Türkiye kritik viraja girerken ülkenin içinde bulunduğu durum ve toplumun beklentileri muhalefet güçleriyle birlikte solu da aktif müdahaleye çağırıyor. Bu, tarihin çağrısı olarak okunmalı. 20 yıllık AKP iktidarına ve onun yarattığı rejime son vermek aynı zamanda örgütlü bir mücadeleyi zorunlu kılıyor. Bu zorlu görevin üstesinden ancak topluma umut veren, harekete geçiren bir çizgi gelebilir.

Sorumlu ve aktif bir muhalefet
Fotoğraflar: Depo Photos

SEÇİMLERE DOĞRU SOL BAKIŞ - 3

BirGün Politika Kolektifi

Seçimlere Giderken SOL Bakış üçüncü gününde devam ederken ortak vurgu sorumlu ve aktif bir muhalefet çizgisi öne çıkıyor.

Toplumun ağırlaşan ekonomik ve sosyal krizlerine yanıt üretmekten uzak kalan muhalefet, hızlı bir çöküş sürecindeki iktidar karşısında umut olmayı başaramıyor. AKP’nin muhalefet içi çelişkileri derinleştirmeye yönelik hamlelerin de kısmen karşılıklar da bulduğu bu durum seçimlere ilişkin bir bulanıklık yaratmaya devam ediyor. Dizi boyunca da vurgulandığı üzere bu sağa yaslanmış ve iktidar hamleleri karşısında korunaksız görünen muhalefet çizgisine bağlı kalarak kötülükler imparatorluğuna dönüşmüş olan iktidara son vermek hiç de kolay görünmüyor. Siyaset toplumsal muhalefet güçlerinin ve solun aktif ve etkin müdahalesine çağırıyor.

***

BirGün Yazarı Oğuzhan MüftüoğluBirGün Yazarı Oğuzhan Müftüoğlu

BirGün Yazarı Oğuzhan Müftüoğlu: Toplumsal dinamikler hesaba katılmazsa bedelini hepimiz öderiz​

Son dönemlerde siyaset muhalefetin adayının kim olacağına kilitlenmiş durumda. CB seçimlerine nasıl bakıyorsunuz?

Önümüzdeki seçimlerin taşıdığı önem ortada.

6’lı Masa olarak tanımlanan Millet ittifakı da bugün emekçi kitleleri ve ülkeyi büyük bir felaket ortamına sürüklemiş olan bu tek adam rejimini değiştirme ve parlamenter sisteme geçme hedefini koymuş durumda.

Kuşkusuz bu olumlu bir gelişme ve ülkenin içine sürüklendiği bugünkü karabasandan bir ölçüde çıkış umudu yaratmış gibi duruyor. Ancak, bu ittifakın, ülkenin ve emekçi sınıfların köklü dönüşümler gerektiren sorunlarına (bağımsızlıkçı, kamucu, neo-liberal kapitalist sermaye düzenine karşı bir anlayışla) devrimci çözümler getiremeyecek sağ bir eğilime sahip olduğu da ortada.

Ancak faşizmin gündemde olduğu bir yerde burjuva seçenekler karşısında pasif veya tarafsız bir tutum da söz konusu olamaz.

Bu durumun yarattığı koşullar önümüzdeki seçimlerde bu faşist baskı rejiminden çıkışa yol veren ve kendi devrimci sosyalist çizgimizi koruyan eleştirel bir aktif ve sorumlu tutum almayı zorunlu kılar.

Uluslararası emperyalist güçlerin aktif desteğiyle İslami faşist rejimin inşasına dönük sürecin başından bu yana, 2010 referandumu ve sonrasında, Birleşik Muhalefet ve Haziran Hareketleri çerçevesinde mücadele ederek böyle bir rejimin ihyasına engel olmaya çalışmamıza rağmen başaramadık. Cumhuriyet’in emperyalizme teslim olmuş organlarının ve partilerinin, liberallerin ihanetleri ve solun hatalarıyla birlikte bu günlere gelindi. Şimdi bir kez daha aynı hataları yapmaya kimsenin hakkı olmamalı diye düşünüyorum.

Anketlerin yarattığı yalancı bahar havası kimseyi aldatmasın! Seçimlerin olağan bir ortam içinde geçmeyeceği, zor bir süreçten geçeceğimiz ortada. İstiklal’de ve sonrasında yaşananların herkese ‘7 Haziran günlerini’ hatırlatması sebepsiz bir endişe olarak görülmesin.

Bu yüzden seçimlere dair ‘mikro politik’ kişisel, grupsal çıkar hesaplarına göre tutum alanlar dönüp bir kez daha kendilerini gözden geçirmeli.

Adayın kim olacağı elbette önemli. Bu konuda kalkıp birileriyle pazarlığa oturmak elbette saçma olur.

Ancak sadece ‘Altılı Masa’ bileşenlerinin (muhafazakar) eğilimlerini dikkate alan ve onun dışında kalan çok geniş toplumsal dinamikleri hesaba katmayan bir seçimin, bedelini hepimizin ödeyeceği ağır bir hata olacağını da bir daha hatırlatmadan geçmeyelim.

6’lı Masa’nın ortaya koyduğu programı değerlendirir misiniz?

Yukarda da kısaca değindim. Mevcut düzenin özüne dokunmayan, sağcı bir restorasyon programı. En önemli özelliği tek adam rejiminden parlamenter sisteme geçiş konusu, bu da süreci de belirsizliklerle dolu. Aslında düzen siyasetinin kendisi ‘tek adam’ sistemine göre dizayn edilmiş. Bütün partilerin de 12 Eylül ürünü siyasi partiler yasası gereği başkanlık sistemi var. Bunun değişeceğine dair bir emare de yok ortada.

***

Prof. Dr. Korkut BoratavProf. Dr. Korkut Boratav

Prof. Dr. Korkut Boratav: Çok adaylı seçim Erdoğan’a yarar

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde muhalefet nasıl bir politika izlemeli?

Türkiye’nin yakın siyasal geleceği, 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimine göre belirlenecektir. Ülke olarak iki seçenekle karşı karşıyayız: 2023 sonrasında Türkiye’yi İslamcı faşizm veya Merkez/Sağ partiler yönetecektir. Bu ayrışma, elbette bugünkü Cumhur ve Millet ittifaklarına dayanıyor. Bu saflaşmada CHP, bir “merkez parti” konumundadır.

Bu iki seçenek, Türkiye sermaye blokunun kısmen farklı kanatlarının ittifakı anlamına gelir. Bu benzerliğe rağmen, bu iki seçeneğe karşı Sol’un “fark etmez” yaklaşımının yanlış olduğunu düşünüyorum. Zira, bunlar Türkiye için fiilen iki farklı siyasal rejim önermektedir.

Cumhur İttifakı’nın zaferi, 2015 sonrasına damgasını vuran İslamcı faşizme yumuşak geçişin tamamlanması anlamına gelir. Emek ve meslek örgütlerinin özerkliğine son veren sermayenin tahakkümü, Reis’in olağanüstü yetkilerle donatıldığı tek parti iktidarı tarafından sürdürülecektir. Siyasal İslam’ın üst yapı kurumlarına yerleşmesi devam edecektir. “Normale dönüş”, fiilen, belki de anayasal olarak engellenecektir.

2015’ten bu yana ön-belirtilerini yaşadığımız sürecin bu aşaması, bence faşist bir rejim olarak adlandırılmalıdır.

Altılı Masa’nın Türkiye’ye sunduğu gelecek tasarımı ise, 2015’e dönüşü hedefleyen tutucu bir restorasyondur. Anayasa çalışmalarına ilişkin bilgiler, 2017 değişiklikleri öncesinin hedeflendiğini gösteriyor. Bu, 12 Eylül rejiminin armağanı olan 1982 Anayasası’nın 2007 ve 2010 referandumlarıyla daha da bozulmuş olan çerçevesi ile sınırlı “tutucu bir hedef”tir. Ancak, bu “tutucu restorasyon” tasarımı ile Saray iktidarının hedeflediği İslamcı faşizm geleceği niteliksel olarak farklıdır. 1982 Anayasası’nın bozulmuş biçimi dahi, ana çerçevesi ile sermaye düzenini pekiştiren bir burjuva demokrasisidir. Sol ve emekçi sınıf örgütlerinin sermaye tahakkümüne karşı mücadele araçları vardır; 1990’lı yıllarda ANAP iktidarına karşı anlamlı ölçülerde etkili olabildiler. Bu tarihsel deneyim gösteriyor ki, 2023’te Altılı Masa’nın temsil edeceği bir iktidar seçeneği, tutucu niteliğine rağmen İslamcı faşizme göre “ehven”dir.

Rejimin yakın geleceğini 2023’te TBMM değil, Cumhurbaşkanlığı seçimi belirleyecektir. Önceki tespitlerden hareket edilerek, bu seçimin sonucu karşısında Sol’un tarafsız kalmasını savunamayız. Ama, ne zaman? İlk turda Sol, kendi adayını (iki bloka ayrışma geçerli ise “adaylarını”) çıkaracak mı? Çok sayıda adayın katıldığı bir seçimde ilk tur açık farkla Erdoğan lehine sonuçlanırsa, ikinci turda muhalefetin seçimi kazanması pek olası görünmüyor. Sol’un bu gerçekçi öngörüyü dikkate alarak ilk turda muhalif seçmenleri parçalayacak aday (veya adaylar) çıkarmaması gerektiğini düşünüyorum.

Buna karşılık 2023 TBMM seçimlerinde Sosyalist Sol’un temsiliyetinin büyük önem taşıdığını düşünüyorum. Düşün, bilim, sanat alanlarında Sol’un taşıdığı ağırlığın, siyasete aktarılamaması ülkemizin önemli bir eksikliğidir. Çok partili temsilî demokrasi toplumumuzda Meclis’in büyük önem taşıdığı bir birikime, algılamaya yol açmıştır. 1965 sonrasında TİP’in 15 milletvekili ile TBMM’deki katkıları tarihe geçmiştir. Yetkileri “sembolikleşmiş” olan bugünkü Meclis’te dahi Sol’un sesini Türkiye toplumuna taşıyan Türkiye İşçi Partisi dikkat çekmektedir.

Bu nedenle bugünlerde Sosyalist Güç Birliği ve Emek ve Demokrasi platformlarında yer alan Türkiye sosyalist parti ve hareketlerinin 2023’te TBMM’de temsiliyetleri büyük önem taşıyor. Mümkünse birlikte veya işbirliği, eşgüdüm içinde; seçim yasasının olanaklarını sonuna kadar kullanarak TBMM seçimlerine katılmalıdırlar.

Türkiye’nin bugünkü siyasal yelpazesi içinde, başta laiklik olmak üzere tüm öğeleri ile Cumhuriyetçi değerleri ilkesel olarak sahiplenen tek akım sosyalistlerdir. Parlamentodaki varlıkları Altılı Masada tutucu değerlerin ağırlığını aşındıracaktır.

Ekonomik kriz ortamında seçime gidiliyor. Muhalefetin krize karşı bugün izlediği siyaseti, önerilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Saray iktidarı, 2015 sonrasında neoliberal modelin finansal istikrar ilkelerini büyüme önceliği uğruna çiğnedi. Üç döviz krizi ve yüksek enflasyon yaratarak yüzde 4’lük bir büyüme temposunu gerçekleştirdi. Bu arada emek-karşıtı ağır bir bölüşüm şokunu ve bugünkü toplumsal bunalımı da yarattı.

Altılı Masa’nın yetkilileri neoliberal enflasyon hedeflemesinin ilke ve kurallarını benimsiyorlar. Seçim sonrasında dış kaynak tıkanmaları öne çıkarsa bir IMF programına yatkın olacakları anlaşılıyor. Krizi yöneten bir neoliberal program, daraltıcı para ve maliye politikalarına dayanacaktır. Halk çoğunluğunun yaşadığı toplumsal bunalıma ekonomik küçülmenin ücretler ve istihdamdaki ağır sonuçları eklenecektir. IMF’nin Türkiye’ye ilişkin beş yıllık öngörüleri de yabancı sermaye girişlerinin sınırladığı yüzde 3’lük bir büyüme temposu içeriyor. Bu senaryo, bugünkü toplumsal bunalımın sonraki yıllara ağırlaşarak taşınması anlamına gelecektir. Türkiye solu, emekçi halk çoğunluğu için ağırlaşan bu tür bir geleceği kabul edemez. Halk örgütlerinde ve TBMM’de artan temsiliyet içinde kısa ve orta dönemli alternatif ekonomik programları geliştirmeli, savunmalı, önermelidir.

Sol alternatif, 2015 sonrasında sermaye çevrelerine intikal eden olağandışı gelir ve servet artışlarını vergileyecek; emekçilerin kayıplarını kamu maliyesinden aktarımlarla telafi edecek yöntemleri inşa etmek durumundadır. Finansal varlık artışlarını da kapsayan bir servet vergisi gündeme gelmelidir. “Tiksindirici borçları” da kapsayan bir dış borç yapılandırması, sermaye hareketlerinin denetimi ile eş-zamanlı olarak uygulanabilir. Bu çerçeve, döviz kurunun hedeflenmesi ile bütünleştirilmeli; emek gelirlerinin enflasyona endekslenmesi yaygınlaşmalı; oligopolcü işletmelerinin kâr marjları denetlenmelidir. Hiper-enflasyonun önlenmesini daraltıcı para/kredi politikaları ve genişleyici maliye politikaları izleyebilir. Bu politika çerçevesi, ekonominin dış dengesini ve dinamik bir üretim profilini hedefleyen orta dönemli planlama ile bütünleşmelidir.

***

Yazar Serpil GüvençYazar Serpil Güvenç

Yazar Serpil Güvenç: ‘AKP’siz AKP’ köklü çözüm getirmeyecek​

Kritik bir seçime gidiyoruz. Bu seçimin ülke için önemini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Gerçekten de kritik bir seçime gitmekteyiz. Ülke varlıklarının haraç mezat satıldığı, işsizlik ve yoksullaşmanın görülmedik ölçüde arttığı, dinsel yapıların ve dinsel yaşam kurallarının eğitim başta olmak üzere toplumun tüm hücrelerine nüfuz ettiği, emekçilerin hak arama iradelerine kadercilik ve şiddetle engel olunmaya çalışıldığı, kadına şiddetin gündelik yaşamın bir parçası haline geldiği, Türkiye halkının siyasal tercihlerinin savaşla yönlendirilmeye çalışıldığı, cezaevlerinin demokratik haklarını kullanmaya çalıştıkları için tutuklanan yurttaşlarla dolup taştığı, temel bir hak olan haberleşmenin engellendiği günleri yaşamaktayız. Bu örnekler yaşananların küçük bir bölümü. Darbeli günlere tanıklık etmiş olanlar için bunlar yabancı gelmeyebilir. Ne var ki, Anayasa ve yasaların yok sayılarak toplumun İslam ve onun Sünni yorumunu temel alan bir eksende yönetilmesi AKP'nin 20 yıllık iktidarı sonunda varılan noktadır.

Sermaye sınıfının NATO ve gericilikle birlikteliği seçmesinin ardından yaşanan 12 Mart ve özellikle 12 Eylül darbeleriyle gelen yasal ve Anayasal değişiklikler anti komünizmle iç içe geçen dinsel gericiliği güçlendirmiştir. Laik birikimin yok edilmesine dönük en temel girişimin tarihi ise 12 Eylül'dür.

AKP bu koşulların ürünüdür.

Bu siyasal iktidarın ülkeyi yönetmeye devam ettiği her gün, ülke için, onun sahibi olan emekçi halk için büyük bir kayıptır.

Muhalefet blokunu genel olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?

Muhalefet bloku, sermaye düzenine bakış, emperyalizmle ilişkiler, dışa bağımlılık, laiklik gibi temel konularda AKP politikalarından çok da farklı düşünmüyor. Sol "muhalif" partiden en sağına dek dinsel referansların kullanılması, ABD/NATO'ya bağlılık, emekçinin haklarına ilişkin kararlı ve kalıcı bir tutumun yokluğu, bloğun "AKP'siz AKP'cilik" diye tanımlanabilecek bir yaklaşımı temsil ettiğini gösteriyor. "Sağcılığı sağcılıkla", dinciliği dincilikle yarıştırarak oy toplamaya çalışan bloğun, emekten, bağımsızlıktan, laiklikten yana bir düzen değil; aksine bir restorasyon peşinde oldukları görülüyor. Görünen o ki, emekçi halkın siyasal yaşama ağırlığını koyamaması durumunda, kendisi için bir cehenneme dönüşen, laikliğin izinin bile kalmadığı, emperyalist kuşatmanın doruğa ulaştığı Türkiye bu "muhalefet" in kazanması halinde de köklü değişimlere tanık olamayacak.

Sosyalistler ve toplumsal muhalefet seçimlerde nasıl bir yol izlemeli?

Önümüzdeki dönemde gerçek bir muhalif ses yükseltmek üzere üç siyasi parti (Sol Parti, TKP ve TKH) ve Devrimci Hareket bir araya geldiler ve Sosyalist Güç Birliği (SGB)'ni kurdular. Girişimin Bildirge'sinde, AKP iktidarı döneminde emperyalist-kapitalist sistemin ülkedeki boyunduruğunu güçlendirdiği, hak ve özgürlüklerin büyük ölçüde askıya alındığı, çözüm için "ilerici toplumsal kesimlerin örgütlü ve dinamik mücadelesinin” zorunluluğu vurgulanıyor. SGB, kurulacak laik, demokratik, bağımsız, sömürüsüz, herkesin eşit ve kardeşçe yaşayacağı cumhuriyette, etnik, dinsel, mezhepsel ve toplumsal cinsiyet kaynaklı hiçbir farklılığa izin verilmeyeceğini, özelleştirmelerin son bulacağını, özelleştirilmiş kurumların kamulaştırılacağını vadediyor. Eğitim, sağlık başta olmak üzere tüm insani ihtiyaçlar eşit ve parasız sunulacak, emperyalist tekellerin toprak yağması son bulacak, Türkiye NATO'dan çıkacak, yabancı üsler kapatılacaktır. Tarikat ve cemaatler tasfiye edilecek, eğitim birliği sağlanacak, laiklik yeniden hayata geçirilecektir.

Sosyalist sol daima kendi gücünün ötesinde bir etki alanına sahip olmuştur. SGB de bu çerçevede sesini güçlü bir biçimde duyurmaya başlamalıdır. Bu başarıldığı ölçüde, seçim öncesinde, seçimlerde ve seçim sonrasında SGB'nin sesi, emeğin sesi olacaktır.

***

TMMOB Başkanı Emin KoramazTMMOB Başkanı Emin Koramaz

TMMOB Başkanı Emin Koramaz: Umudu örgütlemeden seçim alınmaz​

Yaklaşan seçimi nasıl değerlendiriyorsunuz?

AKP 20 yılda siyasal islamcı, piyasacı, faşist bir rejimi adım adım inşa etti. Anayasa ve yasalar anlamsızlaştırıldı, parlamento etkisizleştirildi, devlet organları ve yargı kurumu iktidar sopası haline dönüştürüldü. Muhafazakârlık ve İslamiyet, itaatkâr ve kanaatkâr bir toplum inşa etmek için kullanıldı. Yolsuzlukları, ülke kaynaklarının peşkeş çekilmesini, laikliğin bitirilmesini, sosyal devlet anlayışının tasfiye edilmesini, iş cinayetlerini, ırkçı-gerici politikaları sorgulayamayacak toplum yaratıldı.

Geldiğimiz noktada ekonomiden siyasete, iç politikadan dış politikaya her alanda krizlerle boğuşan, hukuktan bürokrasiye kadar her alanda çürümüş bir ülke tablosuyla karşı karşıyayız.

Bu tablonun yaratıcısı olan ve artık yönetme kabiliyetini tamamen kaybetmiş olan tek adam rejimi ise iktidar süresini uzatabilmek için tükenmişlerin çaresizliği içinde toplumsal muhalefete tüm pervasızlığıyla saldırıyor.

Bu tabloda yaklaşan seçimleri tek adam rejiminin geriletilmesi, açık faşizm ve saltanat özlemleri ile hilafet-şeriat çağrılarının, demokrasiyi ve yurttaşlığı dışlayan çağ dışı ümmet özlemlerinin yenilgiye uğratılması açısından hayati önemde buluyorum.

Ülkemizin geleceği bu seçimde ortaya çıkacak sonuca göre şekillenecek. Seçimler, neoliberal yıkımın ürünü olan ekonomik kriz koşullarına ve iktidarın dayattığı baskı politikalarına karşı başka bir yaşam, başka bir Türkiye yaratabilmenin yol ayrımı olarak önümüzde durmaktadır.

AKP’nin 20 yılda inşa ettiği bu devlet yapısının ve ülke tablosunun tek bir seçim sonucu ile ters yüz olmasını beklemek saflık olacaktır. Bununla beraber seçimler bir değişim dinamiğinin fitilini ateşleyecek bir olanak da sunmaktadır.

Dolayısıyla önümüzdeki seçimleri AKP’den kurtuluşun yegane yolu olarak görmeyen fakat kitlelerin seçimlere yönelik umutlarını örgütlü bir güce dönüştüren bir sürecin örülmesi gibi ikili bir görevle yüz yüzeyiz. Toplumun geleceğe yönelik umudunu örgütlemeden, seçim sürecini politikleştirmeden, seçim ve sandık güvenliğini sağlamadan AKP’nin devlet aygıtına karşı seçim zaferi kazanmak mümkün değildir. Geniş halk kesimlerinin zorunda kaldıkları için değil umutlu gelecekleri için oy kullanmaya ikna olan bir seçim sürecini inşa etmeye ihtiyacımız var

Asıl halka burasıdır. Burada toplumsal muhalefetin çabaları belirleyici olacaktır.

Türkiye’nin rejimin yarattığı ağır krizden çıkışı için neler yapılmalı?

Erdoğan halkın gündelik sorunlarının konuşulmadığı, kendi lehine kullanacağı bir seçim dönemi istiyor. Seçimlere damgasını vuran şeyin sadece karşısına çıkacak adayın ismi ve kimliği olsun istiyor. Halkın güvenlik kaygısını artıracak ve milliyetçi duyguları kışkırtacak bir toplumsal atmosfer istiyor. Çünkü seçimlerde ekonomik krizin, toplumsal bunalımın tartışılmasını istemiyor. Yolsuzlukların tartışılmasını istemiyor. Sömürü politikalarının tartışılmasını istemiyor. Yerli ve yabancı sermaye kesimlerine peşkeş çektiği kamusal varlıklarımızın, madenlerimizin, doğal zenginliklerimizin talanının tartışılmasını istemiyor.

Oysa tüm bunların tartışılması, sorumlularının ortaya çıkarılması ve hesap sorulması gereken bir seçim sürecindeyiz.

Ve elbette seçimlerden sonra atılacak adımların, alınacak tedbirlerin, hayata geçirilecek sosyal politikaların, tercih edilecek ekonomik önceliklerin ve bir rejim değişikliğinin netlikle öne çıkarılması gerekiyor.

Mevcut rejimin restorasyonunu hedefleyen, onun sınırlarına hapsolmuş hiçbir strateji, taktik veya hedefin başarılı olması beklenemez. Bir yandan AKP’nin 20 yıllık tahribatını ortadan kaldıracak, ekonomik-sosyal alandaki kayıpları telafi edecek, uyguladığı milliyetçi-muhafazakar ideolojik saldırının toplumsal izlerini silecek politikalar ortaya koyarken diğer yandan rejimin dışladığı toplumsal kesimleri içeren, laikliği hayata geçiren, emekçi halk kesimlerinin sorunlarını önceleyen, planlı kalkınmayı, sanayileşmeyi ve teknolojik gelişimi öngören, doğal çevreyi koruyacak bir anlayışın hakim olması gerekiyor.

Hukukun üstünlüğünü, adaleti, liyakate dayalı kamu idaresini, bağımsızlığı, halk egemenliğini, barışı, kardeşliği, tam istihdamı, toplumsal refahı ve hakça paylaşımı tesis edecekbaşka bir Türkiye…

Yani AKP/tek adam rejimini alt etme ile bir bütün olarak düzeni, kapitalizmi aşacak köklü bir düzen değişikliği ve bunun kurucu iradesinin bugünkü ve yarınki mücadeleler içinde oluşumunu sağlamak için mücadele. Geçiş süreci/programı yaklaşımı ile bugünün ve yarının gerekliliklerini hem önümüzdeki seçim sürecinin hem de sonrasının görevlerini birbiriyle bağlantılı olarak ele almak gerekiyor.

Türkiye’nin, halkımızın gereksindiği mücadele hattı bu diyalektik bütünlük içinde ele alınmalıdır.

sorumlu-ve-aktif-bir-muhalefet-1092081-1.