Polen Ekoloji Enstitüsü, emek ve doğa yanlısı bilimsel bilgiyi hem üretmek hem de ekoloji hareketine taşımak amacıyla yola çıkıyor. Polen'den Yılmaz, ekolojik yıkıma karşı sunulan düzeniçi önerilerin emek sömürüsünü artırdığını söylüyor.

Sömürünün yeni adı Yeşil Düzen
Fotoğraf: Depo Photos

Gökay BAŞCAN

2019’dan bu yana ekoloji mücadelesinde önemli bir yeri olan Polen Ekoloji, enstitüye dönüşüyor. Ekolojik yıkıma, talana ve doğa rantına karşı fikri tartışmalar yürüten ve sahada çalışmalar yapan Polen Ekoloji ayrıca ‘Kazma Bırak’ gibi birçok kampanyanın da örgütleyicisi oldu. Düzenledikleri seminer, panel ve etkinliklerle Marksist ekoloji üzerine güncel tartışmaları sürdürürken kurdukları kitaplık ile Türkiye’deki Marksist Ekoloji literatürüne önemli eserler kazandırdı.

Polen Ekoloji Enstitüsü'nden Onur Yılmaz ile hem çıktıkları macerayı hem de Türkiye ekololoji mücadelesini konuştuk. Aksu’nun enstitünün amacını şöyle özetliyor: “Enstitü, ekolojik yıkıma, doğa talanı politikalara karşı önerilen düzeniçi çözümlerin hiçbirinin bir işe yaramayacağı, aksine bunların emek sömürüsünün, sömürgeci ilişkilerin üzerini örtmek için kullanıldığını ortaya koyacak emek ve doğa yanlısı bilimsel bilgiyi hem üretmek hem de bunu ekoloji hareketine taşımak amacıyla yola çıkıyor.”

Enstitünün açılışı ise Kadıköy Hasanpaşa Mahallesi'ndeki yeni yerinde 21 Nisan Pazar günü saat 13.00'te yapılacak.

Polen Ekoloji uzun süredir faaliyetler yürütüyor aslında. Bugün bir enstitüye dönüşüyor. Hangi ihtiyaçtan doğdu, neler yapmayı planlıyorsunuz?

Polen Ekoloji Kolektifi tam da son yılların önemli ekoloji direnişlerinden Kazdağları’nı koruma mücadelesi devam ederken 2019 yılında faaliyetlerine başladı. Coğrafyadaki yoğun doğa talanı politikalarına karşı uzun yıllardır biriken deneyimler üzerinden kendimizce eksikliğini gördüğümüz yerlerden hareketin içinden bir müdahalede bulunmak istedik. Hemen ardından gelen ve hareket imkanımızı kısıtlayan yaklaşık 2 yıllık salgın süreci gelişimimizin daha başında bize bazı sınırlar koysa da ortaklaştığımız hat doğrultusunda üretimler yapmayı sürdürdük. Kolektif’in belirli başlı çalışma başlıkları Enstitü adımına dair de bir fikir verecektir.

Çok sınırlı bir insan gücümüz var, ancak güçlü bir fikri temsil ettiğimizi biliyoruz. İdeolojik etki gücünü örgütlü bir güce dönüştürmek için geride kalan bu süre hem uzun hem de kısa idi. Bu süre içinde mütevazı katılımlarla Karadeniz’de “keşfedilen” fosil gazına ve Akdeniz’deki EastMed ve fosil rezervlerinin paylaşımı için deniz sınırları üzerinden yaşanan siyasi gerilime karşı fosil yakıtları “Kazma Bırak” kampanyasını şiddetlenen iklim krizine karşı başlatanlardandık.

Şimdi gündemden düşen Kanal İstanbul’a karşı İstanbul’da Koordinasyon’un kuruluşunda, Kazdağları İstanbul Dayanışmasi içinde görev aldık. Salgın sırasında yeni ekstraktivist ideolojik ve politik dalgaya karşı Madenciliğin Politik Ekolojisi Sempozyumu’nu Ekoloji Birliği ile birlikte düzenledik.

Hem kendimizi eğitmek, hem hareketin teorik düzeyini yükseltmek için başlattığımız dünyadaki politik ve marksist ekoloji yazınından çeviri çalışmalarımızı yakında yeni kitapların ekleneceği Polen Ekoloji Kitaplığı ile daha nitelikli bir düzeye taşıdık.

Avrupa ve diğer kıtalarda gelişen militan iklim/ekoloji örgütleriyle Glasgow Halkların İklim Anlaşması sürecine katıldık, bunun devamı olarak Türkiye’deki İklim Adaleti Koalisyonu’nun kuruluşunda yer aldık. Tüm bu süreçlerin pratik ayağını örmekte ise yetersiz kaldık, politik gündemlerin yoğunluğu ve mücadele koşulların zorluğu, politik özgürlük yoksunluğu yolun başında daha büyük bedelleri göğüslememizi engelledi.

Enstitü’nün bir online seminerler dizisiyle hem marksist ekoloji yazınındaki güncel tartışmalara dahil olduk hem de bu alanda üretim yapılmasını teşvik ettik. Geçtiğimiz yıl yaşan büyük depremler sonrasında sınırlı sayıda Polenci, Hatay'da dayanışma çalışmalarına katıldı, burada ilk kez Samandağ 1 Mayıs’ına davetli olarak katıldık.

Esasında üretim ve yeniden üretim alanlarının bütünlüğüne vurgu yapan politik bir yaklaşım ve sermayenin “adil dönüşüm” programların alternatif olarak kullandığımız “emekoloji” kavramları etrafında Bursa ve İzmir’de paneller düzenledik ve farklı mecralarda makalelerle bunu yaygınlaştırdık. İlerleyen dönemde İzmir-Aliağa’daki zehirli Sao Paulo gemisinin durdurulması kampanyasında kurduğumuz ilişkilerin de dahil olduğu bir Emekoloji Meclisi oluşturmak amacımız bulunuyor.

Benzer şekilde İliç’teki felaketin tüm Fırat havzasındaki sonuçlarına karşı tüm havzayı kapsayan bir çalışmanın gerekli olduğunu düşünüyoruz ve bu konuda yereldeki politik ekoloji örgütleriyle somut bir planlama yapmak için adımlar atacağız. Tam da buradan Enstitü’nün faaliyetlerine bağlamak yerinde olacaktır.

Enstitü, ekolojik yıkıma, doğa talanı politikalara karşı önerilen düzeniçi çözümlerin hiçbirinin bir işe yaramayacağı, aksine bunların emek sömürüsünün, sömürgeci ilişkilerin üzerini örtmek için kullanıldığını ortaya koyacak emek ve doğa yanlısı bilimsel bilgiyi hem üretmek hem de bunu ekoloji hareketine taşımak amacıyla yola çıkıyor. Üniversitelerin KHK’lerle büyük oranda boşaltıldığı, ekoloji hareketiyle akademinin bağlarının daha da zayıfladığı bir dönemde geleneksel akademinin sınırlarının dışına çıkan bir yer olmasını istiyoruz enstitünün. Akademik araştırmaların, bilgi üretiminin toplumsal hareketlere, sömürü ve talan ilişkilerine yalnızca bir analiz nesnesi olarak yaklaşmasının ötesinde hem pratiğin içinden gelmesini hem de bu pratiğin ihtiyaçlarına göre şekillenmesini dert ediyoruz.

Enstitü faaliyetlerine 17 kişiden oluşan Danışma Kurulumuzdan akademisyenlerden Aykut Çoban’ın Marksist Ekolojiye Giriş, Aslı Odman’ın Emek ve Ekoloji Nazarında ve Mine Yıldırım’ın Politik Ekoloji ve Hayvanlar seminerleriyle başlayacak. Sadece yüz yüze ve hibrit biçimlerde olacak seminerler için kayıtlar sitemiz üzerinden başladı.

Seminerler, Enstitü faaliyetinin sadece bir parçası olacak. Ayrıca mücadele alanlarından bilgi üretimi için gereken araştırmacı yeteneklerinin geliştirilmesi için kimi mesleki yeteneklere dair atölyeler ve deneyim aktarımları olacak. Keza sanatçılar, sendikacılar, eğitim emekçileri, kadın örgütleri, Alevi örgütleri, hemşehri dernekleri vb. ile emekoloji kavramı etrafında ekoloji mücadelesinin sadece belirli bir ormanı, alanı koruma mücadelesi olmadığını gösteren atölyeler, çalıştaylar ile yeni politika ve örgütlenmeler geliştirmek istiyoruz.

Bilgi ve deneyimin toplumsallaştırılması sorununu aşmak için hareketin belleğini, arşivini tutmak, iş cinayetlerinde olduğu gibi "enkazın verisini" tutmak, aynı zamanda direnişlerin verisini tutmak istiyoruz. Bu sayede yerel ve küresel mücadelelerin birbirinden öğrenmesini kolaylaştıracağımızı düşünüyoruz. Bu konuda önceden de birçok girişim oldu ama kurumsallaşma ve süreklilik kazanmak önemli.

Bunları tekil sorun odaklı yerel platformların içinde mücadelenin ihtiyaçlarına sorunlarına odaklanarak, içsel ağlar kurarak yapabiliriz. Mevcut hareketin dışından değil, içinden bir praksisle yol yürümeye çalışıyoruz.

Büyük iddialara sahip bu mütevazı Enstitü adımını ekolojik sorunu dert edinen tüm mücadeleci kesimlerle birlikte büyütmek istiyoruz. Bir kez daha açılışımıza, mekanımıza, çalışmalarımıza bu ruhu taşıyan herkesi davet ediyoruz.

Bugün ekoloji mücadelesinde yerel direnişlerin platformları, dernekleri ve örgütleri dışında merkezileşmiş sivil toplum örgütleri görüyoruz. Ancak büyük çoğunluk iklim kriziyle ve çevre tahribatıyla direnişte sistem içi öneriler sunuyor. Polen'in ise farklı bir şeyi işaret ettiğini görüyoruz. Nedir bu fark, ekoloji mücadelesi Türkiye'de nasıl bir yol izlemeli?

Politik ekoloji hareketinde liberal yeşil düşüncenin başından bu yana bir ağırlığı olageldi. Bu zaman zaman “yeşil” sermaye kesimlerinin hareket üzerinde ideolojik etki yapmasının da bir aracı oldu. Direnişler örgütleyen farklı biçimlerdeki yerel ekoloji örgütlenmelerinin yerelcilik ve tekil sorun odaklılık dışındaki bir diğer yaygın eksiği de sorunu siyaset ve ideolojiler üstü bir konu olarak ele alması. Bu tespitin geçerli olduğu direnişlerde düzeniçi önerilerin daha güçlü olduğunu görebiliyoruz. Kimi STK’lerin varlık amacı tam da sermaye ve halkın yerel yaşamı dolayımıyla emek arasındaki çelişkiyi uzlaştırmak oluyor bu bakımdan. Genelgeçer durum bu. Öte yandan emperyalist kapitalist sistemin 2008’den bu yana istikrar kazanamadığını, farklı toplumsal çelişkilerin kriz boyutlarına ulaştığını ve kapitalizmin insanlara ölüm ve yıkım dışında başka bir gelecek vadetmediğini görüyoruz. Bu noktada egemen sınıflar kendilerini, neden oldukları ekolojik çöküşe karşı kurtarıcı gösterecek “yeşil yeni düzen”, “adil geçiş/dönüşüm” gibi programları öneriyorlar. Bu hem emperyalist merkez ülkeleri hem de sömürge ve bağımlı ülkeleri kapsayan çok boyutlu bir yeniden işbölümü esasında. Elbette pürüzsüz işleyen bir süreç değil, emperyalist rekabetin yarattığı askeri, siyasi gerilimlerle iç içe ve bütünleşik bir şekilde ilerliyor. Yani bir yandan Ukrayna’da, Batı Asya’da savaş, Çin-Rusya etrafında askeri tırmandırma, Afrika’nın yeniden paylaşımında karşılıklı hamleler, Filistin’de soykırıma göz yumulması, nükleer silah kullanımı tehditleri; diğer yandan fosil sermaye yatırımlarına eklenen yeni yeşil yatırım alanları. Sermayenin tekelleşme düzeyiyle tarihsel sınırına dayanmış kapitalizm, ekolojik çöküş koşullarını yeni bir esneme zemini olarak kullanıp ömrünü uzatmaya çalışıyor. Kapitalizmin ömrü uzadıkça işçi sınıfı ve ezilenlerin payına daha fazla ölüm ve felaket koşulları kalıyor. Aşılan ekosistem eşikleri, iklim krizi gezegenin bir kısmında bildiğimiz anlamda yaşamın artık sürdürülemez hale gelmesine neden olacaksa da bu sermaye için ancak bir maliyet hesabı konusu oluyor ve bu süreç tam da değindiğimiz sermaye programlarıyla normalleştiriliyor.

Polen Ekoloji olarak bu bakımdan ekoloji hareketi ancak antikapitalist olarak var olabilir diyoruz. Ama bu yetmez; kapitalizmin işleyişine içkin sömürgecilik, erkek egemenliği, türcülük, ırkçılık gibi sistematik baskı ilişkilerini de mücadelesinin ana hatları yapmalı. Emekoloji yaklaşımımız, iklim krizinin aciliyet gerekliliği karşısında ehven-i şere sarılma eğilimine karşı devrimci bir hat açma arayışımız bunları içeriyor. Türkiye ve Kürdistan’da ekoloji mücadelesine böyle bir hat öneriyoruz. Buna uygun bir örgütlenme ve strateji tartışmasında derinleşmeyi istiyoruz. Yerel direnişlerin militan karakterlerini antifaşist mücadelenin organik bir parçası haline getirme, kır ve kentte süren direnişlerdeki sınıfsal ayrışan özneleri ortak bir zemine taşıma, hafızası güçlü devrimci hareketi ekoloji mücadelelerinde öne çıkarma gibi bir hat hem güncel mücadele koşullarına hem de izlenecek antikapitalist stratejiye uygun görünüyor.

Ekoloji mücadelesi Türkiye siyasal tarihinde önemli bir yer tutuyor, hatta toplumsal muhalefetin yükselmesinde yer yer öncülük yapıyor. Ancak buna rağmen düzen içi ya da dışı siyasetin gündemlerinde yeterince ekoloji, çevre mücadelesini göremiyoruz. Sebeplerine dair neler söylemek istersiniz?

Ekoloji mücadelesini sınıf savaşımının bir veçhesi olarak okuyoruz. Bu nedenle de bu soruna dair öznel ve nesnel sebepler ekoloji mücadelesini de aşıyor. Nesnel zeminlerinden birisi elbette faşizmin on yıllar boyunca inşa ettiği sosyopolitik ortam. Söz, eylem, örgütlenme gibi politik özgürlüklerin olmadığı, büyük bedellerle kazanılan örgütlenme kanallarının devlet terörüyle kurutulduğu, ırkçılık, şovenizm, erkek egemenliğinin köpürtülerek toplumsal çürümenin derinleştirildiği bir ülkede elbette doğayla kurulan ilişkinin, ekolojik bilincin gelişkin olmasını beklemek mümkün değil. Ancak dönemsel ve felaket anlarında infialler şeklinde toplumun ilgi alanına giriyor. İklim felaketlerinin yanı sıra orman yangını, büyük zehir saçılmaları, müsilaj ya da maden çukurlarının korkutucu görüntüleri sıklaştıkça önceki tüketim alışkanlıkları üzerinden olan dışında genel bir duyarlılık gelişiyor. Ancak tam da burada meselenin öznel boyutu, yani politik ekoloji örgütlerinin, sol-sosyalist hareketin konuya yaklaşımındaki sınırlar öne çıkıyor. Ekolojik çöküşün toplumsal yaşamın her alanına nasıl etkidiğinin bilgisini içermede yönelim eksikliği, buna bağlı olarak yeni bir yaşamın bu çöküş koşullarında nasıl olacağına dair somut önerilerin geliştirilememesi, yalnızca bir toplumsal hareket olarak araçsal yaklaşım bunlarda etkili. Düzen içi siyasi güçler için söyleyecek bir şeyimiz yok, onlarla ancak düzen dışı güçlerin stratejik yaklaşımı doğrultusunda yedekleme, yalıtma ilişkisi kurulabilir. Ekolojik çöküşü, emek sömürüsü ve doğa talanının eşzamanlılığını, halkın günlük yaşamını birebir etkilemesinden dolayı siyasete katılımın, özneleşmenin bir zemini olarak görmemiz gerekiyor.

Son olarak Polen Ekoloji Enstitüsü’nün tüm bu tartışmaların yapılacağı bir yer olduğunu, boşlukları doldurma iddiasını taşıdığını, özgücüne dayanarak sürekliliğini sağlamasıyla birlikte ekoloji gündemlerini sürekli ön planda tutacağını belirtelim. Hareketin parçası olarak özeleştirimizi pratikte vermek sorumluluğumuz.