kayıtlı seçmenlerin yüzde 30,1’iyle–32,2’si arasındaki bir kesiminin desteğine sahip olduğunu gösteriyor. İşte bu noktada tekrar aynı soruya ve de konuya dönmek kaçınılmaz oluyor. Acaba nasıl oluyor da 18 yıllık iktidar yıpranması ve yaygın bir yoksulluk / işsizlik / güvensizlik ortamında, ekonomik kriz ve pandemi etkisi altında iktidar partisi hâlâ toplam kayıtlı seçmenlerin yüzde otuzunun desteğine sahip görünebiliyor?

Seçmen Değişiyor, Yenileniyor Ama Toplum ..

Türkiye’de 2002 Kasım’ında toplam kayıtlı seçmen sayısı 41 milyon 291 bin 568. Her seçimde bu sayı az ya da çok artıyor ve 2018’e gelindiğinde 56 milyon 322 bin 632’ye ulaşıyor. Yurtiçindeki kayıtlı seçmenler bir yandan ölüm ve yurt dışına göçle azalırken, diğer yandan yurtdışından göçlerle ve çocukların 18 yaşına erişmesiyle artıyor, çoğalıyor. Demek ki 2002’den 2018’e yenilenen, artan seçmen 15 milyon değil. Onun çok daha üstünde. Önümüzdeki milletvekilliği ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinin zamanında ya da erken yapılmasına göre bu yeni seçmen kitlesine 5 milyon, hatta onun da üzerinde yeni bir seçmen kitlesinin katılması söz konusu olabilir. Dolayısıyla bu yeni yapılacak seçimlerde oy kullanacak kitlenin en az üçte biri AKP iktidarında seçmen olmuş bir kesimden oluşmuş olacak.

30 il, 2014’de büyükşehir yapıldıktan sonra o illerin köyleri mahalleye dönüştürülünce tüm Türkiye’nin kırsal yerleşim yerlerinde yaşayan seçmenlerin oranı yüzde 10,31’e düştü. 2015 Kasım seçimlerinde bu yerleşimlerin kayıtlı seçmenleri AKP’ye Türkiye ortalamasının 4 puan üstünde oy verdiler.

Türkiye’nin alt statülü mahallelerinde toplam kayıtlı seçmenlerin yüzde 19,15’i yaşıyor. Bu seçmenler de aynı seçimlerde AKP’ye Türkiye ortalamasının 5 puanın da üstünde oy veren bir seçmen kitlesinden oluşuyor.

Türkiye seçmenlerinin yüzde 60,6’sı orta statülü mahallelerde yaşıyor ve de AKP’ye Türkiye ortalamaları düzeyinde oy veriyorlar. Demek AKP önce alt statülü mahalleler ve kırsal yerleşimlerin seçmenlerince destekleniyor. Onları orta statülü mahallelerde yaşayan kentlerin ana ağırlıklı kesimleri izliyor. Geriye seçmenlerin kabaca yüzde 10’u kalıyor. Bu kesimden de AKP, 2015 Kasım seçimlerinde Türkiye ortalamasının 12-13 puan gerisinde oy alabilmişti.

AKP söylemiyle eylemi ters ve de farklı bir parti. Desteklediği, lehlerine politikalar ürettiği varsıllardan oy alamayıp, bir başka dünyaya, inançlarına havale ettikleri yoksul ve orta halli kitlelerin desteğiyle ise, iktidarına iktidarlar katıyorlar. İşte işin asıl kritik, üzerinde düşünülmesi gereken noktası da.

Yeni seçmen en çok alt ve orta statülü mahallelerden katılıyor yaşama. Ve geleceğini de o kendi ortamında yaratmaya mahkûm edildiği için bir yandan inancın, dinin diğer yandan da milliyetçiliğin çerçevelediği bir dünyanın parçası haline gelen bu gençleri çıkışsızlığın rüzgarına kaptırmamak hiç de kolay değil. Umutsuz ve geleceksiz, iş kazalarının iş cinayetlerine dönüştüğü, iş güvenliğinin iş bulamamanın açıklama ve anlatım biçimi haline geldiği bir ortamda; hızlı öğrenen, teknoloji ve yeni nesil uygulamalara yatkın, sorgulayıcı, internet üzerinden sosyalleşen, bilgiye kolay ulaşabildiği için çabuk sıkılan, bireyci ve yaratıcı gençleri acaba neler bekliyor? Küsüp gitmek mi, kalıp mücadele ederek mevcut ilişkiler sistemini, düzeni değiştirmek mi? Yoksa varolan kaosun içinde sahip olunan özelliklerin köreltilmesi, yitirilmesi, serseri bir mayına dönüştürülmesi yoluyla adım adım yok edilmesi mi?

Gençler toplumun parçası. Onlar da aileleri gibi kırda, alt-orta-üst statülü mahallelerde sürdürüyorlar yaşamlarını. Hepsinin sorunu aynı değil, sorunların çözümü de bireysel rüzgarlarla üstesinden gelinir şeyler olmadığına göre toplumsal farkındalık geliştikçe, bireyden, sınıfa, topluma; dayanışmadan örgütleşmeye, dernekten partiye uzanıp gidiyor çözüm yolları.