Prof. Dr. Orhangazi, “Ne yazık ki seçim sürecinde sorunlar ne tartışılıyor ne de çözüm sunuluyor. Siyasi rejimin nasıl dönüşeceği ile açıklanabilir belki. Seçim nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın yoksulluk ve işsizlik sorunları ağırlaşarak devam edecek” diyor.

Spekülatif girişimler tüm sorunları çözmez
Yurttaşlar, ucuz gıda için Et ve Süt Kurumu’nun önünde uzun kuyruklar oluşturuyor. (Fotoğraf: ANKA)

Havva GÜMÜŞKAYA

Kadir Has Üniversitesi Ekonomi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Özgür Orhangazi, ağır ekonomik koşullar altında girilecek seçimin olası sonuçları hakkında BirGün’e değerlendirmelerde bulundu. Bölüşüm şoku, yoksullaşma ve işsizlikten deprem sürecinde ortaya çıkan ağır tabloya kadar çok sayıda konu hakkında dikkai çekici açıklamalarda bulunan Prof. Dr. Orhangazi, “Seçim nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın bölüşüm, yoksulluk ve işsizlik sorunları ağırlaşarak devam edecek. Ve bu sorunlar, sıkı para politikasına geçilmesi, faizlerin artırılması ve Türkiye’ye spekülatif dış sermaye girişlerini yeniden başlatmakla çözülecek sorunlar değil” dedi.

Deprem, birçok alanda liyakatin ve uzmanlığın göz ardı edilmiş olduğunu gösterdi. Devletin şirket gibi yönetildiğinin en net görüntüsü ortaya çıktı. Bu tabloda yeniyi nasıl kurmalı?

Deprem zaten bildiğimiz üzere hemen her alanda liyakatin de uzmanlığın da göz ardı edilmiş olduğunu gösterdi. Ancak sadece bu değil, daha önemlisi, deprem şunu da gösterdi ki bunca yıldır kamu kaynakları kullanılarak, yasalar değiştirilerek büyütülen inşaat ekonomisi de tamamen kâr ve rant odaklı olarak büyümüş durumda. 2000’li ve 2010’lu yıllarda milli gelirin yaklaşık yüzde 15’ini inşaat ve gayrimenkul faaliyetlerinin oluşturduğu bir ekonomide depreme bu kadar hazırlıksız olmak sadece liyakatsizlik ile açıklanamaz. İnşaatçı, kapkaççı, ucuzcu sermayenin kârlarından taviz vermemeyi tercih etmeleri ve kamunun da sadece buna göz yummakla kalmayıp bunu teşvik etmiş olması göz ardı edilemez.

Esasında daha geniş bir açıdan baktığımızda yapı denetlemesinin dahi piyasaya bırakılmış olmasını sorunsallaştırmamız gerekiyor. Aynı dönemde başta sağlık ve eğitim olmak üzere kamusal, sosyal alanların hepsi giderek daha fazla piyasaya bırakıldı, kâr amacı etrafında örgütlenmeye başlandı. Ve bunun sonuçlarını da ilk defa görmüyoruz. Bu tablodan ancak doğru düzgün işleyen bir kamu ve doğru düzgün işleyen bir planlamayla kurtulunabilir. Ne yazık ki Türkiye’de ekonomi tartışmaları para politikasının nasıl olması ve döviz kurunun kaç olması gerektiğine sıkışmış durumda. Hâlbuki kamuculuğun ve planlamanın yeniden savunulmaya ve tartışılmaya açılması gerekiyor. Liyakatsizliğin ötesinde kamunun planlama gücü ortadan kaldırıldığında geriye kalanın güvenlikçi politikalar dışında koordine olamayan bir devlet olduğu açık.

Prof. Dr. Özgür Orhangazi

Bölüşüm şoku, yoksullaşma ve işsizlikle seçime gidiliyor. Bu süreçte ülke ekonomisine nasıl bakmak gerekir?

Son dönemde uygulanan politikaların ana amacı her ne pahasına olursa olsun ekonomik büyümeyi sürdürmek, genel olarak sermayeyi ve özellikle de iktidara yakın sermayeyi ucuz fonlamayla desteklemek ve büyütmekti. Bunun yükü de emekçi kesimlere yıkıldı. Emeğin reel gelirleri hızlı bir biçimde eritildi. Enflasyonist politikalarla emek ucuzlatılırken genel olarak sermayeye muazzam bir gelir transferi yaratıldı. Nihayetinde ekonomik büyüme devam etse de bu büyüme uzunca bir süredir hem yeterli istihdam yaratmıyor hem de geniş kitleleri yoksullaştırarak ilerliyor. Geniş tanımlı işsizlik oranı yüzde 23,4’e ulaşmış durumda. İş bulabilenlerin, çalışanlarınsa yarıdan fazlası asgari ücret civarında bir ücret ancak alabiliyor.

Ve ne yazık ki bu seçim sürecinde bu sorunlar ne tartışılıyor ne de çözüm önerileri sunuluyor. Bu durum, bu seçimin odağının siyasi rejimin nasıl dönüşeceği olması ile açıklanabilir belki. Ancak, seçim nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın bölüşüm, yoksulluk ve işsizlik sorunları ağırlaşarak devam edecek. Ve bu sorunlar, sıkı para politikasına geçilmesi, faizlerin artırılması ve Türkiye’ye spekülatif dış sermaye girişlerini yeniden başlatmakla çözülecek sorunlar değil.

EN ÖNEMLİ SORUNLAR

Ülke böylesi bir ekonomik bunalım ile seçimlere giderken seçim sonrasının en önemli sorunu ne olarak görünüyor?

En önemli sorun bir önceki sorunuzla ortaya çıkıyor zaten. Geniş bir yoksullaşma, işsizlik ve eşitsizlik.

Tabii bu konulardan ziyade makroekonomik anlamda en önemli sorun olarak görülen faiz ve kur seviyeleri daha fazla gündemde. Bu konuda da ekonominin yapısal sorunları göz ardı edilirken şu an içinde bulunulan durumun tek sebebi ülkenin tek bir kişi tarafından sürekli değişen kurallarla yönetiliyor olması ve hiçbir kurumun özerkliğinin kalmamış olması olarak tespit edilince de bu yönetim biçimi değiştirilebilirse diğer her şeyin neredeyse kendiliğinden yoluna gireceği beklentisi ortaya çıkıyor. Tabii ki ülkenin ve ekonominin yönetilme biçimi, tüm kurumların içinin boşaltılmış olması yaşanan sorunları ağırlaştırıyor ama bu yaşanan sorunların tek kaynağının yönetim biçimi olmadığı, ekonominin bir dizi yapısal soruna, kırılganlığa ve kriz dinamiğine sahip olduğunu göz ardı etmeye yol açmamalı.

Bu sorunu aşmanın yolu nedir?

İşsizlik, yoksulluk, emeğin giderek ucuzlaması, gelir ve varlık eşitsizliklerinin giderek artması olarak tespit edersek bu en önemli sorunu aşabilmemiz için ilk ihtiyacımız emekçi sınıflar lehine ve devamlılığı olan politikalar üretmek olacaktır. Bunun için de hem bir niyete hem de iradeye sahip olmak gerekir. Bu bağlamda hem birincil bölüşüm ilişkilerinde hem de ikincil bölüşüm ilişkilerinde düzeltmelere ihtiyaç var. İlkinde çalışanların gücünü artıracak sendikal örgütlenme, toplu pazarlık, grev hakkı önem kazanırken ikincisinde kimin ne kadar vergilendirildiği, bu vergilerin ne kadarının tahsil edildiği ve kamusal hizmet ve harcamaların nasıl şekillendiği önemlidir.

Seçim süreci geniş emekçi kesimlerin ihtiyaçlarını ve taleplerini karşılayacak ekonomi politikalarını tartışmak için bir fırsat olması gerekirken ne yazık ki apolitik matematik tartışmaları gündemi daha fazla işgal ediyor.

TARIM DESTEKLENMELİ

Birçok ekonomik kriz yaşayan Türkiye’de ve aslında neoliberal dünya düzeninde krizle mücadele deyince ‘kemer sıkma’ ve ‘acı reçete’ akla geliyor. Kemer sıkma reçetesi nedir? Seçim sonrası böyle bir reçete mümkün mü?

“Kemer sıkma” ya da “acı reçete” vs. para politikasının sıkılaştırılması, faizlerin yükseltilmesi ve kamu harcamalarının azaltılmasını içeren bir politika çerçevesidir. Enflasyonu faiz artışları ile  düşürmenin temel mekanizması borçlanarak harcama yapmayı pahalı hale getirerek toplam talebi azaltmaktır. Türkiye’de toplam talebin azaltılması ithalatın azalmasına yahut en azından artış hızının yavaşlamasına yol açacağı ve yüksek faizden faydalanmak isteyen dış sermayenin girişini artıracağı için döviz kurunda yükselişin önüne geçip kurdan kaynaklı enflasyon dinamiklerini yavaşlatabilir. Ancak faiz artışları aynı zamanda toplam talebi azalttıkları için yatırımları ve üretimi azaltıcı, işsizliği artırıcı bir sonuca yol açar.

Öte yandan eğer belli alanlarda fiyat artışları talebin çok fazla olmasından değil de arzın yeterli seviyede olmamasından kaynaklanıyorsa ek sorunlar yaratırlar. Örneğin, gıda enflasyonu talep çok fazla oldu, halk borçlanıp borçlanıp aşırı gıda tükettiği için ortaya çıkmış değil. Ucuz gıdaya erişim için tarımın planlı bir biçimde desteklenmesi gerekiyor. Yahut barınma krizi, yüksek kiralar kiralık konut talebinin aşırı olmasından değil, yaşanabilir konut arzının yeterli olmamasından kaynaklanmakta. Bunca yıldır inşaat sektörüne öncelik veren bir ülkede bu inşaatlar ihtiyaçlar değil rant gözetilerek yapıldığı için bu sorunla karşı karşıyayız.

Dolayısıyla faiz artışları burada da işe yaramayacak ve hatta yüksek faizler konut üretimini yavaşlatırsa ileride sorunu daha da ağırlaştıracaktır. Bu noktada da kamunun yaşanabilir konut üretiminde öncü bir rol alması gereklidir. Yine yüksek enerji fiyatları talebin aşırı yüksek olmasından değil, dünya enerji fiyatlarının arz kısıtları nedeniyle yüksek seyretmesinden, Türkiye’nin enerjide dışa bağımlı olmasından ve örneğin elektriğin özelleştirilmiş dolayısıyla fiyat içerisinde yüksek bir kâr payı da içeriyor olmasından kaynaklıdır. Enerjide dışa bağımlılığı azaltacak ve yenilenebilir enerjileri hızla devreye sokacak kamu projeleri olmadığı sürece, faiz artışları bu kalemde de işe yaramayacaktır.

KUR TAHMİNLERİ ZORLAMA

Seçim sonrası için dolar/TL için çeşitli öngörüler sunulmaya başlandı. Ortak öngörü ise ‘kim seçilirse seçilsin kur artacak’ şeklinde. Bu öngörülere ilişkin bir değerlendirme yapar mısınız?

Herhangi bir ülkenin para biriminin diğer ülkelerinin para birimlerine karşı değerinin ne olması gerektiği konusu iktisat teorilerindeki tartışmalı ve belirsiz konulardan birisidir. Bazıları kurun er ya da geç cari dengeyi sağlayacak bir seviyeye gelmesi gerektiğini iddia ederken bazıları da reel kur hesaplarını kullanarak enflasyona göre kurun nereye gelmesi gerektiğini hesaplar. Döviz kurlarını kısa vadede belirleyen şey basitçe döviz arzı ve döviz talebi arasındaki ilişkidir. Ama işi zorlaştıran bu arz ve talebin belirleyenlerinin oldukça fazla olması ve her birinin karmaşık süreçlere tabi olmasıdır. Dolayısıyla belirli varsayımlar altında kurun eğilimini tespit etmek mümkün olsa da şu tarihte kur şu olacaktır yönünde yapılan tahminlerin oldukça zorlama tahminler olduğunun altını çizmek gerekir.

Yine de son dönemde seçimler bağlamında seçim sonrasında ve yılsonunda Türk Lirası’nın değerinin takriben nerede olacağı veya olması gerektiği üzerine hayli yazılıp çizilmeye başladı. Bazı yerli iktisatçılar seçimleri muhalefetin kazanması sonrasında ülkeye yüklü miktarda dış yatırım gireceği ve dövizin bollaşacağı varsayımıyla kurlarda bir düşüş eğilimi öngörüyor. Diğerleri ise ülkenin döviz açığı, Merkez Bankası’nın net rezervlerinin ekside olması, önümüzdeki dönem vadesi dolacak döviz yükümlülüklerinin yüksekliği ve rekor kıran cari açığı hesap ederek kurda yükselme eğiliminin devam edeceği görüşünde.

Benzer şekilde bir dizi yabancı yatırım bankası da Türkiye ekonomisindeki beklentileri hakkında yatırımcılarına raporlar sunmaya başladı. Bank of America, örneğin, seçimlerden sonra kurda bir yükselişin kesin olduğu görüşünde. Benzer şekilde Morgan Stanley de seçim nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın Türk Lirası’nın değer kaybedeceği yönlü bir analiz yayımladı. Öte yandan, Citi ise daha iyimser bir rapor yayımlayarak seçimlerden sonraki 12 ay içerisinde Türkiye’ye 45-50 milyar dolarlık dış sermaye girişi olacağı ve Türk Lirası’nın yüzde 12 değerleneceği görüşünde.

Bu analizler hakkında şunu söylemek gerekir. Yabancı yatırım bankalarının kur tahminleri tahminden ziyade kendi yatırımcılarına kur hangi seviyeye geldiğinde Türkiye’ye yatırım yapmaya başlamanın kârlı olacağını işaret etme çabası olarak yorumlanmalıdır. Bir başka deyişle, bir yabancı yatırım bankası kurun 24 olması gerektiğini söylüyorsa şu anda Türkiye’deki varlıkların pahalı olduğunu, satın almaya başlamak için erken olduğunu söylüyor demektir. Bunu yaparken de esasında beklentileri etkileyerek kurun istediği seviyeye gelmesi yönünde bir spekülasyonda bulunduğu da söylenebilir. Yahut faiz oranlarının seçimlerden sonra yüzde 40’lara gelmesi gerektiğini söylüyor olmaları da Türkiye’den kazanç beklentilerini yansıttığı söylenebilir.

Peki önümüzdeki dönemde ne beklenebilir?

Son gelişmeler ve açıklanan veriler şunları gösteriyor: Merkez Bankası’nın kullanılabilir rezervleri hızlı bir biçimde düşüyor. Buna karşın özellikle kamu bankaları aracılığıyla kredi genişlemesi devam ediyor. Kredi genişlemesi ile birlikte EYT ödemeleri ve diğer harcamalarla birlikte kamu harcamalarında bir artış görünmekte. Piyasadaki Türk Lirası miktarı arttıkça, Türk Lirası dışındaki varlıklara yönelik talep de güçleniyor. Uygulanan sermaye kontrolü benzeri politikalar dövize erişimi biraz daha zorlaştırıp pahalılaştırsa da bu talebi azaltmıyor. Cari açığın rekor denemesi yapıyor olması döviz ihtiyacını çok yüksek seviyelere taşıyor. Buna karşılık Eurobond olarak tabir edilen tahviller ile net hata noksan dışında Türkiye’ye pek fazla sermaye girişi de yok. Tüm bu gelişmeler kurda yukarı yönlü bir hareket baskısı kurarken bazı alanlarda ithalatta zorluklar çıkması olasılığını da gündemde tutuyor.