Siz hiç evladınızın kafatasını taşıdınız mı?

Burak ABATAY

Devrimci siyaset dünden bugüne anlatılan sayısız hikâyeye sahip. Direnişler, grevler, dayanışmalar, eylemler, cezaevleri, işkenceler, kurtuluşlar, dayanışmalar, yiğitlikler… Çok sayıda kitapla bu hikâyeler yazılı olarak da belleğimizde yer edindi. Bu yazılı ürünlerden bir tanesi de Devrimci Yolcu Mustafa Korkmaz’ın kaleme aldıkları. Ayrıntı Yayınları etiketiyle çıkan “Ha Bu Nasul Dev-Genç'tur Uşağum” kitabından sonra Korkmaz, bu kez de yeni kitabı “Büyük Kayanın Çiçekleri” kitabını Su Yayınları’ndan okuruyla buluşturdu.

Bilhassa Karadeniz coğrafyasından taşıyıp bize sunduğu hikâyeleri konuşmak için bir araya geldik Korkmaz ile.

DEVRİMCİLİKLE SÜRMÜŞ BİR ÖMÜR

Devrimcilikle nasıl tanıştığını sorarak başladık. Sağ basının hazırladığı THKO eleştirisini okuduğunu ve bu eleştirilerin ardından yazının içindeki çelişkileri yakaladığını söylüyor Korkmaz: “THKO’luları haklı bulmuştum. Sonrasında DEV-GENÇ’in çay fabrikası örgütlenmesi vardı. Pazar’da PANDER (Pazar Gençlik Kültür Derneği) vardı. Oraya gidip geliyordum. Solculuğum böyle başladı. İzmir’e gittim çalışmak için. Üniversiteli gençlerle tanıştım. Onlardan da etkilendim. Devrimci Gençlik dergisini okuyup Devrimci Gençlikçi olduk. Sonra da Devrimci Yolcu oldum.”

12 Eylül sonrasında daha güvenli bir yer edine maksadıyla dağa çıktıklarını söylüyor Korkmaz. Yakalanma hikâyelerini şöyle anlatıyor: “Yolda görüldük. Bir dükkândan malzemeler aldık, not yazıp bıraktık: ‘Biz avcıyız birtakım malzemeler aldık ve parasını fazlasıyla bıraktık.’ Bütün silahların toplandığı bir dönemde avcının dağda ne işi var? Bu bir hata idi. Bir köye yakın bir yerde kadının biri otları yüklediği bir yerde bizi gördü. Bizim arkadaşlar yükünü hazırladı. Kadına da demişler ki, ‘Biz aşağı gidiyoruz, avcıyız. Üşüdük dinleneceğiz.’ Kadın da sonra bizi yukarı doğru giderken görünce gidip köy muhtarına şikâyet ediyor. Jandarma geliyor ama çatışmaya cesaret edemiyor. Sonra epey kalabalık bir ekip gelince yakalandık. İşkenceye götürüldüğümüzde komutan, ‘Hoş geldin devrim ordusu. Siz artık bizim esirimizsiniz’ demişti. Sonrası zaten cezaevi süreci…”

siz-hic-evladinizin-kafatasini-tasidiniz-mi-677111-1.

BELLEK YAZMAK İSTER

Yaşanan onca zaman, acılar, zaferler, tanıklıklar… Korkmaz yaşadıklarını cezaevinde de dışarıda da yazmış. Notlar almış. Sonra ilk kitap ve ardından Büyük Kayanın Çiçekleri. İkinci kitabı konuşuyoruz. “İki bölümden oluşuyor. İlki 12 Eylül öncesindeki anılar; ikincisi ise bugünün hikâyeleri. Mesela Ümraniye’de ‘99 yılında bir anasıfı öğretmeni annesiyle beraber tecavüz edilmişti; sonrasında annesi öldürülmüştü. Benim çocuğumun öğretmeniydi. Bu olayın hikâyesi var. Ambarlı’da sele kapılan 7 kız çocuğunun hikâyesi var. Bir amcanın Karadeniz’de HES’lere olan direnişinin öyküsü var. Bu kitap bu tür hikâyelerin üzerine kurulu” diye anlatıyor kitabını.

İKİ SARSICI HİKÂYE

“Kitaptaki dikkat çekici iki hikâye var” diye sözüne devam ediyor Korkmaz. Cezaevlerinde psikolojisi bozulan arkadaşlarımız vardı. Bunlardan biri meczup olarak sokakta sahipsiz öldü. Cezaevi sürecinde tavır alan yiğit bir adam vardı. Bir gün işkenceye alıyorlar bu kişiyi. İşkencede kafasına vurmuşlar onu söyledi. Ve sonrasında da hayatı boyunca sustu. Gerçek isimlerini kullanmadım kimsenin. Bir diğer dikkat çekici hikâye de işkencede öldürülen bir arkadaşımızın babasına ait. İlk dava sonucu “Hapiste öldü” diye sonuçlandı. İtiraz edildi ve otopsi yapılabilmesi için arkadaşımızın kafatasının mezardan çıkarılmasına karar kıldılar. Rize’den İzmir Adli Tıp’a götürüldü. Aylar sonra babayı arayıp, ‘Gel oğlunun kafatasını al’ dediler. Baba da diyor ki, ‘Nasıl alıp götürdüyseniz öyle getirin, gömün.’ Babayı tehdit etmişler. Korkup gidip oğlunun kafatasını almış da koltuğunun altında öyle getirmiş memlekete.”

Mustafa Korkmaz’ın anlattığı hikâyelerde sarsılmanız, yer yer büyülenmeniz çok normal. Gerçekliğin harmanlandığı kitap geçmişle kurulacak bağı canlı tutacaktır.