17 Ağustos 1999 tarihinden bu yana 21 yıl geçti. Ülkemizin birçok bölgesi ve ili, deprem tehlikesi ile karşı karşıya. Üzülerek söylemek gerekir ki yapı stokumuz deprem güvenliği bakımından 1999 yılından daha iyi durumda değildir.

Sorumluluk rantçıların

Cemal Gökçe

17 Ağustos 1999 yılında yaşanan ve sonuçları itibarıyla ülke tarihinin en acı depremlerinden biri olan Gölcük merkezli depremin üzerinden 21 yıl geçti. Resmi sonuçlara göre 20 bine yakın insanımız yaşamını yitirdi, binlerce insanımız yaralandı. 300 binden fazla ev ve işyeri yıkıldı veya hasar gördü. Yapılarımızın yüzde 25’i kullanılamaz hale geldi. 16 milyon insan 17 Ağustos depremin sonuçlarını yakından hissetti. Bu deprem ülkemizin güneyinden kuzeyine, batısından doğusuna kadar her aileye yakın veya uzak ölçüde dokundu.

Deprem tehlikesi altında bulunan kentlerin yapı stoku güvenli hale getirilsin ve yeni acılar yaşanmasın diyen İnşaat Mühendisleri Odası, 17 Ağustos 1999 depreminin bir “milat” olması gerektiğinin altını önemle çizdi. 17 Ağustos depremi ile sonrasında yaşanan depremler ve Ocak 2020 tarihinde yaşamış olduğumuz Elazığ-Sivrice depreminin yarattığı sorunlar, 17 Ağustos depreminin bir milat olmadığını, yeni ve daha büyük acıların(!) yaşanması gerektiğini bir kez daha ortaya koydu.

Kentlerimiz Yeni Bir Depreme Hazır mı?

21 yıldır İstanbul başta olmak üzere deprem bekleyen kentlerimiz korku içinde yaşıyor. Deprem riski yüksek olan yapı stoku deprem güvenlikli hale getirileceğine daha büyük risklerle karşı karşıya bırakıldı. Parası ve siyasi gücü olan her insan dilediği yere diledikleri yapıyı yaptılar. Geçmişin hafızasını bugünlere taşıyan kentlerin doğal yapısı bozuldu, yok edildi. Çıkarılan imar aflarıyla kentlere karşı işlenen suçlar meşrulaştırıldı. Orman alanları, su havzaları, kent dışına çıkarıldığı için boş kalan askeri alanlar bile yapılaşmaya açıldı. Yılların yok edemediği birçok eski eser yıkıldı üzerine yeni yapılar yapıldı. Kentin nefes alma koridorları yok edildi, nefes alınacak yerler olarak sadece mezarlıklar kaldı. İstanbul ve Bursa gibi kentler bu yıkımdan önemli ölçüde etkilendi. Deprem tehlikesi altında yaşayan bu kentlerin Meclis gündemine deprem konusu gelmezken, parsel bazında yapılan emsal artışlarına yetişmek mümkün olmadı.

Kentsel çevrenin ve yapı stokunun iyileştirilmesi ve depreme karşı güvenli hale getirilmesi ne yazık ki mümkün olmamıştır. Bugüne kadar bilinen ve uygulanan yöntemlerle de sorunun çözülemeyeceği anlaşılmıştır. Açıkçası yapılan yeni düzenlemelerle beslenen idari ve hukuki yapı, deprem güvenliği olmayan yapı stokunu güvenli hale getirmek yerine kentlerimizi çok daha büyük sorunlarla karşı karşıya bırakmıştır. Yürürlükte bulunan mevzuatlara yeni ilaveler yapılarak kamu yararının sağlanması ve yaşanabilir kentler yerine yeni sorunlara teslim edilen bir rant düzeni oluşturulmuştur. İhale ve TOKİ yasası defalarca değiştirilmiştir.

Ülke, bölge ve kentsel planlamadan mekânsal stratejilerin oluşturulmasına kadar deprem riski yüksek olan alan ve yapıların öncelikler arasında yer alması gerekirken rantı yüksek olan yerlere önem verilmiştir! Bu bölgelerin öncelikli alanlar olarak hukuksal, kurumsal ve yönetsel düzenlemeler için bütünlüklü modellere ihtiyacı olmasına rağmen, sistem parçalanarak güvenli bir yapı stokunun oluşturulmasından uzak durulmuştur.

Yerel yönetimlerin uygun görmediği kararları çoğu kez merkezi yönetim olumlu bularak karar verdiği için kentlerin plan bütünlüğü giderek bozulmuştur.

Depremler Sadece Can Ve Mal Kayıpları Yaratmaz!

Bilinmesi gerekir ki depremler sadece can ve mal kayıpları ortaya çıkarmaz. Meydana geldikleri bölgenin altyapısını ve ekonomik düzenini bozmakla kalmayıp oldukça ciddi sorunlar yaratır. Bulaşıcı ve salgın hastalıklar, yaralanma, psikolojik sorunlar, sakat kalma, pazar kaybı, üretim ve gelir kaybı, enflasyon, acil yardım harcamaları, işsizlik ve planlanan yatırımların gecikmesi, çevrenin bozulması ve çevre sorunları gibi önemli sonuçlar doğurmaktadır. Afet öncesi yapılması gereken harcamalar afet sonrası 20 kat daha fazla olmaktadır. 17 Ağustos depremi bu sonuçların tümünü ortaya çıkaran bir deprem olarak kayıtlara girmiştir.

Yapı Üretim Anlayışımız ve İstanbul

17 Ağustos 1999 tarihinden bu yana 21 yıl geçti. Ülkemizin birçok bölgesi ve ili, deprem tehlikesi ile karşı karşıya. Üzülerek söylemek gerekir ki yapı stokumuz deprem güvenliği bakımından 1999 yılından daha iyi durumda değildir.

Bugün İstanbul'da 7 ve üzeri büyüklükte bir deprem beklemektedir. Yaşanacak bir deprem ile yapı stokunun en az yüzde 25’i kullanılamaz hale gelecektir. Binlerce insan yaşamını yitirecek ve yaralanacaktır. En az 3 milyon insan evsiz kalacaktır. Okullar, hastaneler ve diğer kamu yapıları ciddi ölçüde hasar görecektir. 100 milyar dolardan fazla ekonomik kayıp ortaya çıkacak, yıkımın faturası oldukça ağır olacaktır.

İstanbul’un en stratejik bölgesi olan Kanal İstanbul bölgesi yeni bir yapılaşmanın cazibe merkezi haline getirilmektedir. Önceden Katar Şeyhlerinin ve iktidara yakın çevrelerin almış oldukları arsa ve araziler, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından plan değişikliği yapılarak İstanbul’un geleceği ranta ve depremin insafına terkedilmektedir! Birçok AVM ve gökdelenin yaratmış olduğu riske ilave olarak Kanal Projesi ile yeni risk alanları oluşturulmakta, İstanbul, sürekli olarak korku içinde yaşayacağı bir bilinmezliğe ve geleceksizliğe teslim edilmek istenmektedir.

İstanbul’un beklediği depremin ağır sonuçları sadece İstanbul’da bulunan yapı stokunu etkilemeyecek, çevre illerin yapı stoku da önemli ölçüde etkilenecektir. İstanbul metropolitan bölgesi için yapılacak olan özel bir bölge planı ile ülke nüfusunun ve ağır sanayisinin yüzde 70’ini taşıyan bu bölgeyi zaman kaybetmeden deprem sorunu başta olmak üzere; su baskınları, yangın, hava kirliliği ve ısı adalarının oluşmasına karşı güvenli hale getirmek iktidarın öncelikleri arasında yer alması gerekirken; iktidar “nereden ne kadar para kazanırım” anlayışıyla meşgul olmaktadır

Konut nitelikli yapılarımızın yanında okullarımız, hastanelerimiz, endüstri tesislerimiz ve diğer kamu yapılarımız çok büyük oranda güvensizdir. Apartmandan bozma sağlık klinikleri ve okullar önemli ölçüde varlığını sürdürmektedir. Apartmanların altında bulunan birçok işyerinin güvenli olmadıklarını ve yaşanacak bir deprem de büyük sorunlarla karşı karşıya kalacaklarını bilmek oldukça rahatsız edici olmasına rağmen iktidarın duyarsızlığı devam ediyor.

Yapı üretim süreci genel olarak mühendislik ilke ve normlarından uzak tutulmuş, "yap" da nasıl yaparsan yap anlayışı inşaat sektörüne hâkim olmuştur.

Geçtiğimiz ocak ayı içerisinde Van-Bahçesaray yolunda çığ altında kalanları kurtarmaya giden 36 insanımızın ve Sakarya-Hendek’te havai fişek fabrikasında patlamadan arta kalan havai fişekleri taşıyan kamyon üzerinde bulunan havai fişeklerin patlamasıyla 5 insanımız yine yaşamını yitirmiştir. Bu iki olay, gerek doğa olaylarına karşı gerekse teknolojik olaylara karşı hazırlıklı olunmadığını bir kez daha ders alınacak şekilde ortaya koymuştur.

sorumluluk-rantcilarin-769237-1.
İstanbul başta olmak üzere ülkemizin herhangi bir yerinde yıkıcı bir depremin olma olasılığı yüksektir. Ortaya çıkacak olan can ve mal kayıplarının sorumluluğu; bilimi, bilgiyi ve mühendisliği önemseyenlerin değil rantçıların sırtındadır.

İmar Affı-İmar Barışı

Amaç maddesi “yerleşme yerleri ile bu yerlerdeki yapılaşmaların; plan, fen, sağlık ve çevre şartlarına uygun teşekkülünü sağlamak” olan 3194 Sayılı İmar Kanunu’na geçici 16. madde eklenmiştir. Türk imar tarihinin bugüne kadarki en kapsamlı imar affı olan bu düzenleme ile hiçbir mühendislik hizmeti almayan ve bu kanun kapsamında mühendislik hizmeti alması talep bile edilmeyen yapılar, herhangi bir kontrol mekanizması olmaksızın, kuralsızca, sadece mal sahibinin beyanı ile kayıt altına alınarak yasal statü kazanmıştır. İşin içerisine oy alma ve siyasi kaygılar girince “AF KONUSU” her seferinde "bu son" denilerek 26 kez yenilenmiştir. 24 Haziran 2018 seçimleri öncesi Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın öncülüğünde, TBMM tarafından oybirliği ile ülke tarihinin en kapsamlı “İMAR AFFI” çıkarılmıştır.

Eski Çevre ve Şehircilik Bakanı ÖZHASEKİ, Mühendislere 2-3 bin lira verilmemesi için mal sahibinin beyanını esas aldık” diyerek, depremde yıkılacak yapıların yıkılma gerekçesini tartışılmayacak bir şekilde ortaya koymuştur. Açıkçası mühendis ve mimarların yok sayıldığı bir ülkede güvenli yapı üretilmesi olanaklı değildir. Mühendisin varlığını, bilgisini, uzmanlığını parayla ölçenleri mühendisler hiçbir zaman unutmayacak ve affetmeyeceklerdir.

21 insanımızın yaşamını yitirmesine ve 17 insanımızın yaralanmasına neden olan İstanbul Kartal’daki Yeşilyurt Apartmanı faciası hafızalarımızdaki tazeliğini koruyor. Ayrıca bu yapının imar affından yararlandığının altını çizmek isterim. İstanbul ve diğer illerimizde Yeşilyurt Apartmanı gibi binlerce yapı bulunmaktadır.

Planlama Yapılaşma Ve Kentsel Dönüşüm

Yapılan kentsel dönüşüm uygulamaları ile daire alanları küçülmüş kat sayısı ve daire sayısı artmıştır. Aynı sokak ve mahallenin alt yapısı aynı kalmasına rağmen, aile sayısı ve nüfusun artması kentin demografik yapısını bozmuştur. Bu uygulama başta İstanbul olmak üzere Kentlerin fiziksel eşiklerini zorlamakta, yeni trafik ve alt yapı sorunları yaratmaktadır. Üstelik kentsel dönüşüm projeleri deprem riskinin fazla olduğu yerlerde değil, kentsel "RANTIN" en yüksek olduğu bölgelerden başlamıştır.

Bütünlüklü bir planlama yerine parçacı bir anlayışla yapılar yıkılıp yeniden yapılarak kentlerin teknik ve sosyal altyapı sorunları daha da artmıştır. Bu durum kentlerimizi yeni afetlere açık hale getirmektedir. YIK-YAP anlayışı kentsel dönüşümün temel bir mantığı olarak karşımıza çıkmaktadır. YIK-YAP anlayışı; bilimi, bilgiyi, mühendisliği ve kentleşme bilimini yok sayan bir anlayıştır. Bir taşeron ve müteahhit bakışıdır. Özellikle ekonomik krizin büyümesiyle birlikte birçok kentsel dönüşüm projesinin yarım kalması çok fazla mağdur aile yaratmıştır.

Ne Yapmalı Neler Yapılmamalı!

Bir doğa olayı olan depremin ülkemizde afetlere dönüştüğü yaşanarak görüldü ve öğrenildi. Artık ülkemizde bilinmeyen fay hattı yoktur. Bu faylar biriktirdikleri enerjilerini bir gün mutlaka açığa çıkaracaklardır. Sorun açığa çıkan enerjinin yaratacağı depreme karşı dayanıklı yapı üretilmesinin koşullarını yaratmaktır. Durmadan fayları ve depremi konuşmak insanları depremin yıkıcı etkisinden korumaz. Geniş bir seferberliğe, geniş bir işbirliğine ihtiyaç vardır.

Bugünkü yönetim anlayışının devam etmesi durumunda insanlarımız beton yığınları altında kalacak, yara sarma anlayışı can kayıplarının ortaya çıkaracağı acıları hiçbir zaman dindiremeyecektir.

Tüm ülke toprakları inşaat sektörünün bir arazisi olarak görüldüğü için bilimsel bilgi ve kent planlama kapsamında ve ihtiyaç temelli yapılar yapılmamıştır. Bugün ülkemizin yaşamış olduğu sorun, depremin kendisi değil ranta dayalı uygulanan politikaların doğurmuş olduğu sonuçlardır.

Açıklıkla söylenebilir ki ülkemizde ticari kaygı, teknik kaygının önüne geçmiş; bilgi, beceri ve liyakat sahibi yöneticilerin yerini şirket ve cemaat ilişkileri almıştır. Meslek odası, üniversiteler ve endüstri kuruluşları arasında olması gereken işbirlikleri görmezden gelinerek yok sayılmış, bu kuruluşlar arasında işbirliklerinin oluşmaması için her türlü çaba gösterilmiştir.

17 Ağustos 1999 Gölcük Merkezli depremin üzerinden 21 yıl geçmiştir. Depreme hazırlıklı olmak için bir 21 yılın daha geçmesi beklenmemelidir. Kentlerimiz depreme hazırlıklı hale getirilmeli, deprem vergileriyle toplanan 35 milyar dolar yapı stoku, kentleri deprem güvenlikli hale getirmek için kullanılmalıdır.

İmar barışı nedeniyle kaçak ve mühendislik hizmeti almayan veya eksik alan yapılar Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüklerinin arşivlerinde bulunmaktadır. Kaçak olarak yapılan veya ruhsatlı olup da üzerine yeni kaçak katlar yapılan yapılar yaşanacak bir depremde ayakta kalma şansları yoktur. Bu yapılar öncelikle yıkılmalıdır.

Kıt kanaat geçinmeye çalışan insanların yapılarını depreme dayanıklı hale getirebilme şansları yoktur. Sosyal devlet anlayışı çerçevesinde konut stoku yenilenmek durumundadır

Bir doğa olayı olan depremin doğal afete dönüşmesini önlemenin yolu, planlama-kentleşme, tasarım, uygulama ve yapı denetim sisteminin sağlıklı bir şekilde işlemesinden geçmektedir. Yapı denetimi güvenli yapıların üretilmesini sağlamak ve gelecekte aynı sorunların ortaya çıkmasını önlemenin güvencesidir. Mesleki ve ahlaki yetkinliği dikkate alan ve meslek Odaları tarafından belgelendirilen Mühendis ve Mimarların "özne olduğu" bir Yapı Denetim Sistemi'nin kurulması zorunludur. Açıkçası planlama ve tasarım aşamasından yapının kullanım aşamasına kadar geçen tüm süreçler, mesleki ve etik yeterliliğe sahip mühendisler tarafından yönetilmeli ve denetlenmelidir.

Daha güvenli ve yaşanabilir yerleşim yerlerinde yapıların üretilmesi deprem risk yönetiminin temel amaçlarındandır. Bunu sağlamanın en etkili yolu; yerleşim planlarında ana riskleri göz önüne alarak, gerekli düzenlemeleri yapmak ve “ Deprem Yönetmeliklerini” ödünsüz bir şekilde uygulamaktır.

Bugüne kadar yapılan çalışmalar, deprem öncesi alınacak önlemlerin deprem riskini önemli ölçüde azalttığını ortaya koymuştur. Sorunu sorun olmaktan çıkaracak olan tek yol; deprem yaşanmadan önce alınacak önlemlerde saklıdır. Bu kapsamda Mesleki Yetkinliğin önünü açacak olan ve mühendislerin önünde ciddi bir sorun oluşturan 3458 sayılı yasa mutlaka değiştirilmelidir.

Sonuç Olarak

Afetlere karşı dirençli kentler yaratılacağını savunan liyakat sahibi çevreler ile her şeyi arazi ve inşaat rantı eksenine bağlayıp konuya sadece “ticari bir anlayışla yaklaşanlar” arasında ciddi bir çatışma vardır. Bu çatışmayı şimdilik rantçılar kazanmıştır. Ne yazık ki ülke topraklarını inşaat sektörünün bir arazisi olarak görenler sisteme hâkim olmuşlardır.

İstanbul başta olmak üzere ülkemizin herhangi bir yerinde yıkıcı bir depremin olma olasılığı yüksektir. Ortaya çıkacak olan can ve mal kayıplarının sorumluluğu; bilimi, bilgiyi ve mühendisliği önemseyenlerin değil rantçıların sırtındadır.

Can ve mal güvenliğinin sağlanması için depreme dayanıklı yapı üretmekten başka bir yol yoktur. Bu gerçekten hareketle geleceğimizi kadere ve rantçılara bağlamanın çıkar yol olmadığı acı da olsa anlaşılmıştır. Bilime, bilgiye, mühendisliğe, akla ve insana önem veren uygulamalar sorunun değil çözümün yoludur.

17 Ağustos yıkımının 21. yıldönümünde iktidar sorumluluğunu taşıyanları bir kez daha uyarıyoruz. Yapı stokunu depreme dayanıklı hale getirecek önlemleri zaman kaybetmeden alın...

*TMMOB İnşaat Mühendisleri
Odası Başkanı