Google Play Store
App Store

Yayıncılık sektöründeki emekçiler haklarını savunmak için başlattığı kampanyayı sürdürüyor. Emekçiler, “Bırakın kirayı, faturayı ödemeyi bir kitap üretiminde çalışıp ay sonunda o kitabı alamayacak duruma geliyoruz.” diyor.

Sömürüye karşı dayanışma çağrısı
Yayınevi emekçileri seslerini her platformda duyurmaya çalışıyor. (Fotoğraf: BirGün)

Işıl ÇALIŞKAN

Yayıncılık sektöründe çalışan editör, redaktör, düzeltmen, dizgici, tasarımcı ve telif hakkı sorumlularının sorunlarını dile getirmek ve haklarını savunmak için Yayınevi Emekçileri Platformu’nda tek ses oldular. Emekçileri bir araya getiren faktörler, ekonomik sorunlar, hak ihlalleri, mobbing, güvencesizlik, sigortasızlık ve dahası… Platform, tüm bunlara sessiz kalmamak için 10 Şubat’ta #sendedurumnedir etiketiyle sosyal medya üzerinden bir kampanya başlattı. Platform üyeleri, hazırladıkları etiket çalışmalarını kitabevi raflarındaki kitapların yanlarına bırakarak yayınevi emekçilerinin asgari ücrete mahkûm edildiğini, sigortasız ve güvencesiz çalıştırıldığını, faturalarını ve kiralarını ödeyemediklerini belirtti. Kitap kapaklarına yapıştırılan ya da sayfa aralarına atılan stickerlarda “Bu kitabın redaktörü sigortasız çalıştırılıyor”, “Bu kitabın editörü kirasını ödeyemiyor”, “Bu kitabın dizgicisi faturalarını ödeyemiyor” yazıyor. Emekçilerle sorunlarını ve taleplerini konuştuk.

SAĞLIĞIMIZDAN ÖDÜN VERİYORUZ

Serbest çevirmenlik yaparak mesleğe başlayan Oya Gürbahçe, 2003 yılından beri sektörde. Hiçbir yayınevi bünyesinde sigortalı olarak çalışamayan Gürbahçe, yaşadığı zorlukları şöyle ifade ediyor: En büyük zorluk bir iş akdi yapılmaması ve paralelinde çalışma şartlarının adil olmaması. Dolayısıyla çalışma süresince ya da imzalamanız istenen telif sözleşmeleriyle ilgili söz hakkınız ya da pazarlık şansınız olmuyor. Farklı şirketler farklı şartlar dayatıyorlar. Ücretlendirme keyfi yapılıyor ve yetersiz, yapılan tekrar baskılardan bazen haberiniz olmuyor, ödemeler geciktiriliyor, sizden iş kısa zamanda istenmesine rağmen bazen basım süreleri o kadar uzun oluyor ki, işi tamamladığınızda konu popülerliğini kaybetmiş oluyor, haliyle satışlar ve dolayısıyla geliriniz de düşüyor. Bu işi yaparak Türkiye şartlarında geçiminizi sağlamak için ya kaliteden ödün vermek zorundasınız ya da sağlığınızdan.”

Yayınevi Emekçileri Platformu aracılığıyla bir araya gelmelerindeki asıl ve büyük amaçlarının, yayıncılık alanındaki emek sömürüsüne karşı dernekle mücadele etmek olduğunu söylüyor. Gürbahçe, taleplerini şöyle sıralıyor: “Taleplerimiz öncelikle yasal ve etik kurallara aldırmadan en temel hakların ihlal edilmesinin önlenmesi için, yayınevleri tarafından şimdiye kadar çoktan atılmış olması gereken bazı adımların artık atılması. Detaylandıracak olursak, iş tanımlarının netleştirilmesi, çalışanların emeğinin karşılığını maddi olarak alabilmesi, keyfi değil adil ve eşit tarifeler uygulanması, tüm emekçilere sosyal güvence sağlanması gibi okurların kaliteli eserlerle buluşmasına katkıda bulunacak şekilde çalışma şartlarının iyileştirilmesi.”

HAK İHLALLERİ DE SEKTÖRLE ARTIYOR

Yaklaşık 25 yıldır ağırlıklı olarak editörlük/yönetici editörlük, yayın koordinatörü editör görevlerinde olmak üzere çeşitli yayınevlerinde çalışan Hülya Hatipoğlu, ücretlendirmelerin yanında en temel sorunun hak ihlallerinin boyutu ve içeriği olduğunu ifade ediyor. Yayıncılık “sektör”ünün, yıllar içinde -son birkaç yılın krizlerini saymazsak- hatırı sayılır bir büyüklüğe ulaştığını ve gelişmeye devam eden bir görüntü verdiğini ifade eden Hatipoğlu, şöyle devam ediyor: “Ama sektördeki yayınevlerinde çalışan emekçilerin deneyimlerine odaklanıldığında, ağırlıklı olarak, hiçbir yasal çerçeve ya da etik kurala aldırmadan en temel hakların büyük bir rahatlıkla ihlal edilebildiği, üstelik bırakın seyirci kalmak bunlara destek verilebildiği görülüyor. Zaman içinde uygulamaya konan çeşitli yasal ve etik çerçeveleri kurumların sayfalarında görmeye başlasak da, aslında hak ihlalleri açısından iyileşen bir tablo görmüyoruz.”

Hatipoğlu, belirli bir entelektüel birikim ve iyi bir altyapı gerektiren, yoğun emek ve özen isteyen editöryal süreçlerden geçerek hazırlanan kitapların üretildiği bir çalışma ortamıyla bu tür bir hoyratlığın, bazı sert örneklerde zorbalığın bu kadar kolay bağdaşabilmesinin çok şaşırtıcı ve üzerinde düşünmeye değer bir konu olduğunu belirtiyor.

Hülya Hatipoğlu
Editör

Zorlu koşullarına rağmen sevdiği işi yapmak için mücadele eden yayınevi emekçilerinin önünde, sorunlara çözüm aramak üzere örgütlenmekten başka seçenek olmadığını belirten Hatipoğlu, “Şu anda Türkiye’deki yayıncılık pratiğinin doğası, yukarıda değinilen hak ihlallerine niyet edilirse manipülasyona çok açık bir ortam sağlıyor maalesef. Özellikle belirsiz bırakılan süreçler, yapılmayan görev tanımları, Türkiye’deki yayıncılık pratiklerine dönük tip sözleşme türlerinin geliştirilmemesi vb sorunlar, buna zemin yaratıyor” diyor.

4 yıldır yayıncılık sektöründe çalışan Özge İpek Esen, editörlük yaparak geçimini sağlıyor. Kültür emekçilerinin sömürüye karşı daha fazla ses çıkarması gerektiğini düşündüğü için Yayınevi Emekçileri Platformu’na dahil olduğunu belirten Esen, “Bizim sanayi kollarında çalışan işçi arkadaşlarımız gibi herhangi bir sendikamız yok. Yaşanan maddi manevi olumsuzlukları dile getirmek açısından örgütlenmek önemliydi. Bu adımın çok kıymetli olduğunu düşündüğüm için platforma dahil oldum” diyor.

MOTOKURYELERLE SORUNLARIMIZ BENZİYOR

Esen, yaşanan sorunları ve taleplerini şöyle ifade ediyor: "Arkadaşlarla buluştuğumuzda bu kadar yıl emek verip hakkını alamayan, düşük ücretlerle çalışan insanlar var. Bu insanların işten çıkarıldığını biliyoruz. Ya da yayınevleriyle dışarıdan çalışan, yine düşük ücretlerle sigortasız (freelance) çalışan arkadaşlarımız var. Bu da aslında motokurye arkadaşların sosyal güvenlik ve maddi açıdan yaşadıkları sorunlarla benzerlik gösteriyor. Çeşitli haklarını almaları gerekiyor. Yayıncılık 8 saat mesai ile düşünülemez. Ama biz memur gibi çalışamayız. Bir yerde takıldık diyelim, o metni orada bırakmak zorunda kalabiliyoruz ama akşam o metin kafamızda dönüp duruyor. Onun dışında aldığımız eğitimler ve kültürel deneyimler 8 saatin dışına taşan şeyler. Bunun için 8 saatin dışında bir yaşam yükümüz var. Ona göre bir ücretlendirme yapılması gerekiyor. Bırakın kirayı, faturayı artık kitaplar için çalışan emekçiler var. Arkadaşlarımız bir kitap üretiminde çalışıp ay sonunda o kitabı alamayacak duruma geliyor.”

Özge İpek Esen
Editör