Bir ırkçı rejime Afrika Birliği’ni “gözlemleme” ayrıcalığı sunmak İsrailli liderlere Filistin’deki sömürgeciliklerine devam etmeleri için güç veriyor.

Sömürgeciliğe Afrika desteği

Marwan BISHARA

Afrika ülkeleri on yıllardır Filistin’in İsrail’e karşı kurtuluş mücadelesini destekledi ve kendi sömürgecilik karşıtı hareketleriyle paralel gördü. Aynı şekilde Afrika Birliği de İsrail’in uluslararası hukuk ihlallerini ve Filistin topraklarını işgalini eleştirmekten çekinmedi. Son olarak Afrika Birliği Komisyonu Başkanı Moussa Faki Mahamat, İsrail’in Gazze’ye karşı savaşını ve Kudüs’te Filistinlilere yönelik şiddetli saldırılarını kınadı.

Peki, komisyon neden sadece iki ay sonra İsrail’e Afrika Birliği’nde gözlemci statüsü verdi?

FİKİR BİRLİĞİ YOK

İsrail’in Filistinlilere yönelik muamelesinde fikir birliğine varılamıyor. İsrailli liderler, uluslararası insan hakları örgütlerinin savaş suçu olarak adlandırdıkları sömürgeci politikalarında ve Afrika’nın kınamalarına rağmen ısrar etti. Güney Afrika Devlet Başkanı Cyril Ramaphosa’nın da savunduğu gibi, İsrail, Filistin’de, sadece Yahudi yerleşim birimleri şeklinde, sömürgeleştirmenin devam etmesi isteğiyle, ırkçı Güney Afrika’ya benzer bir sistemi inşa ediyor.
Bazı Güney Afrikalı ve İsrailli gözlemciler, Filistin’de meydana gelen geniş çaplı etnik temizlik göz önüne alındığında, İsrail’in ırkçı rejimini Güney Afrika’nın 1994 öncesi rejiminden “çok daha kötü” olarak değerlendiriyor. Tüm bunlar, şu soruyu akla getiriyor: Tecrübeli bir siyasetçi olan Mahamat, üye ülkelerle istişare edilmeden neden böyle şaibeli ve vahim bir karar alınmasına izin versin?

Bu, özellikle Afrika devletlerinin salt çoğunluğunun Mahamat’ın liderliğine olan güvenlerini yenilediği ve onu dört yıllık bir dönem için yeniden seçtiği göz önüne alındığında kafa karıştırıcı. Hali hazırda Cezayir’den Güney Afrika’ya kadar bazı büyük ülkeler, İsrail’in Birliğe kabulünü, Afrika Birliği tüzüğünün değerleri ve ilkeleriyle bağdaşmadığı için, bir açıklama ve karardan geri dönme talebiyle kesin bir dille reddetti. Şimdi, bir dizi Afrikalı ve Arap liderin ABD’ye ulaşmanın bir yolu olarak İsrail’e oynadığının farkındayım. İsrail’in Washington’da büyük bir etkisi olduğunu ve dünyanın süper gücünün kararlarını kendi lehlerine etkilemek için bu durumun yardımcı olabileceğini düşünüyorlar. Nitekim, bu tür pragmatizm-fırsatçılık-İsrail ile ilişkileri normalleştirmeye başladıktan sonra Sudan’ın ABD tarafından uygulanan yaptırımlarının kaldırılmasında işe yaramış gibi gözüküyor. Başka bir deyişle, ABD’li liderler, insan haklarını dış politikasının merkezine koyduğunu iddia eden mevcut yönetimi değil, bu tür uygulamaları teşvik etmiş.

NEDEN HEP FİLİSTİN?

Mahamat’ın yoksul ve zor durumdaki ülkesi Çad, askeri ve stratejik kazanç için son dört yılda İsrail ile ilişkilerini geliştirdi. Ama bunun Afrika Birliği Komisyonu ile ne ilgisi var? Neden hep bedeli Filistin ödüyor? Sonuçta, Etiyopya merkezli Afrika Birliği Komisyonu bir devlet değildir; çoğu Filistin’i kuşatan baskıcı sömürgeciliğin elinden çok acı çekmiş 55 üye ülkeyi temsil eden bir kıta örgütüdür. Afrika’nın devletlerarası ve devlet içi siyaseti bir makalede ele alınamayacak kadar karmaşıktır, ancak Afrika devletleri arasında kesinlikle göz ardı edilemeyecek benzersiz bir ortak tarih ve belirli bir ortak nokta vardır. Batılı ülkeler, ırkçı Güney Afrika’dan uzaklaştığında bile, İsrail ırkçı rejimin en iyi dostu olmaya devam etti, ırk ayrımını savundu ve nükleer silah geliştirmede Pretoria (Güney Afrika’nın başkenti) ile işbirliği yaptı. İsrail son yirmi yılda çeşitli yardımlar sağlayarak, Afrika ülkeleriyle ilişkileri geliştirmeye çalışırken, kıtanın bazı azılı rejimlerini de silahlandırdı. Yine de, İsrail’in Afrika’ya dünya pazarından satın alamayacağı veya kıtada nüfuz için yarışan çeşitli dünya güçlerinden elde edemeyeceği hiçbir şey yoktur. Başka bir deyişle, pragmatizm ırkçılığı yatıştırmaz. Güney Afrika’da uzlaşmaya öncülük eden Nelson Mandela’nın ırkçı İsrail ile asla barışmaması ve Yahudi düşmanlığına şiddetle karşı çıkarken Filistin mücadelesine verdiği desteğin sürmesi tesadüf değildir.

20 yıl önce “Filistin/İsrail: Barış mı Irkçılık mı?” adlı kitabım piyasaya sürüldüğünde Irkçılığa Karşı Duran Dünya Konferansı’na katıldığımda söylediği sözleri çok net hatırlıyorum. Mandela, binlerce katılımcıyı herhangi bir insana veya kıtaya özgü değil, insan aklının ve ruhunun bir rahatsızlığı olarak tanımladığı “ırkçılık bulaşıcılığı”na karşı mücadele etmeye çağırdı. Gerçekten de ırkçılık milliyet ve din tanımaz. Ancak İsrail, ABD ve diğer Batılı ülkelerin yardımıyla, siyonizm ve İsrail ırkçılığının kınanmasından ve Batı’nın taleplerinin Afrika Birliği tarafından kabul edilmemesinden korkarak konferansı baltalamaya çalıştı.

SORUMLULUKLARI VAR

Bir hafta sonra, El Kaide’nin New York ve Washington’a yönelik alçakça 11 Eylül saldırıları, Filistinliler de dahil olmak üzere Müslümanlara ve Araplara karşı küresel bir ırkçılık yaylım ateşi açtı. Her ne kadar Müslümanlar terörizmin en önde gelen kurbanları olsalar da bu o zamandan beri durmadı. Bugün Afrikalılar ayrımcılık ve önyargıdan mustarip olmaya devam ederken, Afrika’nın ırkçılık, dini bağnazlık, ulusal şovenizm ve yerleşimci sömürgecilik ile her türlü mücadelede ön saflarda durması gerekiyor. Afrika Birliği Komisyonu’nun ırkçılığa karşı böyle bir mücadeleyi yönetmek gibi ahlaki ve siyasi bir sorumluluğu vardır, alaycı bir şekilde yatıştırma ve boş beyanlarla baltalamak değil. Bir ırkçı rejime Afrika Birliği’ni “gözlemleme” ayrıcalığı vermek bunu meşrulaştırmakta ve İsrailli liderlere Filistin’deki sömürgeciliklerine devam etmeleri için güç vermektedir.


El Cezire’den çeviren
Umut Deniz Aydın