İkinci Enternasyonal’de sosyalistler savaşa karşı 3’e bölündü. ‘Sosyalizm ve Savaş’ risalesi bu azınlık içindeki müstakbel komünistlerin savaş ve barış konusuna yaklaşımlarının ilk ifadesiydi

‘Sosyalizm ve Savaş’ ve Barış

FERİT BURAK AYDAR

Bir Marksistin barış kelimesini ağzına alması ilk bakışta oksimoron (terimlerde çelişki) düşüncesini uyandırabilir. Marx şiirsel bir şaheser olarak görülebilecek Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i adlı bir siyasi tarihçe eserinin hemen başında şöyle bir cümle sarf eder: “İnsanlar … tam kendilerinde ve maddi dünyada devrim yapıyor, o zamana kadar hiç var olmamış bir şey yaratıyor göründüklerinde, tam da bu tür devrimci kriz anlarında alelacele geçmişin ruhlarını imdada çağırırlar ve onların adlarını, savaş çığlıklarını ve kıyafetlerini ödünç alarak dünya tarihinin yeni sahnesini nesillerdir saygı duyulan bu tebdili kıyafetle ve bu ödünç dille takdim ederler. Mesela Luther havari Pavlus’un maskesini takmıştır, 1789’dan 1814’e Fransız Devrimi kâh Roma Cumhuriyeti’nin kâh Roma İmparatorluğu’nun kıyafetleriyle donanmıştır. … Yeni bir dil öğrenmeye başlamış biri o dili kendi anadiline çevirip durur, ama ancak kendi anadilini anımsamadan bu yeni dili kullanmayı başardığı, hattâ kendi dilini tümden unutabildiği zaman o yeni dilin ruhunu özümseyebilir.”

Marksistler barış dediğinde de ilk bakışta böyle bir “geçmişe sarılma”, yanlış dil kullanımı var gözüküyor; zira yaşadığımız toplumu, kapitalist düzeni ortadan kaldırmak için yola çıkmış olan Marksistler silahlarını kadim Romalılardan almış gibidir: Romalıların “Barış istiyorsan savaşa hazır ol” düsturunun varisi Marksistlerdir. Türk burjuvazisi de bize savaştan bol bir şey vermedi, o halde Rosa Luxemburg gibi çağrınızı aldık dememiz gerekmiyor mu? Bu açıdan, barış söylemimiz ikiyüzlü değil mi?

Bu soruya yanıt bulmak için eskilerden bir kitabın sayfalarını karıştırmak yararlı olabilir: 1915’te, Birinci Dünya Savaşı’nın tam ortasında Lenin (ve yakın mesai arkadaşı-yoldaşı Zinovyev) tarafından kaleme alınmış olan Sosyalizm ve Savaş. Tarihteki bu ilk büyük paylaşım savaşı halkları birbirine kırdırmakla kalmamış, sosyalistleri de birbirine düşürmüştü. O dönem neredeyse tamamı tek bir çatı altında, Sosyalist (İkinci) Enternasyonal partisinin bünyesinde toplanmış olan farklı ülkelerin sosyalistleri savaşa karşı tutumları sebebiyle temelde üç parçaya bölünmüştü ve Lenin’in de dâhil olduğu küçük bir azınlık savaşın en yılmaz karşıtıydı. İşte Sosyalizm ve Savaş risalesi bu azınlık içindeki bir grup olan müstakbel komünistlerin savaş ve barış konusuna yaklaşımlarının ilk derli toplu ifadesiydi.

Lenin’in kalkış noktası savaş ile barışın aslında o kadar da birbirini dışlamadığıdır. On dokuzuncu yüzyılın askerî dehası Carl von Clausewitz, “savaş siyasetin başka araçlarla sürdürülmesidir” der; Lenin bu görüşe tamamen katılır. Savaşlar birilerinin art niyetinden doğmaz; belli sınıf çıkarlarını ifade eden belli politikalar güzellikle, diplomasi vb yoluyla halledilemediği için başka yollara (“silaha”) başvurulur. Diğer yandan, barışın barışçıl olduğu da tartışmalıdır. Kapitalizmde barışçıl denen dönemlerde ezilenler ile ezenler arasında kıyasıya bir mücadele (savaş) devam eder, barışçıl dönemler de neredeyse savaş dönemleri kadar cana mal olur. Marksistler ise buna sınıf savaşının faturası dedikleri için burjuva ideologlarının gözünde sinik olur!

Gündelik hayatta savaş dediğimiz şey bu silahlı barış dönemindeki örtünün kaldırılması ve tamamen hunhar bir şekle bürünmesidir. Bu yüzden Lenin yukarıdaki sorunun cevabını şöyle verir: “Biz savaşların ülke içindeki sınıf mücadelesiyle kaçınılmaz bağa sahip olduğunu görüyoruz; sınıflar kaldırılıp sosyalizm kurulmadığı müddetçe savaşın yok edilemeyeceğini biliyoruz. Keza biz iç savaşları, yani ezilen sınıfın ezen sınıfa karşı, kölelerin köle sahiplerine, serflerin toprak beylerine ve ücretli işçilerin burjuvaziye karşı yürüttükleri savaşları meşru, ilerici ve zorunlu görmemiz bakımından da onlardan ayrılıyoruz. Biz Marksistler her savaşı tarihsel olarak ayrı ayrı değerlendirmek gerektiğini düşünmemiz bakımındansa hem pasifistlerden hem de anarşistlerden ayrılıyoruz.”

Dolayısıyla Marksistler ne soyut bir şekilde savaş karşıtı ne de toptancı bir şekilde barış yanlısıdır; zira bu noktada da Clausewitz söylediklerinde haklıdır: “Fethedenler her zaman barış meftunudur, zira savaş savunmadakilerin saldırganlarına yönelttikleri direnişten doğar.” Kapitalizmde zulmün çeşitli şekillerine direniş eli kolu bağlı oturup durmaktan çok daha barışçıl bir tavırdır. Türkiye’deki mevcut savaş da (dolaylı olarak) haklı bir direnişin sonucu. “Biz” nasıl Gezi’de ceberut devlete karşı ayağa kalkıp haklarımız için elimizde ne varsa cümbür cemaat direndiysek, Kürt halkı da çok daha uzun zamandır aynısını yapıyor ve tam da Clausewitz’in dediği gibi, kendini barış meftunu olarak pazarlayan fethedenler tarafından yerden yere vuruluyor. Dolayısıyla bu denklemde direniş meşru ve doğru, savaş ise kirlidir ve tam da bu yüzden barış talebi şarttır, ama onurlu bir barış.
Lenin’e göre, onurlu bir barış ancak neyin ne olduğunu hiç evirip çevirmeden ortaya koymakla mümkündür. Söz konusu savaşın (“direnişin”) nasıl çıktığını, kimin çıkarlarına hizmet edip kimin çıkarlarına taş koyduğunu, daha özele inersek örneğin hangi seçim sonuçlarını hazmedememenin bir ürünü olduğunu vb sarih bir şekilde açıklamak, geniş kesimlere anlatmak gerekiyor. Dolayısıyla Lenin barışı mücadeleye bağlar.

Şu an 1917 Rusya Devrimi çalışan birisi olarak kişisel bir anekdot da ekleyebilirim, düşmanının hakkını teslim etmek babında: Lenin’in yaşadığı dönemde savaşı yürütenlerle bugün yürütenler sınıf kardeşidir, sömürgenlikleri dışında başka birçok özellikleri de benziyordu; ama Çar’ı öldür hakkını yeme! Lenin’in sınıf düşmanı Çar Nikolay inandığı dava uğruna (o artık her neyse) sarayına kapanmak yerine silahı kuşanıp cepheye gitmişti, hem de “gitme” demelerine rağmen. Bizimkilereyse “git” desen de gitmiyorlar! Bizim canımıza kast edenlerin canı öyle tatlı ki, kardeşlerimizi, yoksul işçi çocuklarını cepheye sürerken kendileri birer bordo klavyeli olarak bedelliden medet umuyorlar. Düşmanlık da savaş da olmasın da, illa olacaksa da, düşmanın da mert olanı, savaşın da haysiyetli olanı…