Sosyal devlet olmanın gereği

KONUK YAZAR
Av. Mustafa KARADAĞ, Eski Yargıçlar Sendikası Başkanı

Bir maden işçileri katliamı daha yapıldı, 41 can gitti, ama katledilen hiçbir maden işçisinin acısı unutulmadı. Kozlu’da, Ermenek’te, Soma’da ve daha nicelerinde olduğu gibi.

İktidar temsilcileri hemen Amasra’ya gittiler, 41 canın, cansız bedenlerine 24 saatten az bir sürede ulaşılması ile övündüler. Sözde şehit payeleri vererek, mezarları başında Kur’an okuyup, bilindik vaatlerde bulunarak, Orhan Veli’nin dediği gibi “neler yaptık şu vatan için, kimimiz öldük kimimiz nutuk söyledik” kabilinden, görevlerini yapmanın “huzuru” ile suç mahallinden ayrıldılar.

Buraya kadar, olayın sosyal ve moral tarafı, elbet bu duyarsızlıkların, umursamazlıkların, tedbirsizliklerin bir siyasi sorumluluğu da olacak, fakat hem yaşamlarını kaybeden maden işçilerinin hem de yakınlarının, ceza soruşturmaları dahil olmak üzere hukukunun korunması gerekiyor.

Adalet Bakanı, ceza soruşturmasının yapılması için altı savcı görevlendirildiğini açıkladı. Bu iyi haber, fakat esasen artık bir suç mahalli olan madenin işletilmesinden sorumlu kişiler halen işlerinin başında. Her an işletmedeki kayıtlara, madenin içindeki yapılara, ölçüm aletleri ve benzeri delillere ulaşma, onları değiştirme ya da yok etme olanağına sahipler. Ceza hukukunda tutuklama sebeplerinden biri olan ve sıkça başvurulan delilleri karartma olanağı kendilerine tanınmış durumda. Soruşturma ile görevlendirilen altı savcının hiç birisi bu durumu görmüş ya da akıl etmiş değil. Bu bir çeşit “tavşana kaç, tazıya tut” operasyonu. Netice itibariyle bilirkişiler, eldeki Sayıştay raporunu da gözeterek, suç mahalli olan madendeki kayıtlar ve fiili bulgulara göre bir durum belirlemesi yapacaklar. Bu bağlamda bilirkişilerin seçimi dahi önem taşımaktadır. Bir diğer önemli konu ise soruşturmanın, maktullerin yakınları ve avukatları ile sendikaların, TMMOB’un temsilcilerinin erişimlerinin sağlanacağı bir şeffaflıkta yapılması. Gizlilik getirip soruşturmanın kamuoyundan kaçırılması olasılığı ise bir başka önemli sorun olarak duruyor karşımızda. Endişelerimizin sebebi ise şimdiye kadar bu tür soruşturmalardaki deneyimlerimiz.

Endişelerimizden birisi de Yargıtay aşamasında tağyir edilen Soma davası kararının bu soruşturma için emsal alınıp soruşturmanın da bu doğrultuda yürütülmesi. Zira sorumluların içinde Kozlu maden davası sanıkları bulunuyor. Önceki soruşturma ve kovuşturma deneyimlerinden yararlanmaları, mevcut soruşturmanın önündeki engellerden birisi.

Başka bir konu ise hukuken maktul durumundaki maden işçilerinin Türk bayrağına sarılması ve şehit olarak anılması. Elbette yaşamlarını kaybeden işçiler bayrağa sarılmayı fazlasıyla hak ediyor. Hatta yasada, cenazesi bayrağa sarılması gereken olarak düzenlenen birçok kişiden daha fazla, fakat şehitlik bizim hukuk sistemimizde hukuki bir statü. Eğer, siyasal iktidar gerçekten söylemlerinde samimi ise Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun ile Şehitlik Yönetmeliğinde değişiklik yapılması, katledilen maden işçilerine şehitlik statüsünün tanınmasıyla ailelerine nakdi tazminat verilip aylık bağlanması ve Şehitliklere defnedilmesi gerekmektedir. Bunların hiçbirisi yapılmadan, maden ocaklarına gidilip “kader planına inanırız, bunlar her zaman olacaktır” deyip, başsağlığı ve sabır dileyip, sadece gönül alma anlamında ve fakat gerçekliği olmayan şehit olarak anmak, gerçek sorumluların saptanmasına dair yapılan soruşturmanın manipülasyonundan başka bir şey değildir.

Yapılması gereken soruşturma için sadece çok savcı görevlendirmek değildir. İktidar, Çorlu tren kazasındaki cezasızlık sonucu doğuran tutumundan kaçınmalıdır. Etkin soruşturma için, olağan şüpheli konumundaki madenin işletilmesinden ve denetiminden sorumlu görevlilerin suç mahallinden uzaklaştırılması, soğutma çalışmalarından başka bir işlem yaptırılmaması, bir an önce bağımsız kurum kuruşlardan bilirkişi istenerek incelemelerin yapılması, ihmallerin, görmezden gelmelerin, iş güvenliği bakımından eksikliklerin saptanması, bir an önce kamu davasının açılmasıdır.

Yaşamını yitiren 41 can ile yaralıların ailelerinin geçimlerinin güvence altına alınması sosyal devlet olmanın bir gereğidir.