Sosyal Politika Uzmanı Kıdak, işçi eylemlerini değerlendirdi: Sepette direniş var
"Hiç kimse eylemlerin yayılacağını öngörmemişti. Ekonomik kriz hane içinde derinleştiğinde toplumsal tabakaları kontrol altında tutmak mümkün değil."
Havva GÜMÜŞKAYA
Trendyol kuryelerinin başlattığı eylemler hızlı şekilde yurdun birçok yerine yayıldı. Sendikasız ve güvencesiz olan kuryeler kısa sürede kitlesel eylemlere imza attı. Trendyol’da 3 günlük iş bırakma eylemi ardından kazanım sağlandı. Hepsiburada, Yemek Sepeti, Scotty gibi firmalarda ise süreç devam ediyor.
Peki kuryelerin kısa sürede örgütlenerek kararlı eylemler imza atmasının ardında ne var? Kuryelerin çalışma modeli nasıl? Sorularımızı Sosyal Politika Uzmanı Erkan Kıdak’a yönelttik.
Kurye eylemleri bir anda başladı ve çok hızlı bir şekilde yayıldı. Neden bu dönemde ve bu kadar hızlı yayıldı?
Türkiye’de işçi sınıfını ayağa kaldıran en önemli faktör, onları ekonomik ve sosyal açıdan rahatsız eden koşullardır. Bunun nedeni, işçilerin geçimini sağlamak için emek gücünü satmaktan başka çaresinin bulunmamasıdır. Ne siyasi ne de toplumsal başka hiçbir kriz, ekonomik krizler kadar derin sonuçlar doğurmuyor. Örneğin Türkiye’de işçi eylemlerinin en yoğun yaşandığı dönem, 1989 yılının bahar aylarıyla birlikte ortaya çıkmıştır. Zira yüksek enflasyon oranları karşısında paranın satın alma gücü azalmış ve reel ücretlerde yüzde 140 oranında düşüş yaşanmıştır. Bu ekonomik tablo karşısında da kamu sektöründe çalışan işçiler ayağa kalkmış ve 1990’lı yıllarda da bu rüzgar devam etmiştir.
Benzeri şekilde bugün de paranın satın alma gücü her geçen gün düşüyor. Ücretlilerin yaşam maliyetleri artıyor. En temel gereksinimleri karşılamaktan bile yoksun kalan emekçiler, kendilerine dayatılan ağır koşullar karşısında ayaklanabiliyor. Kuryelerin başlatmış olduğu eylemler de bunun en net örneği. Kendilerine düşük oranda zam dayatan şirketlere karşı kuryeler birçok şirkette ayaklanış durumda. Bir şirkette başlayan eylemler bugün gerek kargo taşımacılığındaki gerekse e-ticaret sektöründeki şirketlere yayılıyor. Hatta diğer işkollarında da işçi eylemlerinde artış yaşanıyor. Bu dalganın öncüsü olan kuryeler, toplumsal özne rolüyle tarih sahnesinde önemli bir yer edinecekler diye tahmin ediyorum.
Sosyal Politika Uzmanı Erkan Kıdak
Kuryelerin büyük bir bölümü esnaf kurye yani ‘Kendi işinin patronu’. Peki gerçekten kendi işinin patronu mu oluyor?
Hem kargo dağıtım şirketleri hem de e-ticaret şirketleri, kendilerine bağlı çalışan kuryeleri işçilikten ayırarak esnaf kurye hâline getirmeye çalışıyor. Diğer taraftan açtıkları iş ilanlarında da “aracını al gel”, “kendi işinin patronu ol” gibi sloganları kullanıyor. Bu kuryeler hukuki düzenlemelerin etrafından dolanılarak kendi nam ve hesabına çalışan gibi gösteriliyor. Oysa onların tamamıyla bu şirketlere bağımlı olduklarını görüyoruz. Kendilerine şirket tarafından tek taraflı olarak düşük zam oranlarının dayatılması, çalışma kuralları açısından şirketlerin prosedürlerinin bağlayıcı olması gibi birçok durum bu bağımlılık ilişkisini açık bir biçimde gösteriyor.
Öte yandan patronluk sözcüğü içi boşaltılarak kullanılıyor. Kelime anlamı olarak “peder/baba” sözcüğüne dayanan patronluk, denetim ve otorite kabiliyetiyle ilişkili bir kavram. Oysa esnaf kurye olarak tabir edilen çalışanlar, iş ve üretim araçları üzerinde hiçbir denetim yetkisine sahip değil, tamamıyla şirketin otoritesi altında çalışıyor. Dolayısıyla “kendi işinin patronu ol” söylemi de havada kalıyor. KenLoach bu olguyu “Sorrywemissedyou/Üzgünüz, size ulaşamadık” isimli filminde büyük bir ustalıkla anlatıyor.
Bu çalışma tarzı gig ekonomisinin bir parçası olarak gösteriliyor. Öncelikle gig ekonomisi nedir, işveren ve işçi ilişkilerinin çerçevesi nasıl çiziliyor?
Teknolojik ve ekonomik gelişmeler, toplumsal ilişkileri de önemli ölçüde şekillendiriyor. 1970’li yıllardan itibaren yaşanan teknolojik dönüşüm ve küreselleşme sürecinde ortaya çıkan Postfordist üretim biçimi, bu önermeyi net bir şekilde destekliyor. Benzeri şekilde günümüzde yaşanan dijitalleşme, farklı tür ekonomi modelleri ve çalışma biçimlerini hayatımıza getirdi. Dijital platformlara dayalı olan “gig ekonomi” kavramına sıklıkla rastlıyoruz. Diğer ifadeyle platform ekonomi olarak da adlandırılan bu model, çalışma ilişkilerinde de platform tabanlı çalışma şeklinde karşılık buluyor. Türkiye’de temizlik hizmetlerinde, tamir işlerinde, grafik tasarım ve yazılım gibi sektörlerde faaliyet gösteren dijital platformlar var. Bu platformların çatısı altında tüketici ile müşteri bir araya geliyor. Geleneksel iş ilişkilerinin dışında çalışma ilişkileri söz konusu oluyor. İşçi-işveren ilişkisinin olmadığı bu modelde, çalışanlar kendi nam ve hesabına çalışan olarak gözüküyor.
Esnaf kurye biçiminde istihdam da gig ekonominin bir parçası olarak gösteriliyor. Ancak tüm esnaf kuryeleri gig ekonomi kapsamında ele alamayız. Zira bu kuryelerin tamamı platforma bağlı olarak faaliyet göstermiyor. Götürü bedel karşılığında kargo şirketlerine hizme sunan kuryeler de var örneğin. Fakat yine de esnaf kuryelerin büyük kısmını oluşturan platform tabanlı çalışanların gig ekonomi kapsamında ele alınması gerektiğini düşünüyorum. Bu çerçevede, gerek kuryelerin gerekse diğer alanlarda çalışanların sosyal koruma kapsamına alınması için gerekli düzenlemelerin ve hukuki statülerin oluşturulması gerektiğini düşünüyorum.
Yaptığınız çalışmada esnaf kuryeliği aldatmaca olarak tanımlıyorsunuz. İşverenler neden son dönemde esnaf kuryeliği tercih ediyor?
Kuryenin başında yer alan “esnaf” sözcüğünü aldatmaca olarak görüyorum. Kuryeler, üretim araçları mülkiyetine sahip değil ve bu nedenle de emek gücünü satarak geçimini sağlamak zorunda. İlk bakışta dağıtım yapılan taşıt, üretim aracıymış gibi gösterilebilir. Ancak bu yaklaşıma katılmıyorum. Zira bu sektörde esas üretim aracı platformun kendisi. Üretimi sağlayan en önemli kaynak platform.
Bu çalışma modeliyle şirketler, iş mevzuatını hileli bir şekilde ortadan kaldırıyor. İş mevzuatının işçi çalıştırmaya bağlı olarak kendilerine yüklediği yükümlülükleri üzerinden atmak için bu metodu kullanıyorlar. En önemlisi sosyal güvenlik primleri konusunda karşımıza çıkıyor. Anayasamızda herkes sosyal güvenlik hakkına sahip, ancak kuryeler geriye dönük prim borçları nedeniyle sağlık hakkına dahi erişim sağlayamıyor. Şirkete bağlı olarak çalışsalar, prim borcuna bakılmaksızın sosyal güvenliğin tüm edimlerinden yararlanabilecekler. Ancak şirketlerin kâr hırsı, onların bu hakkını elinden alıyor. Vergi, araç giderleri, yakıt giderleri ve benzeri giderler de şirketlerin kurtulduğu diğer gider kalemleri. Bu model sayesinde şirketler sermaye birikim hızında önemli bir ivme kazanıyor.
Bu modelde emeğin örgütlenmesi nasıl oluyor?
Esnaf kurye modeliyle istihdamda kuryelerin elinden alınan diğer bir hak da örgütlenme hak ve özgürlüğü. Türkiye’de sendikalaşabilmenin ön koşulu, işçi statüsünde istihdam edilmek. Oysa esnaf kuryeler hileli bir şekilde işçi statüsünün dışında tutulduğu için sendikaya üye olamıyorlar. Bu da diğer sorunların zincirleme olarak yaşanması sonucunu doğuruyor. Sendikal örgütlenmenin mümkün olmadığı koşullarda kuryeler kendilerine dayatılan koşulları kabul etmek durumunda kalıyor. Sendika üyesi olarak hakkını arayamayan kuryelerin tek örgütlenme yolu da fiili ve meşru mücadele yöntemlerinden geçiyor. Bugün yaşanan süreç de buraya doğru evriliyor.
Trendyol işçileri zam taleplerinin karşılandığı görülüyor. Bu zam taleplerinin karşılanması esnaf kuryelerin sorunlarını çözer mi?
Eylemleri başlatan kuryeler ekonomik açıdan kazanımlar elde edebiliyor. Ancak bu kazanımlar, kesinlikle mutlak başarıyı göstermiyor. Zira esas sorun, kuryelere yapılacak zam oranının artmasıyla çözülmüyor. Bu sektördeki gerçek sorun, çalışma modelinin ta kendisi!
Trendyol kuryelerinin elde ettiği yüzde 38’lik zam oranı kısa vadede önemlidir. Ancak daha önemli olan kazanım mücadele deneyimidir. Mücadele deneyimi sayesinde hem kuryeler hem de diğer gruplar hak arama ve kazanmanın yolunu görmüş oluyor. Aksi takdirde kısa vadeli çıkarlar sadece günü kurtarmaya yarar. Nitekim elde edilmiş olan yüzde 38 zam oranı, daha gelirlere yansımadan erimiş durumda. Bildiğiniz gibi yüksek enflasyon ortamındayız ve paranın satın alma gücü her geçen gün daha da düşüyor. Kuryelerin hepimize vermiş olduğu ders oldukça açık: daha iyi koşullar için mücadele şart!
Dalga dalga yayılan bu direnişler ne kadar daha sürer veya boyut değiştirir mi?
İşçi eylemlerine ilişkin kehanette bulunmak doğru olmaz. Zira hiç kimse 2022 yılının Ocak ayından itibaren kurye eylemlerinin dalga dalga yayılacağını öngörmemişti. Ancak şu bir gerçek ki var olan ekonomik kriz, hane içinde derinleştiği zaman toplumsal tabakaları kontrol altında tutmak mümkün değil. Türkiye’de varlığını sürdürmeye devam eden kriz koşullarında da bunun etkisini uzun süre göreceğimizi düşünüyorum. Kısacası, 2022 yılı işçi eylemleri açısından hareketli geçecek gibi duruyor. Kuryelerle başlayan süreç yazılım ve telekomünikasyon gibi sektörlere yayılıyor, bunun daha farklı işkollarına da yayılacağını söylemek mümkün.