Bir Suat Derviş uzmanı olan Serdar Soydan, bu günlerde İthaki Yayınları’ndan çıkan Derviş’in kitaplarını hazırlıyor, onun dergi ve gazetelerde tefrika edilen romanlarını gün yüzüne çıkarıyor.

Suat Derviş’i nasıl bilirsiniz?

SONER SERT

Sinema-TV ve ardından edebiyat eğitimi aldıktan sonra, hayatını kazanmak için yayınevlerine kitaplar hazırlayan ve televizyon dizileri için senaryolar yazan Serdar Soydan, bir yandan da düzenli olarak gazete ve dergi tarıyor. “Yirmi yıla yakın bir süredir kütüphaneler sığınağım.” diyen Soydan, pek çok konu ya da isim hakkında bulduklarını biriktiriyor.

Soydan’la bir araya geldik ve Derviş’i konuştuk.

Suat Derviş hakkında kütüphanelerde yaptığınız araştırmalardan, onun adıyla yayımlanan tefrika romanları hazırlamaya kadar vardırdınız bu ilginizi. Derviş’le olan tanışıklığınızı, onunla olan ilişkinizi bilmeyenler için anlatır mısınız? Nasıl başladı, gelişti süreç?
Önce, sanırım pek çokları gibi, ‘Fosforlu Cevriye’yi okudum. Etkilendim. Suat Derviş’in diğer yazdıklarını da okumak istedim. Fakat çok az romanına erişebildim. Derviş’in okuduğum ikinci romanı olan ‘Hiç’ de ilki kadar sarsınca beni, daha inatçı, daha meraklı hale geldim. Bir süre sonra Derviş’in tefrika halinde kalan çok sayıda romanı olduğunu, külliyatının büyük oranda gazete ve dergi ciltleri arasında kaldığını öğrendim. Araştırmaya başladım.

Suat Derviş, bir kadın, bir politik figür ve bir yazar… Bu üçü bir araya geldiğinde, sistemin hışmını da üzerine çekiyorsun. Derviş’in başına da gelmeyen kalmıyor. Kovuşturmalar, tutsaklıklar, işkenceler… Bu süreci anlatır mısınız?
Suat Derviş, ta 1934’te “Muharrirlik hayatına atıldığınıza pişman oldunuz mu?” sorusuna şu yanıtı veriyor: “Evet. Keşke başlamasaydım da başka bir meslek intihap etseydim. Fakat, asıl, dünyaya kadın geldiğime pişmanım. Kadın olmasaydım, belki muharrirlikten şikâyet etmezdim.” Bu yanıt oldukça açık bir şekilde ortaya koyuyor durumu sanırım. Daha fişlenmeden, solcu yaftası üzerine asılmadan kadın olarak erkek egemen edebiyat dünyasında ezilmiş. Kırklı yılların başından itibaren hem kadın hem solcu olarak kat be kat fazla ezilmeye, hırpalanmaya başlamış. Dediğiniz gibi kovuşturmalar, tutsaklık, işkenceler… Ancak şunu da inkâr edemeyiz: Derviş, Türkiye’den ayrılmak zorunda kaldığı on yıllık bir süre haricinde matbuatta kendisini, hem de kendi adıyla var edebilmiş. Hayatının en çalkantılı dönemi 1943-53 yılları arası ve bu süreçte tam on altı (16) roman yazıyor. En bilinen üç eseri ‘Fosforlu Cevriye’, ‘Ankara Mahpusu’ ve ‘Çılgın Gibi’ de bu romanlar arasındadır.

Derviş’in yayımladığı pek çok yazıda mahlas kullandığı biliniyor. Neden takma ismi ihtiyaç duydu? Bunun sebebi ne sizce?
Suat Derviş röportajlarında sakıncalı bulunduğu, kendi adıyla (ki aslında Suat Derviş de bir takma addır, nüfustaki adı Hatice Saadet’tir) yazmasına izin verilmediği için takma adlar kullandığını söylüyor. Ancak ben külliyatını ortaya koyarken bunun büyük oranda böyle olmadığını gördüm. Derviş aynı anda birkaç gazete ve dergide çalıştığı için takma ad kullanmış genelde. Cumhuriyet’te Suat Derviş’le eser verirken, Son Posta’da Hatice Hatip oluvermiş. Yahut farklı denemelerini, aksiyonu bol, popüler romanlarını Suat Suzan ismiyle imzalamış. Bir tek 1947-48’de Ankara’da kullandığı Leman Tahir ismi siyasal sebeplerle uydurulmuş bir takma ad olabilir. Tabii şu ihtimali de zikretmek gerek. Belki Suat Derviş’in benim de henüz bilmediğim, bulamadığım takma adları vardır ve isimler siyasi olarak üstünün çizildiği yıllar arasında kullanılmıştır.

Sizin de bir yazınızda dediğiniz gibi Suat Derviş bile tefrika halinde yayımlanan romanlarının sayısını ve zamanını tam olarak bilmiyor. O denli çok… Yayın dünyasında konuşulduğuna göre kitap olarak yayımlanmamış Derviş romanları var hâlâ… Derviş’in romanlarını hatırlayamamasının, ayrıca kaleme aldığı dönemde kitap olarak yayımlamamasının sebepler nedir?
Bunun farklı sebepleri olabilir. Suat Derviş gazetelerle anlaşıyor, bazen konusunu ya da uzunluğunu bile konuşuyor muhtemelen, sonra yazmaya geçiyor romanlarını. Bugünün dizileri gibi düşünün. Bir sezon otuz bölüm sürüyor aşağı yukarı. Her bölüm iki buçuk saat. Yani bir senaryo ekibi bir yıl içinde yetmiş beş saatlik metin yazıyor. Hal böyleyken insanın yazdığı her şeyi hatırlayamaması anlaşılabilir. Ancak ben yazdıklarına, imzasına küstürülmesinin de bunda önemli bir rol oynadığını düşünüyorum. Müthiş bir görmezden gelinme söz konusu. 1933-34 yıllarında ilk olarak Almanya’da Almanca basılan Bir Haremağasının Hatıraları, Türkiye’de Son Posta gazetesinde yayınlanıyor. Almanya ve akabinde pek çok Avrupa ülkesinde yayınlanmış, dilden dile gezmiş bir Türk romanı. En azından bu başarısıyla bile hakkında üç beş yazı yazılmalı diyor insan ama hayır, tek bir yazı, tek bir satır bile yok. Yıllar boyu yaşanan benzer yok saymalar Suat Derviş’i nasıl etkilemiştir? Bunu tahmin etmesi güç değil.

Suat Derviş’in Türkçe edebiyatta nasıl bir yeri var? Bizde tanımlamalar dönem ya da akım merkezli olur genelde. Siz, Derviş’in edebiyatımızdaki yerini nasıl yorumluyorsunuz?
Bu kadar çok üreten, neredeyse her türü deneyen bir yazarı konumlandırmak kolay değil. 1920-64 yılları arasında 44 yıl boyunca yazmış. Hem de öyle böyle değil, kırkın üzerinde roman, yüzlerce öykü yazmış, yine yüzlerce röportaja imza atmış bir insan. Aslında yazdığı dönem içinde, en itibarlı gazete ve dergilerde kendisine yer bulmuş, anaakım bir yazar. Talep gören, imzası para eden bir isim. Edebi olarak da, ben bir eleştirmen değilim, olsa olsa nitelikli olmaya çalışan bir okurum, ama kişisel yargımı soracak olursanız bugün alkış tuttuğumuz, baş tacı ettiğimiz pek çok isme rahmet okutur derim.

Günümüzde tefrika roman kültürünün yayın dünyasında tedavülden kalkmış olmasını nasıl yorumluyorsunuz? Talep görmeyeceği mi düşünülüyor?
Gazete eskisi kadar okunmuyor. Radyo, sonra televizyon çıktı. Basılı materyalin pabucu dama atıldı. Radyolarda arkası yarınlar çıktı önce, sonra televizyon dizileri. Hatta bugün Müge Anlı, Esra Erol gibi popüler televizyon figürlerinin çok izlenen programları bile tefrika mantığıyla ilerliyor. Bir konu ya da kişi günler, belki haftalarca her gün birkaç saat ekranlarımıza konuk oluyor. Bu da bir tür tefrika mantığı. Yani tefrikalar halen hayatımızda. Sadece şekil değiştirmiş durumda.

Suat Derviş kitapları ile ilgili nasıl bir program var önünüzde?
Müjde! Bu sene pek çok kitabı çıkacak Derviş’in. Ağırlıklı olarak romanlar. ‘Sınır’, ‘İki Kadın ve İki Aşk’, ‘Gel Eve Dönelim’,’ Çamur’, ‘Bu Başı Ne Yapalım?’,’ Şoför Mustafa’, ‘Yeniden Yaşayabilseydik’… Tüm bu romanları, bir aksilik çıkmazsa sene sonuna kadar okuyucularla buluşturmayı planlıyoruz. Dahası Suat Derviş’in röportajlarını da birkaç cilt halinde yayına hazırladım. Ve sanırım bu röportajların bir, hatta iki cildi de bu sene içerisinde Suat Derviş severlerin beğenilerine sunulacak.