Soma’dan Mecidiyeköy’e AKP Rejimi
AKP Rejimi’ni ayakta tutan ve biri diğerinden ayrılmaz üçlü kolonu 3 İ formülü ile açıklıyorum. AKP Rejimi, sermaye birikimi alanında İlkel-yağmacı birikim modeli; siyasal ilişkiler alanında İstibdat (despotizm) ve ideolojik ilişkiler alanında İslamlaşma zemininde gelişip yerleşiyor
DENİZ YILDIRIM - @denizyildirim79
Esenyurt’ta AVM inşaatında çadır yangını; 11 işçi yaşamını yitirdi, “Kader mi? Evet kader” dediler. Zonguldak’ta maden ocağında göçük; yanıt yine hazır: “Güzel öldüler.” Soma’da 301 maden işçisi hayatını kaybetti; bu kez işin “fıtrat”ı gereğiydi; Mecidiyeköy’de 10 işçi can verdi; işçilerin bu dünyada cehennemi yaşadıkları gerçeğini örtmek istediler, “şehit” dediler; “cennetteler”i ima ettiler, işçilerin kurtuluşunu öte dünyaya ertelediler.
Açık ki saldırı sürecek ve açık ki programlı çıkış yolunu örgütlemediğimiz sürece, “kader”imize razı olacağız.
Yeter. Durdurmak zorundayız. Duyuyoruz: “Nasıl?” Önümüzdeki yazılarda Fikir ekinde her pazar birlikte tartışacağız. Ama önereceğimiz çıkıştan ve öreceğimiz programlı, mücadeleci ve kurucu birlikteliklerden önce üzerinde uzlaşalım: Neye karşıyız? Ya da kısaca sadece AKP’nin mi karşısındayız, yoksa sosyal, siyasal, ideolojik dayanak ve dayatmalarını bir bütün olarak kavrayarak AKP Rejimi’nin mi karşısında olacağız? Bu soru önemli; hep hatırlatıyorum, Marx’ın sözüdür: “Bir sorunun formülasyonu, onun çözümüdür.” Sorunu nasıl teşhis edersek, çıkışı o teşhisle öreceğiz. Neyin karşısında olduğumuzda netleştiğimizde, sadece karşıtlığın yetmediğini görmemiz, “yeni”yi kurma iradesi ve programı etrafında birleşmemiz kolaylaşacak.
Anlatayım: AKP’nin bir rejim olarak üzerinde yükseldiği sosyal, siyasal ve ideolojik dayanak noktaları bugüne kadar en belirgin haliyle Tekel’de, Gezi’de, Soma’da, Esenyurt’ta, Mecidiyeköy’de ve Yatağan’da ortaya çıktı. Dolayısıyla AKP, örgütlediği rejimin temel karakterini hep buradaki halka karşı, yağmacı sınıfsal niteliğiyle harmanladı. Yani? Yanisi şu: AKP Rejimi en bütünlüklü ve en sert haliyle hep bu sınıfsallıkta ve onun krizlerinde açığa çıktı ve devamında AKP Rejimi’ne karşı en direngen, kuşatıcı muhalefet damarı hep bu sınıfsallıkla kendisini belirginleştirdi. Önümüzdeki süreçte “sınıfsız” bir dikta karşıtı tavrın uzanacağı “liberal” çözümleri engelleyen de bu gerçekliği iyi kavramamız olacak.
AKP Rejimi’nin 3 İ’si:
Lafı uzatmayalım: Nedir bu üçlü karakter? AKP Rejimi’ni ayakta tutan ve biri diğerinden ayrılmaz üçlü kolonu 3 İ formülü ile açıklıyorum. Soma’dan Mecidiyeköy’e hiç değişmiyor, bu 3 İ’nin en berrak haliyle görünürleştiği alan iş cinayetleri oluyor. İ kısaltma: AKP Rejimi, sermaye birikimi alanında İlkel-yağmacı birikim modeli; siyasal ilişkiler alanında İstibdat (despotizm) ve ideolojik ilişkiler alanında İslamlaşma zemininde gelişip yerleşiyor. Bu 3 İ kolonu birbirini tamamlıyor ve birbirinden ayrı tanımlanamıyor. Geçerken belirtelim: Türkiye’nin büyük Haziran çözümünü önceki protesto dalgalarından ayıran, bu üçlüyü birlikte kavrayan ve bu üçlü karşısındaki mücadeleleri birbiriyle etkileşim içinde harmanlayan yeni karakteriydi. AKP’ye değil, AKP Rejimi’ne karşı ilk ayaklanma dememiz bundan. Bu üçlünün birbirinden koparılması bizi AKP’yi bir rejim olarak görmekten uzaklaştırıyor ve çözümleri yeni rejim içi, yeni rejimin en az bir dayanağı ile uyumlu muhalefet eksenlerine sıkıştırıyor. Lafın kısası, sınırları ABD-c tarafından çizilen bir muhalefet hattına.
İlkel-yağmacı birikim
AKP Rejimi’ni ayakta tutan bu 3 İ en açık ve bütünlüklü haliyle Gezi’de, Yatağan’da kamusal varlıklarımıza, Tekel’de kazanılmış haklarımıza, Soma’da, Mecidiyeköy’de emekçiye öldüresiye saldırdığında görünürleşiyor. O halde bir yanıyla AKP Rejimi’nin en zayıf noktası burası; çünkü diğer iki kolonu en açık ve zorlayıcı haliyle bu kriz anlarında devreye sokuyor. İslamlaşma ve İstibdat, İlkel-yağmacı birikim olmadan ayakta duramıyor ve tersinden bakarsak; ilkel-yağmacı birikim ancak arkasına istibdat/maddi zor gücünü ve İslamlaşma/manevi zorlama gücünü alarak ayakta kalabiliyor. AKP’nin bir rejim olarak en güçlü noktası bu ikisi gibi görünse de; içinde barındırdığı sınıfsal karşı duruş potansiyelleri nedeniyle en zayıf noktası da burası. Tam bu nedenle AKP Rejimi’nin inşa ettiği baskı/cebir düzeninden beslenen ve iktidar bloğunun Derviş-Babacan hattındaki hâkim kesimlerinin enerji, banka, kredi karlarındaki istikrarla AKP’yle palazlanan “havuz” sermayesinin acele sermaye biriktirme düşlerini birleştiren ilkel-yağmacı birikim modeli, bugün AKP’yi de içine alan ama AKP’yle sınırlanamayacak bir yeni rejimin kurumsallaşmasının dayanağı, temeli olarak işliyor. En net haliyle enerji, inşaat ve madencilik sektörlerinde belirginleşen bu ilkel-yağmacı birikim modeli, bir yandan rekor özelleştirme saldırıları; diğer yandan tarımdan/kırdan koparılan nüfusun işçileştirilmesine dönük dayatmalarla genişliyor; büyüme krizlerini halkın ortak varlıklarına, piyasalaşmamış hizmetlere saldırarak; kentsel rant yaratarak ve en çok da emekçiyi madende yerin 32 kat altına ölümüne inmeye; inşatta yerin 32 kat üstüne ölümüne çıkmaya mecbur bırakan iktisadi ve siyasi zor düzeninin şartlarını oluşturarak aşmaya çalışıyor. 12 Eylül böyle sürüyor.
İnşaat, maden ve enerji. Çıkışı yok; rejim ancak maliyetleri düşürüp, üretimi zorlayıp işçileri öldürerek bu maddi zemini koruyup genişletirse; yağmalanmamış alan, fethedilmemiş kaynak, kesilmemiş ağaç, imara açılmamış orman, kıyı, mera ve boruya hapsedilmemiş su kaynağı bırakmazsa ayakta kalacağını düşünüyor; dahası, politik ve dinsel yeni rejimin bu maddi zeminle örüleceğine inanıyor. Bu yüzden de saldırıyor da saldırıyor.
“İyi de, madem bu kadar mecburlar, ölümleri engellesinler.” Mümkün görünmüyor; ilkel-yağmacı birikimin acelesi var ve tam da bu iktisadi sömürü, köleleştirme ve cebir koşullarının dışında, emekçilerin örgütsüz, haktan yoksun kalmasını garanti altına alacak sınıfsal, siyasal ve legal/illegal araçlarla baskılanması, bu şartlara “mecbur” bırakılması ve bu sayede artan sömürü oranlarının korunması ile birlikte işliyor. Dolayısıyla emek maliyetlerini düşürüp acele sermaye biriktirmek ve krizleri ertelemek adına üretimi zorlamak “ölümsüz” olmuyor. “Fıtratında var”la dinsele tercüme ederek meşrulaştırmaya ve “taban”a anlatmaya çalıştıkları şey tam da bunun kaçınılmazlığı. Yani “yine olacak” diyor, itiraz edilirse de devreye diğer iki İ sokuluyor. O halde yapılacak şey belli; birikim rejiminin bu ölümlü yönetme krizi anlarında, İstibdat ve İslamlaşma kolonlarını daha da belirginleştirmek. AKP en baskıcı ve en dinsel hallerine, tam da bu birikim rejimi ölümlü krize girdiğinde bürünüyor derken anlatmak istediğimiz bu.
İstibdat ve İslamlaşma
Nedeni açık: işyerinde bu sömürü koşullarını kabule zorlayan iktisadi zor mekanizması; öncesinde Soma’da olduğu gibi tütünden, zeytinden koparılan köylünün madene inmeye mecbur bırakılmasını/işçileşmesini gerektiriyor. Aynı durum enerji ve inşaat sektörleri için de geçerli. Giresun’un yoksul köylüsü Murat’la Dersimli üniversite öğrencisi Hıdır’ı Mecidiyeköy’de o asansöre bu “cebir” bindiriyor.
Tam da bu nedenle iktisadi bir süreç olarak birikimi, AKP Rejimi’nde fetih, yağma, köleleştirme, güvencesiz ve ölümüne çalıştırmanın zorlayıcı şartlarını oluşturan siyasal tekelleşme/İstibdatlı birikim bütünlüyor. Ve yağmacı birikim, cesaretini sadece işçi ölümlerinin “sıradanlaşma”sı hissinden almıyor; asıl gücünü siyasal düzeyde inşa edilen İstibdat rejiminin Soma’da halka attığı tekme ve tokatlardan; Mecidiyeköy’de “kaza”dan sonra inşaatın önüne yığılan Toma’lardan, giderek her alanı kuşatan polis rejiminden, onun korumasından, emekçilerin örgütlenme zeminlerinin engellenmesinden ve halkın bu araçlarla caydırılması arzusundan alıyor. Ve bu yüzden İstibdat Erdoğan’ın kişisel “tek adamlık” heveslerinden ya da psikolojisinden daha çok, bu birikimi “zor” aygıtlarıyla ölümüne koruyan tekme, tokat, TOMA, biber gazı kapsülü düzeneğiyle, maddi bir zeminde kuruluyor. Yağma sermayesi bu karşılıklılık ilişkisini çok iyi kavrıyor; öyle ki rejimin bu siyasal ve ideolojik karakterini ayakta tutmak için “havuz”a aktardıkça aktarıyor. Havuz’a aktardıkça halka saldırıyor; halka saldırdıkça havuza aktarıyor.
Rejimin iki İ’sini açtık; ya İslamlaşma? İslamlaşma neden en çok da bu ilkel-yağmacı birikimin ölümlü kriz anlarında yardıma koşuyor? Hatırlatalım: Türkiye’de Abdülhamit’ten Menderes’e, 12 Eylül’den AKP’ye değişmeyen bir gerçek var; İslamlaşma bu ülkede daima İstibdat evresini tamamlıyor ve meşrulaştırıyor. Bu yetmiyor; İslamlaşma sınıfsal düzeyde en saldırgan kesimlerin “yağma” düşleriyle uyandığı zamanlarda halkın ve emekçi sınıfların “sol”suzlaştırılması, örgütsüzleştirilmesi, çözümsüzlüğe ve “kader”e mahkûm edilmesi, yağma saldırısının önündeki dirençlerin kırılması, özetle isyansızlaştırılması dönemlerinde, “içinde bulunulan şartların sorgulanmaksızın kabul edilmesi”nin manevi ikna aracı olarak yapılandırılıp devreye sokuluyor ve baskıyı tamamlıyor. Tam da bu nedenle tekme-tokat-TOMA ile açığa çıkan istibdat, işçi ölümlerinde kader-fıtrat-güzel ölüm-şehadet dinselliğini de bir açıklama, meşrulaştırma ve krizi yönetme stratejisi olarak devreye sokuyor. Özetle, ilkel birikim istibdatla; istibdat İslamlaşma aracılığıyla sınıfsal, siyasal ve ideolojik düzeyde birbirini tamamlayarak AKP öncülüğünde rejimleşiyor.
Bu tabloya bakmadan, bu bütünlüğü kavramadan yapılacak bir İstibdat ya da İslamlaşma eleştirisi ya gerçekten hiçbir şeyi kavramıyor ya da kavradığı çözümün dar sınırlarında bizi rejimin yumuşatılması göreviyle uyuşmaya çağırıyor.
Çözüme doğru
Ne yapmalı? AKP Rejimi’ni sadece siyasal aktör olarak AKP’den ve sınıfsal aktör olarak “havuz”dan ibaret olarak kavramayan; AKP’nin diktacı hamleleri karşısında bu sınıfsallıktan bağımsız bir okumayla “liberal” otoriterlik eleştirilerine, çözümlerine bizi sıkıştırmayan, ilkel birikim-istibdat hattını dışarıda bırakarak İslamlaşma’yı merkeze alan bir “yaşam tarzı” direnişçiliğini/laikliğini tek başına öne çıkarmayan; sadece sınıfsal boyuta vurgu yapıp mücadeleyi ekonomik alana sıkıştırmayan; istibdat yapılanmasını, isyansızlaştırma stratejilerini, onun merkezi zor aygıtlarını ve tepesindekileri “ayakta alkışlamayan”, 3 İ’yi harmanlayan, birlikte kavrayan; yeni rejimle uyumlulaşmamış, yeni rejim içi kalmayan bir muhalefet hattına gereksinim var.
AKP Rejimi’ne karşı üç ayaklı mücadelede tam da bu nedenle emekçi sınıf kesimleri ve halkçı talepler merkezileşiyor. İşçi ölümlerinin durdurulması, güvencesiz, taşeronluk saldırısının püskürtülmesi, sınıfın kölelik ve yeni Ortaçağ koşullarından kurtulması mücadelesinde Türkiye işçi sınıfı çıkış arıyor; Türkiye işçi sınıfı kendi çıkışıyla Türkiye’nin Ortaçağ’dan çıkış mücadelesini birleştirecek programa yürüyecek; hayat dayatıyor, göreceğiz.
İlkel birikim karşısında halkçı-kamucu, istibdat karşısında demokratik ve İslamlaşma karşısında biçimselliğe sıkışmayan, bu isyansızlaştırma stratejisi karşısında emekçi karakterde bir laikliği inşa eden yeni bir Cumhuriyet programı; yeniyi kurma iradesi bu teşhisle olacak. Kolları sıvayalım: Yaparız, yapmak zorundayız.