Süleyman Ceyran, Sivas’tan Winterthur’a

NURBANU KABLAN

Güneşin doğduğu yerde, Kızıldağ’ın tepesinde düş gezginlerinin yaktığı ateşin başına toplanan kızıl kanatlı kuşlar devrim şarkılarının notalarını mavi gökyüzüne çiziyorlar. Sol anahtarı kapıyı sonsuz düşlere açıyor. O düşlerde billur rengiyle nehirler akıyor. Nehrin kenarlarında kadınlar yüzyılların leke bıraktığı gömleklerin yakalarını çitiliyorlar; erkekler gökyüzü ile yeryüzü arasında çekilmiş rengarenk çamaşır ipine; gökkuşağına gömlekleri asıyorlar. Mayhoş bir rüzgar çamaşırları kurutuyor. Gökkuşağının yedi rengi, dünyanın yedi evrensel türküsü; özgürlük, barış, eşitlik, kardeşlik, emek, aşk, iyilik…

Sonra kadın ve erkekler beyaz mendilleriyle Sivas İmranlı’nın “Düz Halayı”na duruyorlar. Halayın başında Süleyman Ceyran; salınarak üç adım öne, sonra üç adım yine ileriye... Oysa geride pusuya yatmış hain gözlü leş kargaları kızıl kanatlı kuşların kanatlarını yolmaya hazırlanıyor...

Sonra rüzgâr ekşidikçe ekşiyor, öylesine sert esiyor ki halaydakiler geriye savruluyor. Kızıldağ’da, Kızılırmak’ın başında kızıl kanatlı kuşlar kızılca kıyamet kızgın yürek parçaları arasında darmadağın oluyorlar… O ekşi suratlı rüzgar, düş gezginlerinin her birini bir yere fırlatıyor...

Süleyman Ceyran 1952’de Malatya’da dünyaya geldi. Anne ve babası aslen Malatya Hekimhan’ın Sazlıca köyünden olmasına rağmen daha sonra Sivas’a yerleşmişlerdir. Çocukluğu Sivas’ta geçen Süleyman, altı erkek kardeşin üç numaralı çocuğudur. Öğrenim hayatı başarılı denebilecek bir düzeyde geçer. Öğretmen okulunu bitirdikten sonra çocukluğunu geçirdiği Ali Baba Mahallesine geri döner. Mahallenin ilk öğretmenidir ve oradaki gençlere örnek olmuştur; Sadece yaptığı tahsil nedeniyle değil daha birçok insani yönden mahallenin gençlerine örnek olmuştur. Duyarlı, duygulu, yardımsever, sorun çözücü vasıflarıyla liderlik özelliklerini göstermeye başlamıştır bile. Öğretmen olduktan sonra o zamanın efsane öğretmen derneği olan TÖBDER çalışmalarına katıldı. Alibaba-Der’in ve Sivas Halkseverler Derneği’nin açılması, örgütlenmesi ve maddi sorunlarının çözülmesinde önemli katkıda bulundu. Bu çalışmalardan sonra tayini 1974-1975 eğitim-öğretim yılında Sivas İmranlı ilçesinin bir köyüne çıkan Hoca yollara düştü...

“Baksan geçmiş zamana anıların genç ve parlak yüzü gülümser gözlerine, nerede kalmıştık dersin; bir kış günü Delice Köyünün şimdi hatırlanamayan bilmem hangi hanesinin bir odasında çıtır çıtır yanan sobanın üstündeki çaydanlığın ıslığına karışan sıcak dost sözlerinin gözlere yansıması mıydı devrim? Bir makatta pencerenin bir tarafında Süleyman Hoca, bir tarafında kazanın feodal yapısına isyan bayrağını açmış umursamadan “devrimci yol”da ilerleyen bir genç kız; pencereden bembeyaz karlarla kaplanmış köyün çıkışına uzayan ağaçların dallarına bakarak devrim düşlerinin dallarına iyi dileklerle beyaz mendil bağlamak isterken düşmüşlerdi yıldızlardan, dostlar birikmişti sıkarak yumruklarını yıldızları kucakladılar...”

Süleyman Ceyran bu süreç içerisinde Sivas- İmranlı-Zara-Suşehri bölgesinin Devrimci Yol sorumluluğunu üstlendi. Kendini bu davaya adadığı için 1979 yılında öğretmenlik mesleğinden istifa etti. 1980 darbesinden hemen önce kırsala çekilen Hoca darbeden sonra da kırsalda çalışmalarını yürüttü. Köy köy dolaşarak halkın sempatisini kazandı; ne ki Eylül darbesi büyük kayıplara ve acılara sebep oldu. Türkiye’de yaşama ve barınma koşulları kalmadığı için yasa dışı yollarla 1986 yılında İsviçre’ye geçti. Burada sosyal pedagoji eğitimi yapıp; bir bakıma Türkiye’de yarım bıraktığı mesleğini devam ettirerek gençlere rehberlik ve danışmanlık yaptı. Kendisi İsviçre’deydi ama kalbi halen Türkiye’deydi. 1Ağustos 1986 yılında İsviçre’nin Ulusal Birlik Günü’nde, bulunduğu köyün dağlarında dostluk ateşi yakmışlar, orada bulunan İsviçreli ve Türk dostlarıyla ateşin başına oturmuşlardır. Bu ateş karşısında duygulanarak ve göz yaşlarını tutamayarak “Türkiye Dağlarında devrim ateşini yakacaktık ama şu an burada dostluk ateşinin başındayız” diyerek gözünden akan yaşlarla; Köse Dağında, Kızıl Dağda yoldaşlarıyla birlikte söylediği devrim marşlarını daha önce hiç tanımadığı İsviçre’nin bir dağının başında da söyleyerek özlemin ateşiyle adeta yanmıştır…

İsviçre’nin Winterthur şehrinde, Devrimci Yol bayrağı ile üzeri örtülmüş bir tabutun üzerine yağan iri yağmur damlaları Bereket Tanrıçasının Türkiye’de biriktirdiği anıları boşaltıyor. “Lise yolunda giden gençlerin Devrimci Yol’da devam etmelerini sağlayan Süleyman Hoca; onlarla abi, dost, arkadaş olmayı başarmış bir halk kahramanına dönüşmüş biriydi “diyor sulu sepken damlalar. Yağmurlar ne çok şey anlatır onu okumasını bilenlere; şıp şıp düşerken ölümün üzerine her bir damla bir hikayeye dönüşüyor. Bu uzun hikayelerin sonuç kısmında “mezara büyük hikayelerle girilmeyecekse hayatın manasına karşılık verilmemiş demektir. Bir insanın dirisi değil ölümü yakışıklı olmalı” diye yazıyor…

Memlekete küsmek memleketi yönetenleri değil, memleketin yağmurlarını incitir…

Süleyman Ceyran üç yıl önce yakalandığı amansız hastalıkla olabildiğince mücadele etmesine rağmen kötü huylu virüsü yenemedi ve 28 Aralık 2017 Yılında; Sivas’tan binlerce kilometre uzaklıktaki İsviçre’nin Winterthur şehrinde hayata gözlerini kapadı. Avrupa’da yaşayan birçok yoldaşı ve dostları tarafından yıldızlara yolcu edildi…

“Bizim de dağlarımız vardır Che Guevara

Bakma şimdi durgunsa, bir şahan gibi duruyorsa

Yorgundur, savaşlar görmüştür, çeteciler barındırmıştır

Yani satılmış değillerdir hiç tüfek patlamıyorsa

Alaçamın, mor meşenin ardına silah çekip yatmaya

Bizim de dağlarımız vardır Che Guevara” (Metin Demirtaş)