Hayatın bütün alanlarında haksızlığa karşı tavır ve dayanışma geliştiren kadınların en etkili oldukları alanlardan biri de çevre mücadelesi. Kızılcaköy’de jeotermale karşı nöbet tutan Fatma’nın da, Cerattepe’de madencilere karşı çıkan Neşe’nin de, Yeşil Yol yapılırken “Halkım ben!” diye haykıran Havva’nın da, “Toprağım benim yuvam” diyen 65 yaşındaki Çerkezköylü Fevziye’nin ve Kazdağı için yıllardır mücadele eden Süheyla’nın […]

Siz hiç ot toplayan erkek gördünüz mü!

Hayatın bütün alanlarında haksızlığa karşı tavır ve dayanışma geliştiren kadınların en etkili oldukları alanlardan biri de çevre mücadelesi. Kızılcaköy’de jeotermale karşı nöbet tutan Fatma’nın da, Cerattepe’de madencilere karşı çıkan Neşe’nin de, Yeşil Yol yapılırken “Halkım ben!” diye haykıran Havva’nın da, “Toprağım benim yuvam” diyen 65 yaşındaki Çerkezköylü Fevziye’nin ve Kazdağı için yıllardır mücadele eden Süheyla’nın da derdi ortak; “yaşamı devam ettirmek.”

“Hayatımız için, zehir solumamak için mücadele ettik. Biz olmasak erkekler termik santralı yaptırırdı” diyerek başlıyor sözlerine Çerkezköy’den Fevziye Buga. 2 yıla yakın süren mücadelelerinde, canlarından çok sevdiklerini söyledikleri meşe ormanlarını kömürlü termik santrala kaptırmayan “doğanın isimsiz koruyucuları” onlar.

Çerkezköy’de termik santrala karşı verilen mücadele ve kazanımda en çok kadınların emeği var. Köyün erkeklerinin geri planda kaldığı bu direnişte, santral için nihayet “ÇED olumsuz” kararı verildi. Fevziye de böyle coşkulu anlatıyor bu süreci; “Eşlerimiz arkamızda oldu ama arkamızdalardı yani önde biz vardık” diyor ve ekliyor: “Hastalık olmasın, gençlerimiz evlatlarımız zehirlenmesin, böceklerimiz ölmesin, havamızın tadı kaçmasın diye verdik mücadelemizi. Kararlıydık. Ben ilk toplantıdan beri söyledim hep ‘kazanacağız’ diye. Sonra biz kadınlar birlik olduk, bir de baktık kazanmışız.”

Bir toprak, bir orman, bir su

Cümlelerine kahkahalar ve sevinç karıştıkça anlıyorum ki ormanını savunmak onun için bir ağacı kesilmekten kurtarmaktan çok çok fazlası. Bu düşüncemi destekler gibi devam ediyor telefonun öbür ucundaki Fevziye; “Toprağım benim yuvam kızım. Burası cennet. Baharda bir gün gel seni gezdireyim de gör. Gelecek nesillere başka ne bırakacağız ki. Bir toprak, bir orman, bir su.” Zonguldak Çatalağzı’nda işleyen termik santralı görüp, oradaki insanlarla konuşmuş olmalarının mücadele etmekte kendilerini tetiklediğini de söylüyor Fevziye. Çatalağzı’nda konuştuğu bir kadının kendisine “Ne yaparsanız yapın ama o santralı köyünüze kurdurmayın” dediğini ve o an mücadeleye karar verdiğini de ekliyor. Sözlerini dünyanın her tarafındaki kadınlara seslenir gibi tamamlıyor: “Kadınlar bir arada dursun, haksızlığa, çirkinliğe ses çıkarsın. Birbirini tutsun. Şiddete karşı birlik olsun, mücadele etsin, kazanacağına inansın…”

Çerkezköy’deki mücadeleci kadınlardan bir diğeri de Çiğdem Mutlu. “Santral yapılmayacaksa sebebi kadınlardır” diyor neşeli sesiyle ve ekliyor: “Bir kadın, iki kadın derken hep çoğaldık…”

Kırklareli’nde merkeze bağlı tarihi Dokuzhöyük köyünde de benzer bir mücadele sürüyor. Tarım arazilerine yapılmak istenen kömürlü termik santralla mücadele ediyor köylü, çoğu kadın. Bunlardan Semiha Özbay ile konuşuyorum. “Biz tarım ve hayvancılıkla geçiniriz. Sebzecilik yaparız. Üreten, toprağı eken, o ürünü toplayan, satan ya da yemek yapan kadındır. Biz bu yüzden toprağımıza sahip çıkmak için ön plandayız” diyor Semiha. “Kararlıyız, mücadeleye devam” diye de ekliyor.

mücadele tesadüf değil

Şimdi de Kazdağı’nın koruyucularından Süheyla Doğan’la konuşuyoruz. Yıllardır Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği aracılığıyla hem Kazdağı için hem o bölgenin tamamı için mücadele ediyor ve kendini “eko feminist” olarak tanımlıyor Süheyla. Yılların verdiği birikimle de şöyle özetliyor gözlemlerini: “Yıllardır hem kadın hareketinin hem de ekoloji mücadelesinin içerisindeyim. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki özellikle yerellerdeki çevre mücadelelerinde her zaman en önde kadınlar var. Bu tesadüf değil.”

“Doğanın içinde bir uyum, bir denge var” diye devam ediyor Süheyla. Aşırı tüketimin ve insandaki kar hırsının bu dengeyi her geçen gün bozduğuna vurgu yapan Süheyla, buradaki “insan” figürünün “erkek egemen sistem” olduğunu da söylüyor ve ekliyor: “Anaerkil düzende insan ve doğa da uyum içerisindeydi. Ne zaman ki toplumsal düzen ‘erkek egemen kapitalist düzen’ haline geldi, hem işçi sınıfının, hem kadının, hem de doğanın sömürüsü başladı.”

Ot bilgisi hep kadınlarda

“Tohum bilgisi, ot bilgisi, şifa bilgisi kadında hep vardı” diyen Süheyla, sözlerini şöyle sonlandırıyor: “Nasıl bir savaşta, her hangi bir afette kadın ve çocuklar daha fazla etkileniyorsa, doğanın ve yaşam alanlarımızın talanından ve tahribinden de kadınlar ve çocuklar daha fazla etkileniyor. Doğanın ve yaşam alanlarının kıymetini bilen kadın, ekoloji mücadelesine sahip çıkıyor. Tohum bilgisi, ot bilgisi, şifa bilgisi kadın ile devam ediyor ve diğer kuşaklara aktarılıyor. Siz hiç ot toplayan erkek gördünüz mü? Belki çok nadir… Yaşasın doğasına ve yaşam alanlarına sahip çıkan canım kadınlar. Hepsini sevgiyle kucaklıyor, 8 Mart’larını kutluyorum.”

Son olarak Aydın Kızılcaköy’deki jeotermal karşıtı nöbetteki kadınlarda söz. Buradan Fatma Orbay’la konuşuyorum. “Jeotermalı duyar duymaz toplandık. Doğamız bizim her şeyimiz” diyor Fatma. Coşkulu anlatımını bölmekten korkarak araya giriyorum “Jandarmanın önünde oturan teyze… Sosyal medyada çok paylaşıldı fotoğraf.” Anlatmaya başlıyor Fatma, herkesin dönüp de iki kez baktığı o fotoğrafın hikâyesini. Bu hikâyeden de yine kadın dayanışması çıkıyor: “Biz 3 kadın biber gazından fenalaştık. Bizi ambulanslar hastanelere götürdüler. O da bize üzüntüsünden ve saldırıya öfkesinden jandarmanın önünde yere çömelip oturmuş. O yaşına rağmen saatlerce su bile içmeden susup beklemiş…”