Sosyolog Yavuz Çobanoğlu: ‘Dindarlık ahlâki olana değil ekonomik olana yöneliyor’

Mehmet Emin Kurnaz

Günümüzde inşa edilen yeni rejimin sancı ve tartışmaları devam ederken, siyasal İslamcı hegemonya, ‘Yeni Türkiye’nin ideolojik arka planını belirleyen başat unsurlardan biri olarak varlığını sürdürüyor. İslamcı politik hattın hegemonya inşasını akademisyen Yavuz Çobanoğlu ile yeni kitabı “Yeni Türkiye ve Post-İslamcılık” üzerinden konuştuk

► Yeni Türkiye ve bu Türkiye’deki İslâmî anlayış için “Post–İslamcılık” tabirini kullanıyorsunuz, bunun geleneksel İslamcılıktan ayrılan ana izlekleri neler?
Geleneksel İslâmcılık ya da daha anlamlı tabirle klasik İslâmcılık, uzun yıllar kendi dar ve türlü kısıtlılıklarla dolu çevresinde yaşamak zorunda kalan bir düşünce şekliydi. O çevre dardı, çünkü İslâmcı düşüncenin doğrudan tesir edebileceği geniş kitlelerle arasındaki ideolojik mesafe uzaktı. İslâmcı ideolojiye ait fikirler (bilhassa büyük şehirlerde) mahalleden şehirlerin merkezlerine kolaylıkla inemiyordu. İnebildiği yerlerdeyse hükmü sınırlıydı. Dahası belli bir sosyal bilince sahip işçi ve orta sınıf memur kesimleri için İslâmcılık, geleceğe dair makbul ve inandırıcı vaatler de içermiyordu. Üst sınıflara göre ise dinî bayramlar tadında yaşanan bir şeydi. Tüm bu kesimler içerisindeki insanlar kendilerini “Müslümanım” diye ifade etseler bile, İslâm’ın kamusal alanda ve politikada “belirleyici” kriter olmasına şüpheyle bakıyorlardı. O vakitler evrensele dâhil olabilmek, Avrupai ya da “modern olmak” herkes için bir “zorunluluk” gibiydi.
Dahası sol ya da sosyalist değerlere sahip olanlar için İslâm değil ama İslâmcılık zaten hiçbir zemine sahip olmadığı gibi, aynı şekilde sağ veya milliyetçi partilere oy verenler de İslâmcılık düşüncesine karşı mesafeliydiler. Zira bu gruplar arasında da dikkate değer miktarda Batı tarzı bir modernleşme özlemi mevcuttu. Yine aynı sebeplerden dolayı bu dönemde İslâmcı düşüncenin aktif politikada sadece Demokrat Parti’nin bir kesimi ile Millî Nizam Partisi, Millî Selamet Partisi çizgisinde seyreden bir yerde toplanmaya ve kendi “doğal” sınırlarını aşıp kitleselleşmeye çalıştığını görüyoruz.

Siyasal İslamcılık ne söylediyse tersini yaptı
► Öyleyse İslâmcılığın kitleselleşmesinin önündeki engeller nasıl kalktı?

Bu durum aslında dünya ölçeğinde kültürün (ve dolayısıyla inancın) yeniden “değer” kazanmasıyla ve içeride de onu takip eden bir takım politik gelişmeler sonucunda gerçekleşti. Nitekim İslâmcı düşüncenin önündeki engeller, öncelikle, 12 Eylül darbecilerinin sosyal bilinç karşıtı politikalarıyla yavaş yavaş hafiflemeye başladı. Özal ile neoliberalizmle tanışıp, “başörtüsü protestoları”yla kitleselleştiler ve nihayetinde önce belediyeleri aldılar sonra da iktidara geldiler.

sosyolog-yavuz-cobanoglu-dindarlik-ahlaki-olana-degil-ekonomik-olana-yoneliyor-522918-1.Zaten ne olduysa bundan sonra oldu ve bu gelişme zamanın ruhuyla (teknoloji, hız, internet vb.) birleşerek yeni bir İslâmcılık anlayışı getirdi. Daha sonra bu anlayış, “post-İslâmcılık” şeklinde ifade edilmeye başlandı. Tabir bana ait değil.

Üstelik “bir İslâmcılık var, İslâmcılıktan içeri” gibi, dikkat çekici ve gizli bir “vaziyeti kurtarma” çabasına denk gelse de, günümüz mevcut durumuyla güzel eşleşiyor. Çünkü post-İslâmcılık, kendi geçmişindeki klasik İslâmcılık ne söylediyse, ne iddiada bulunduysa ya da ne vaat ettiyse onun tersini veya deforme edilmişini yapan, sunan ama tüm bunlara rağmen bir “gerçeklik” iddiası taşıyan bir düşünce şekli olarak bugün önümüzde duruyor. Fakat bu tespit bence, klasik İslâmcılığın vaktiyle “iyi”, “doğru”, “güzel vaatlere sahip” olduğu anlamına da gelmiyor. O başka bir tartışmanın konusu olabilir. Aksine bu, İslâmcılık anlayışındaki büyük dönüşümü işaretliyor ve klasik İslâmcılar arasında da bir nev-i “Protestanlaşma” şeklinde değerlendirilip, lanetleniyor.

Yine de bu iki kavramı birbirinden ayrı düşünmek de hatalı olacaktır. Biri, diğerinin zamanın şartlarına göre revize edilmiş yeni hâli; devamı gibi düşünülmeli. Zira bugünün değişen insan niteliği, asla klasik İslâmcılığa uygun düşen bir durumun adı değil. “Az” ile yetinmek; helâl kazanmaya çabalamak; nefs’i kontrol etmek; yalandan, gıybetten, lüks ve gösterişten uzak durmak; faiz ya da kul hakkı yememek; yapılan yardımları gizlemek; yirmi dört saat din ile yaşamak; boş zamanları ibadet ve çocuk eğitim vb.yle geçirmek günümüz müminlerine çok uzak davranışlar. Bugünün Müslümanları, bu hızlı değişim çağında, klasik İslâmcılığın bin bir türlü kural, norm ve yasağına uyamayacakları için onu esnettiler, değiştirdiler ve tamamen simgeselliklere dönüştürdüler. Ortaya da her kaba ve şekle bürünebilen, aynı anda hem o hem de bu olabilen amorf bir dinî anlayış çıktı ve “ortak inanç” şeklinde yaygınlaştı. Buna da post-İslâmcılık deniyor. Burada “kurcalayıcı” bir “dış güç” aramak da beyhude, çünkü bu olgu zaten tarihsel bir gerçekliğe karşılık geliyor. Yani “kökü” içeride.

Ahlâk seviyesini düşürmek istiyorlar
► Bahsettiğiniz bu “büyük dönüşüm” nelere dayanıyor?
Kanımca bu dönüşümün iki temel faktörü var. Birincisi iktidar olmak, ikincisi de büyük ekonomik imkânları ele geçirmek. Zira ilki politik güç sağlarken, ikincisi yine ona bağlı olarak paraya yakınlaşmakla ilgili. Tabii muhalefetteyken gür bir sesle bir “ahlâk düzeni” savunmak kolaydır. Hâlbuki zor olan, iktidar olduğunda savunduğun idealleri eyleme dökebilmektir. Bugün gelinen noktada devleti ve özeliyle, her yerde liyakatsizliğin getirdiği korkunç bir çürümüşlük seçilebiliyor. Ülke topyekûn vasatlık ile ahlâkî buhran içerisinde ve bu durum, yine aynı İslâmcı politikalarla, hatta çare olarak sunulan “İslâm ahlâkı”yla falan çözülecek gibi de görünmüyor. Osmanlı çökerken de zamanın İslâmcıları sorunu “Şeriat’tan uzaklaşmada” görüyorlardı. Keza sorunların mümessili, sorunları çözemez. Ha “sorun çözme” gibi bir amaç var mıdır, o da şüpheli. Çünkü İslâmcılığın “mutlak güç” isteği ve iktidar sarhoşluğu, rejimi değiştirme hedefine doğru yönelirken yapılanlar bana daha çok, kitleyi “dindarlaştırarak” kolaylıkla yönetebilecek bir toplum yaratma isteğini çağrıştırıyor. İşte post-İslâmcılık düşüncesi de “yönetilme” talebiyle yaklaşılan bu toplumun, sosyal ahlâk seviyesini olabildiğince düşürmek, inancını “serbestçe” yaşadıkça “özgürleştiği”ni sanmak, evrensele dair birikimlerin içerisini oymak gibi işlevleri üstleniyor.

Nitekim bu düşünce sahipleri de bir taraftan dün ne söyledilerse bugün şiddetle reddeden, önceki dönemlerde ortalığı yıkacakları olaylarda şimdi sessiz kalan; en savunulmayacak durumları bile “aman suyun başından ayrılmayalım” korkusuyla aklamaya çalışanlardan oluşuyor.

Dolayısıyla bugünün İslâmcıları’nın hiçbiri, hüzünle özledikleri ve “onlar gibi” yaşamayı amaç edindikleri dedelerinin İslâm anlayışına sahip değiller. Olabilirler mi? Tabi ki hayır, fakat tüm bu olan biten, iddia edildiğinin aksine, hiç de “dinî” görünmüyor. Örneğin ibadet mekânlarının altına market açılırken, camiler apartman gölgelerine mahkûm edilirken hiç sesi çıkmayan bir dindarlık bu. Bugün dindarlığın meşrebi genişledi ama bu asla ahlâkî olana yönelik değil, ekonomik olana doğru oldu.

sosyolog-yavuz-cobanoglu-dindarlik-ahlaki-olana-degil-ekonomik-olana-yoneliyor-522919-1.

► Kitabın önsözünde sanırım Goffman’a atıfla; din, günümüzde bir kolektif simgeler yumağı ve bu simgelerin sergilendiği bir vitrin demişsiniz. Türkiye’de dinsel semboller nasıl bir gösteriye dönüştü?
Şöyle ki, bugün sadece dinsel değil, pek çok tavır, eylem, beyan, protesto, dinsel ritüeller vb. fazlasıyla simgeselleşti. Hatta artık bu simgeselliklerin rahatça sergileneceği “sosyal medya” gibi bir gösteri ortamına da sahibiz. Facebook’tan Alman mallarını boykota çağırmak, Twitter’dan İsrail’i protesto etmek, sahte dolarları yakıp, Iphone’ları kırarak çekilen videoları sisteme yüklemek oldukça kolay ve popüler. Yani burada kişileri motive eden şey, esasen bir tavır göstermek falan değil, görülmek, “beğeni” kazanmak, mümkünse sosyal medyada “viral” olmak.

Bu sebeple Goffman’ın vaktiyle “benliğin sunumu” dediği şey, artık çok daha doğrudan, simgesel, uçucu ve gösteriye yönelik. Tabi günümüzün post-İslâmcılığı da bu durumdan azade değil. Bunun için sadece her hafta #HayırlıCumalar hashtag’leri altında yazılıp sunulanlara bakmak bile yeterli gelebilir. Üstelik bu, inancın da bir gösteriye dönüştüğü anlamına geliyor. Örneğin bir kişi Hacca ya da Cuma’ya “gittiğini” bir video ya da iletiyle başkalarıyla neden paylaşır, onlara duyurur ki? Sosyal medya hesapları, kız çocuklarının örtünme ve “hatim indirme” partilerinin görüntüleriyle dolu. Ulvî bir an, arkadaşlarla toplanılıp, pasta ve kola eşliğinde kutlanan bir gösteriye dönüşmüş. Bir ara Facebook’ta “Allah” adıyla ayet, hadis vb. dinî paylaşımlar yapan bir profil vardı ve beş milyon takipçiye sahipti. Yani klasik İslâmcılık’ta rahatlıkla “günah” ya da “şirk” olabilecek bu durumlar, bugün İslâm’ın tanıtılması veya sevdirilmesinin bir aracına dönüşmüş bulunuyor.

► Bir ‘Altın Nesil’ yetiştirme iddiasıyla devlete palazlanan Gülen Cemaati’nin yarattığı tehlikeye şahit olduk. Bugün başka cemaatlerin palazlandığını görüyoruz. Cemaatler ‘Yeni Türkiye’ için ne ifade ediyor?
İslâm’ın örgütlenme biçimi tarikatlar ve cemaatlerdir. İslâm başka bir örgütlenme biçimi bilmez, üretememiştir. Çünkü bu şekildeki bir örgütlenmede kişilere arzu edilen şekilde eğitim verilebilir, onlar daha yakından ve daha sıkı kontrol edilebilir; kişilikleri ezilip bir takım kolektif değerlerin esareti altına alınabilirler. İslâmcılar buna, “biçimlendirme” diyorlar. Tabii gelecek kaygısının tüm kaygıların üzerinde olduğu bir ülkede bu yapıların iş, burs, yükselme, zenginleşme, yani istikbal yerlerine dönüşmesi de daha kolay oluyor. Bunlar neredeyse “personel genel müdürlüğü” gibi çalışıyor. Tarikat ve cemaatlerin makbul hâle gelmesine bir de bu açıdan bakmak gerek.

İslamcılık, anti-emperyalizm ve demokrasi barındırmaz
► AKP’nin başta askeri vesayeti demokrasi adına bitirmek gibi birtakım söylemlerinin liberal cenahta destek bulduğunu gördük. Bugün de bazı ulusalcı kesimler iktidarı, ABD karşıt gibi yorumlayıp destek veriyor. Siyasal İslamcılık, demokrasi ve anti-emperyalizm barındırabilir mi?
İslâmcılık, tanrısal bir rejimi dünyada hâkim kılmanın ideolojik ve kültürel yoludur. Bu sebeple, İslâmcılık düşüncesi bu amacını terk etmediği müddetçe (nasıl etsin ki?) demokrasiyle hiçbir yakınlığı olamaz. Demokratik yollar, İslâmcılar için “iktidara gelme” aracıdır. Bu yüzden İslâmcılık demokrasiyi, sadece İslâm’ı doyasıya yaşamak için “oy verme” iradesine indirger. Sadece “kendi inancına dair” özgürlük isteğinden başka bir talebi yoktur. Zaten bunun üzerine başka da bir anlam üretememiştir. Dolayısıyla oy oranını da biricik “meşruiyet şartı” sayar, ta ki oyları düşene kadar…
Dahası klasiği ile post’uyla İslâmcılık ideolojisi, anti-emperyalizm düşüncesi barındırmaz. Bu öncelikle sosyalist düşünceye ait bir kavramdır ve içeriğini de sol değerler doldurur. İslâmcılık’ta derin bir Batı bir ABD karşıtlığı mevcuttur ama bu karşıtlığın kökleri, esasen tarihsel olan ve Hıristiyanlık düşmanlığına dayanan bir şüphecilikten beslenir. Bu düşmanlık aslında “İslâm’ı tüm dünyaya hâkim kılma” şeklindeki bir kontra emperyalizmden hayat bulmaktadır. Nasıl ki öfkeli bir kölenin “en büyük” hayali “köle sahibi” olmaksa, İslâmcılığın Batı düşmanlığı da benliğindeki cihad fikrinde saklı emperyal duyguların sonucudur. Obama Başkan olduğunda, özellikle onun “Müslüman” olduğuna inanmış Arap Dünyası’ndaki heyecanı anımsayalım. Ciddi ciddi ABD’nin yakın gelecekte “İslâm’a döneceği” ve böylece “hükmetme sırasının” bizlere geçeceği düşünülüyordu.

En nihayetinde Batı, ABD, hatta İsrail karşıtlığı İslâmcılık için sadece içerideki ümmeti motive etmeye, çelikleştirmeye yarar. İslâm ülkeleri hiçbir alanda üretken olmadıklarından dolayı, olası efelenmelerin sınırı, ekonomik restleri görene kadardır.

Dinden sevgi de çıkar nefret de…
► İslâm ve İslâm ahlakı tartışmalarını ve buna karşı ‘gerçek İslâm bu değil’ şeklinde zuhur eden yorumları nasıl okumak gerekiyor?

Öncelikle burada safça ve romantik bir kabullenemeyiş var. Tün dünyada Müslümanlığın hali ile İslâm adına yapılan katliamları sadece bizler görmüyoruz, kendisini Müslüman olarak ifade edenler de bazı şeylerin farkında. Fakat onları zor bir tercih bekliyor. İşte moda deyimle “gerçek İslâm bu değil” cümlesi, bu tercih yapılırken bir soluk alma, bir ruhsal rahatlama imkânı sağlamakta. Esasen temellerini özcülük düşüncesinden alan bu anlayış, “ideal olan” ile gerçeklik arasındaki mesafenin açıldığı durumlarda ortaya çıkar ve hızla kitleselleşir. Özcü düşünceler, kişilerin dinsel inançlarıyla rahatsız edici gerçeklikler arasına rahatlatıcı dolgular yapar. Bu, bir yandan inancı diri tutup sağlamlaştırırken, diğer yandan da olası eleştirileri göğüsler. Zira gerçeğin böyle olmadığına dair algı, fazlasıyla konforlu ve huzur vericidir. Dolayısıyla İslâm ahlâkı üzerindeki tartışmalar da yine bu tespit üzerinden okunabilir.

Burada samimi biçimde “din adına” yapılanlara karşı olan, kabullenmeyen epeyce insan da var. Bunların sorunu örgütsüz olmaları, seslerinin cılız çıkması ve içerisinde bulundukları kitlenin düşmanlıklardan beslenmesine engel olamamaları. Dinî inançtan sevgi de çıkarabilirsiniz nefret de, bugün nefret bir adım önde, umarım gelecekte bu durum tersine döner.