Prof. Dr. A. Raşit Kaya

*30 yıl önce gerçekleri dile getirdiği için katledilen UĞUR MUMCU’nun anısına sevgi ve saygı ile.

2. Dünya Savaşı öncesinde “Kitlelerin Propaganda İle İğfali” balıklı bir kitap yazan S. Tchakhotine vatandaşı olduğu Almanya’dan Fransa’ya iltica etmiş ama Almanya Fransa’yı işgal edince yakalanıp idam edilmişti. Bir telefon sohbetinde dertleşmekte olduğum sevgili Doğan Tılıç’a bunu anımsatıp, günümüzün medya ortamını görmüş olsaydı Tchakhotine kitabına nasıl başlık atardı diye sordum. Maksadım geniş kitlelerin maruz bırakıldığı ve gerçeklikle bağlarının kopartıldığı propagandalara ilişkin kuramsal bir şeyler yazmasını istemekti. Doğan da “Hocam, ben hemen her yazımda böyle bir kopuş olmaması için yaşanmakta olanları dile getiriyorum, kuramsal değerlendirmeyi de artık sen yazıver” dedi. Hem de sağ elimin parmaklarının iltihaplanma nedeniyle kalem tutamadığını bildiği halde…

***

Aslında günümüz medya ortamının teknolojik ilerlemelere koşut olarak gelişen “hal-i pürmelâlini” (hüzünlü, acıklı durumunu) gözlemleyen çok sayıda düşünür, daha 1950’li yıllarda sorumun yanıtını vermişler, bütünüyle değişmekte olan medyanın yeni ortamda, toplumun (tüm) bireylerini “aydınlatma” işlevini yitirdiğini kabul ve ilan etmişlerdi. Yeni koşullarda Kitle iletişimi (medya) ortamının muktedirlerin “suç ortaklığına” dönüştüğü sadece eleştirel yaklaşımlarda değil, hâlâ retoriklerinde düşünce ve basın özgürlüğünden vazgeçilemeyeceğini savunan liberal yaklaşımlarda da yadsınamıyordu. Ancak, tekelleşmiş, büyük sermaye ile bütünleşmiş olan medya sahipliği karşısında “editoryal bağımsızlıktan” dem vurularak yadsınamayan suça iştirak gözlerden uzak tutulmaya çalışılıyordu.

Günümüz toplumlarında gelişmeler sonunda neo-liberal ve/veya neo-muhafazakar birikim modelinin sınır tanımayan tahakkümüyle birlikte “editoryal bağımsızlık” kavram ve sözcüğü de bir masal oldu. Mali güce sahip olanlar ile siyasal-hukuksal güç odakları doğrudan ya da dolaylı baskılarla “editoryal içeriği” de belirliyorlar. Bağımsız kalabilmiş çok az sayıda (istisna) mecra dışında medya organları hep bir ağızdan, neredeyse tek bir anlatımla ve siyasal iktidar adına “müjdeler” dile getiren yayınlar yapıyorlar. İktidarın hoşlanmadığı mecralar da toplumun bütün muhalif bileşenlerine yönelik baskılarının önemli bir parçası olarak susturulmaya çalışılıyor. Gazeteciliğin (liberal-özgürlükçü) meslek ilkeleri berhava oldu.

“Yandaş Medya” olarak nitelenen mecraların egemenlik kurduğu medya ortamına teknolojik ilerlemeleri sunduğu bir olanak olarak önceleri “sosyal medya” denilen “yeni medya”nın bir alternatif olabileceği düşünüldü. Ancak, üstün donanımlı bir ordu gibi konuşlanan örgütlü “trol” hesaplar bu ilk hesapları geride bıraktı. Dahası, “muhalefetin sesi” sayılabilecek kimi mecralar, örneğin çeşitli whatapp vb. gruplar, “zaman/mekan sıkışmasından” da yararlanıp, gerçekliğin sergilenmesinde işlevsel olabilecekler sanılırken, var olan görüntü aksi çağrışımları duyumsatıyor. Bu tür mecralarda “bağlaşım-tutarlılık” (insicam) aranmadan gerçekleştirilen paylaşımlar ussal bir davranış biçimi sunan bilgi akışı yerine sanki “fake” (sahte-yalan) haber sunumlarına zemin hazırlıyor.

***

Son teknolojik ilerlemeler de benzer bir yönelimle bunlara yeni ufuklar açıyor. Örneğin, ODTÜ’de öğretim üyesi iken elli yıl kadar önce ABD’ye göçen “elektronik uzmanı” bir dost ilginç iletisinde şöyle yazmış: “Hocam, bu günlerde burada tam senin konun üzerine yazılar çıkmakta. Chat-GPT diye bir AI uygulaması çıktı. Bedava, App olarak da var. Bana ‘falanca konu üzerine bir yazı yaz’ dersen şahaser bir yazı yazıyor ve her okuyan bunun bilgili bir insan tarafından yazıldığını sanıyor. Ayrıca, her dilden enfes tercümeler yapabiliyor. Bu algorithma ile ‘kötü kişiler’ etrafta her türlü yalan haberi saçabiliyorlar. Örneğin, ‘Trump’ın hile ile seçimi kaybettiğini örnekleri ile anlat’ filan dersen bir sürü yalan bilgiler üretip iyi bir yazı çıkarabiliyorlar. Kimi kişiler bu tür algoritmalarla deli saçması üretip wep sayfası yaparlarsa babadan kalma Google Search aramalarında onlar da çıkacak ve yalan haberlerin piyasaya sürülmesi çok hızlanacak. Henüz bu şeyleri ‘detect’ edecek (meydana çıkaracak) veya durduracak teknoloji yok. Önümüz pek aydınlık değil.”

Yine de umutsuzluğa kapılıp paniklemek gerekmiyor. Daha 1970’li yıllar bitmeden tamamlamış olduğum, modernleşme teorilerinin eleştirisi üzerine kurulu doktora tezimde merkezi medya odaklarının yaymaya çalıştıkları medyanın gerçeklik tanımlarıyla, kitlelerin yaşamakta oldukları gerçekliklerin uyumlu olmadığı durumlarda büyük çoğunluğun kendi yaşadıklarının içerimlerini davranışlarında esas aldığı ve olumsuz tepkilerine dayanak olduğu ortaya çıkmıştı. Ben de bu durumu “tekniklerin, kendilerini kullananları aşabilmesi” olarak nitelemiştim. Yeter ki işin “propaganda” boyutunu yakalayabilelim ve suça ortak olmayalım.