Sosyal demokratlar yeni bir başlangıç yapabilir mi?
Avrupa'da sosyal demokrasi, neoliberalizmin enstrümanı olmayı kabul ettiğinden beri eriyor. SPD aslına dönebilirse kazanacağı çok şey var, aksi halde yitireceklerinin hesabını tutmakta zorlanabilir
Özgür Çoban/Almanya
Türkiye’deki sosyal demokratlar iç krizler etrafında horoz dövüşüne devam ederken, Almanyalı sosyal demokratların partisi SPD için de durum pek iç acıcı görünmüyor. Avrupa Parlamentosu seçimlerinde yaşanan başarısızlığın ardından Genel Başkan Andrea Nahles’in istifasıyla birlikte başlayan çalkantılı süreçte, partinin oy oranı durdurulamaz bir şekilde erimeye devam ediyor, koalisyon tartışmaları sona ermiyor, sular durulmuyor. Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD), Aralık ayında işte böylesine kaotik bir tablo eşliğinde kritik önemde olan büyük kongreye gidiyor.
Kongre öncesinde parti üyeleri on-line olarak katıldıkları oylamada, partiyi 2021 seçimlerine taşıyacak eş başkanları belirlediler. Üyeler, eski Nordhein-Westfalen Finans Bakanı Norbert Walter-Borjans ile Milletvekili Saskia Esken’i eş başkan olarak yeni dönemde partinin başında görmek istediklerini belirtti. Esken ve Borjans ikilisi geçerli oyların yüzde 53.6’sını, Almanya Finans Bakanı Olaf Scholz ve Politik Bilimci Klara Geywitz’den oluşan diğer ekip ise 45.33’ünü aldı. Bir kez de 6-8 Aralık günlerinde Berlin’de düzenlenecek büyük kongrede onaya sunulacak olan Esken ve Borjans ikilisi gelecek dönemde büyük bir ihtimalle partinin liderlik koltuğunda oturacaklar. Yeni yönetimi bekleyen en zorlu karar koalisyona ilişkin olacak. Üyelerin önemli bir bölümünün partinin koalisyondan ayrılarak muhalefete geçmesini istediği biliniyor. Hükümetin dağıtılmasını isteyen bu üyeler, koalisyonlar süresinde yapılan tüm olumlu işlerin büyük ortak Hristiyan Birlik’in hanesine yazıldığını, SPD’nin payına ise yıpranarak küçülme düştüğünü öne sürüyor.
Bununla birlikte, Almanya’da şu anda koalisyondan ötürü CDU/CSU ile –gönülsüzce de olsa- iktidarı paylaşan sosyal demokratların, esasında gerçek bir siyasi merkez olduğunu söylemek bile oldukça zor şu aralar. Revizyonist bakış açısıyla kapitalist sistem içerisinde sermaye ve emek güçlerinin bir arada, barış içerisinde yaşayabileceğini savlayan ya da hayal eden sosyal demokrat ütopya darmadağın oluyor.
Sermaye yanlısı reformlar
Almanya’da gerileme süreci nasıl başladı peki? Gerhard Schröder gibi kapitalizm sempatizanı sosyal demokrat yöneticiler sayesinde para ağaları etki alanlarını genişletirken, emekçiler alın terlerini bile savunamaz duruma getirildiler. Schröder başbakanlığındaki SPD-Yeşiller koalisyonunun “Gündem 2010” adı altında sosyal alanda ve iş piyasasında yaptığı sermaye yanlısı reformlar, emekçilerin ve tabii olarak örgütlü oldukları sendikaların SPD’den uzaklaşmasında neden oldu. Sosyal demokratlar bu şekilde tarihsel fonksiyonları olan emekçiler lehine alan kazanma potansiyellerini büyük ölçüde yitirmiş oldular. Hedef kitlesi olan emekçileri kaybeden sosyal demokratlar, bugün salt fiziki varlıklarından yol alan bir anlamsızlığın içerisinde savruluyorlar. Neoliberal politikalar eşliğinde emekçilere ekstra pazarlık gücü sunan koruma mekanizmaları yok edilirken başlarını önlerine eğen Alman sosyal demokratların elinde, şu aralar kent merkezlerinde düzenledikleri çalgılı çengili, yemekli kermeslerden başka bir şey kalmadı.
1959 yılında uygulamaya konulan “Godesberg Programı” ile “işçi partisi” kimliğini bir kenara bırakarak “halk partisi” hüviyetine bürünen SPD’nin şu anki üye sayısı 450 bin civarında. Üye profiline detaylı bir şekilde baktığımızda geçmişte “işçi sınıfının devrimci partisi” olarak bilinen SPD’deki emekçi üye oranının ise sadece yüzde 8 civarında olduğunu görüyoruz.
Yeni bir seçimin ardından Alman sosyal demokratlar bırakın iktidarı “muhalefet” olarak bir alternatif haline gelebilirler mi? Şu aşamada hayır. Durum öyle bir hâl aldık ki partisini neredeyse merkez siyasetin ilerici kanadına doğru konumlandıran muhafazakâr CDU’nun Lideri Angela Merkel, emekçilerin dişe dokunur bir kısmının desteğini almayı başardı. Tıpkı İsveç’te muhafazakâr partinin kendisini “yeni işçi partisi” sloganıyla lanse etmesi gibi. Merkel’in bu açılımıyla gövdesini merkez siyasete bağlayan dengeyi kaybeden SPD büyük bir hızla gerilemeye başladı. Başbakan Merkel’in siyasetin ilerici kanadına doğru yaptığı bu hamle aynı zamanda bana göre merkez sol ve merkez sağ arasındaki ayrımın giderek flulaştığını göstermesi açısından da oldukça önemliydi.
Aralık kongresi değişim fırsatı olabilir
Güçlü muhafazakâr Hristiyan Birlik (CDU/CSU) ile koalisyonda geçirdiği uzun yıllar SPD’den elbette çok şeyler götürdü. Artık Rosa Lüxemburg ve Karl Liebknecht’in önderlik ettiği geçmişin devrimci partisinin yerinde yeller esiyor. Koalisyonların daimi küçük ortağı pozisyonunda olan SPD’de yöneticilerin zaman içerisinde reel gündemle ve seçmenleriyle bağlarını koparan etkisiz memurlara dönüştüğünü de görüyoruz. Merkez soldan merkez sağa doğru evrilme potansiyelinin harekete geçtiği bu periyotta SPD’nin sol sosyalist fikirlerden kopuşu, Sol Parti (Die Linke) ve Yeşiller gibi yeni ve güçlü siyasi oluşumların öne çıkmasına neden oldu.
Aralık kongresi, 150 yıllık parti tarihinde belki de bir dönüm noktası olacak. Bu kongre, SPD’nin tabiri caizse uyuşmuş kadrolarını yenilemek ve “öze dönüş” çalışmalarını başlatacak yönetimi işbaşına getirmek için önemli bir fırsat sunuyor. Kongre, yeni bir program aracılığıyla fabrika ayarlarına dönme yani radikalleşme imkânını da bünyesinde barındırıyor. Parti programında netlik önemli. Örneğin, Yeşiller nasıl iklim meselesine yükleniyorsa sosyal demokratlar da bu baskıyı oldukça birikimli oldukları ekonomik ve sosyal alanlarda kurabilirler.
Bununla birlikte, 27 Kasım tarihli genel seçimlere yönelik son anket bize oy oranları açısından Hristiyan Birlik’in yüzde 27, Yeşiller’in yüzde 21, SPD’nin 14.5, neofaşist parti AfD’nin 13.3, Sol Parti’nin yüzde 9.2, liberallerin de 8.8 civarında olduğunu gösteriyor. Bu bağlamda, “tabanını aşırı sağa ve muhafazakârlara kaptıran merkez sol, seçime bu kadar az zaman kala kendisini nasıl toparlayacak” sorusu giderek daha fazla önem kazanıyor.
Sonuç olarak, Avrupa’da sosyal demokrasi, neoliberalizmin enstrümanı haline gelmeyi kabul ettiğinden bu yana günden güne eriyor, yok oluyor, anlamını yitiriyor. Ekonomik ve sosyal koşulların iyileştirilmesi ve sosyal güvenlik sistemini güçlendirme vaatleri ile iktidara gelip, sonrasında neoliberal salgına teslim olmaları ve vadettiklerinin tam tersi yapısal reformları dayatmaları emekçi kadroları partiden kopardı. Bu nedenle zaten kaybedecekleri fazla bir şey yok ancak antifaşist cephenin önemli bileşenlerinden olan SPD aslına dönebilirse kazanacağı çok şey var aksi halde yitireceklerinin hesabını tutmakta zorlanabilirler.
Yazımızın başlığına yani, “Sosyal demokratlar yeni bir başlangıç yapabilir mi” sorusuna dönersek, evet yapabilirler. Değişim dinamiğini harekete geçirecek güç partinin kuruluşundan gelen devrimci genlerinde mevcut.