Bazen anne-babalar kötü sözleri ya da sert muameleyi sonradan güzel sözler, yanaktan makas veya sıkı bir kucaklama ile telafi edebileceklerini düşünürler. Yayınlar pek öyle demiyor

Sözler mi tokatlar mı yoksa hiç birisi mi?

Bir mahkeme kararında tokatın çocukları terbiye aracı sayıldığını duyunca toplumun ne kadarı bu karara itiraz etmiştir ? Atasözlerimize kulak verirsek, mahkemenin atalarımızın izinde gittiğini görebiliriz. Her şeyin doğruluğuna oy çokluğuyla karar vermeye kalkarsak, varacağımız sonuç ortada. Ancak doğru ile iyinin her zaman çakışmadığını gösteren bu olaya itiraz edenlerimiz bile, ‘acaba çocuk ne yaptı ki?..’ diye sorabilir. Tokat atmanın, çocuğa şiddetin haklı bir sebebi olabileceği inancını içimizde derinlerde bir yerde taşıyor olmasak bunu sorar mıyız ? Diğer yandan, soruyu bir çocuk ya da bir başka güçsüz kişi onu esirgemekle korumakla yükümlü anne-babası ya da görevli kişi tarafından tokatlanmalı mı, diye sorsak, ‘yok canım, olur mu?’ diyenler de az olmayacaktır.

Bu soru-cevap zincirinin içinden ancak ilkelere dayanarak ve gerçekle yüzleşerek çıkabiliriz. Gerçeklerden başlayalım; birincisi, çocuklarımızın hayal ettiğimiz ve istediğimiz gibi ‘çıkmayabileceği’. ikinci gerçek ise, bu gerçeği fark ettiğimizdeki duygularımızın güçlülüğü. Çocuk beklediğimiz ya da dilediğimiz gibi çıkmaz ise, bu çelişkiyi bize hatırlatan her olayda içimizde doğacak kızgınlık ya da hayal kırıklığı kendini tokat ya da hakaret ile göstermeye yeltenebilir.

İşin ilginci çocuklarını döven ya da onlara hakaret eden anne-babaların birçoğu çocukluklarında benzer muamelelere uğramış, gururları incitilmiş ve belki de öyle olmamaya yemin etmiş kişilerdir. Çocuklarına zarar verdiklerini fark etmelerine rağmen kendilerini kontrol edememelerinin kökenini anne-babaların kendi gördükleri zararda aramalıyız.

Atasözleri kimi zaman bilgece cümlelerle hayatımıza ışık tutsa da, birçok yerde mazeret yaratma ve baskı ve şiddete mazeret bulma ve bir toplumsal düzen aracı olarak kabul edilebilir kılma işlevini de görür.

Sözlerin inciticiliğinin tokatlardan geri kalır yanı olmadığını gösteren bilimsel yayınlara çocukların hakaret işitmek yerine ‘keşke dövse…’ dileklerinden kanıt gelir. Anne-babanın zehirli dilinde kendisini her zaman düzeltilecek bozuk ve değersiz bir nesne gibi gören çocuk, geleceğe bolca öfke ve kin biriktirerek hazırlanır. Bu öfkeyi bir sonraki kuşağa atadan kalma yöntemlerle aktarıp aktarmayacağını, her kuşağın bir önceki kuşağın incinmişliğini ve kin’ini miras alıp almayacağını ne belirler ? Ülkenin değişen eviçi şiddete müsamaha göstermeyen yasaları, toplumun şiddete bakışı, şiddeti besleyen cinsiyetler arası eşitsizlik, işsizlik ya da adaletsizlik alanlarındaki değişim…

Anne-babanın çocuk (ve arzu edilmeyen davranışı) karşısında hissettiği (bazen doğal sayılabilecek) öfkenin şiddete dönüşmesinin çocuk zihnindeki anlamı nettir: yetişkinin acizliği, kendini kontrol edemezliği. Bunu görmek bazen çocuğun anne-babayı açıktan suçlamasını engelleyebilir. Çocuk anne-babasına acır, merhamet eder, diyemeyeceğim. Ama, anne-babanın kendisine tokat atarken ya da olmayacak sözler haykırırken düştüğü durumu acizlik olarak görmek, kendi anne-babasını suçluyor olma yükünü nasıl sırtından atacağını düşünen çocuğun imdadına yetişir. Umulduğu gibi çıkmayan çocuk olmanın yanına aileye ihanet eden çocuk kimliğini eklememiş olur.

Bazen anne-babalar kötü sözleri ya da sert muameleyi sonradan güzel sözler, yanaktan makas veya sıkı bir kucaklama ile telafi edebileceklerini düşünürler. Yayınlar pek öyle demiyor. Örneğin, Polcari ve arkadaşlarının 2014’te yayımlanan çalışmasında ne kötü söz söyleyen ebeveyn ne de diğer ebeveyn, söylenmiş sözlerin inciticiliğini sonradan güzel duygulu sözlerle değiştiremiyorlar.

• • •

Bu yazının önceki paragraflarını birkaç yıl önce yayımladığımda, kılığı kıyafetini, yaşam tarzını beğenmediklerimize tekme tokat atmaya mazeret bulmak açıkça yapılmazdı! Çocukken tekme tokat yiyerek, hakaret edilerek (ya da başka insanlara tekme tokat atacak, başkalarında nefret edecek şeyler arayıp bulacak şekilde) terbiye edilenler büyüdüklerinde, şiddet ve nefret evlerden sokaklara, sınıflara nasıl da yayılıveriyor. Her türlü zorbalık müsamaha ile karşılaştığında, kör şiddet ile kör inanç, kendinden başkasını tanıma ve anlama ihtiyacı hissettirmeyen bir dünyada büyüyen çocukların kendilerini içinde buluverdikleri bir sistem oluyor.

Batı’dan Doğu’ya, Kuzey’den Güney’e, toplumların fay hatlarını çatırdatan derin bir hoşnutsuzluk, insafsızlık ve merhametsizlik için açıklamalar çok sayıda. Ama savaşlarda, çatışmalarda ölümlerin durması için çaba harcayanların, hele etkisi olabilecek kişiler arasında, sayısının azlığı durumu açıklamaktan değiştirmeye geçiş olasılıklarını azaltıyor. Siddet ve baskı uygulamaları için uygulayıcı olan herkesin, her devletin, her liderin bir gerekçesi, kendisinin kuvvetle inanır göründüğü, sahiden inandığı açıklaması var.

Bu yazıyı yazarken gözüme ilişen ekranda, Suriye’de çatışmaların tekrar başladığı haberinin ardından, yerle bir olmuş Halep görüntüleri ve Esad’ın "sivilleri öldürmeyi amaçlamıyoruz" gibi cümleler sarfettiği bir röportaj kaydını, hemen ardından batan göçmen teknesinde hayatını kaybeden oğluna ağlayan babanın görüntülerini izlemeye başlıyorum. Ülkemizin sıkıntılarını ve acılarını unutup başka ülkelerin insanlarını mı dert ediyorsun, diyecek olan çıkar mı acaba diye bir an düşündüğüm oluyor. Sonra Esad’a baktığımda bıyıklarını kesmiş, diyorum. Konuşmasında da arada ‘s’sesini çıkartmakta zorlanıyor, diye aklımdan geçiyor. Bu cinsten konuyla alâkasız düşüncelerin hepsi zihnimin kendini dünyanın travmasından o an için de olsa koruma çabaları olabilir mi ?