Prof. Dr. Nihat Hatipoğlu Ramazan’ın başından beri iftar ve sahurda yaptığı programlarla pek çok kişiye hitap ediyor. Sultanahmet Meydanı’nda yaptığı iftar programını yerinde izledik

Sultanahmet’te Hatipoğlu çılgınlığı

EGE DÜNDAR

Prof. Dr. Nihat Hatipoğlu medyada son günlerde aldığı maaşla gündemde. Kimileri ona gönüllerin fatihi, kimileriyse İslam’ın Elçisi diyor. Duaları sayesinde uyuşturucuyu bırakıp hayata dönen de var, tekerlekli sandalyeden kurtulduğunu iddia eden de… ATV’de sunduğu iftar ve sahur programlarının reytingleri her gün zirvede. Geçtiğimiz cuma o programların çekimine katılıp bir gün boyunca ortamı izledim, seyircilerle, yapım ekibiyle ve Hatipoğlu’nun kendisiyle tanıştım.  İşte Hatipoğlu ile İftar programından notlar...

Saat 16.00. Öğlen güneşinin sıcağı hafiflemiş olsa da hava insana pes dedirtecek kadar sıcak. Eminönü’nden Sultanahmet Meydanı’na doğru tırmanan yokuşun sonunda programın çekildiği sahneye ulaşıyorum. Sahne henüz boş fakat hemen önünde seyircilerin oturması için ayrılmış bölge yakıcı güneşin altında kalsa da ağzına kadar dolu. Nereden baksan 400-500 kişi var. Çarşaflısı, başı açığı-kapalısı, çocuk, baba, babaanne... Seyirci profilini bir kategoriye oturtmak zor. Kalabalığın içinde her yaştan insan var, usulca oturup programın başlama saatini bekliyorlar. Yapım ekibinden beni karşılayan arkadaşa soruyorum, “Amma sıcak yahu, bu insanlar nasıl dayanıyor güneşe?”, “Vallahi biz de bilmiyoruz” diyor, “bu yine güneşin iyi saatleri, oturanların birçoğu 13.00’ten beri bekliyor”.  “Hele ki oruçluyken nasıl zor, düşünsene.” diye ekliyor. Düşünemiyorum bile.

SAHNE ÖNÜNDE ÜÇ BİN KİŞİ
Rejide programın yönetmeni Nihat Özcan anlatıyor.  “Aşağı yukarı 3 bin kadar insan izliyor programı bu sahnenin önünden, hafta sonları daha da fazla” diyor. “Aralarında yüzlerini görmeye alıştıklarımız da var, her akşam gelenler de” diye ekliyor.
Amerika’da baş gösteren tele-vaiz (İngilizcesi televangelism) kültüründen konuşuyoruz. 1950’de ülkede televizyonun yaygınlaşmasıyla Fulton J. Sheen gibi bazı papazların televizyon üstünden vaiz vermeye başlamaları üzerine bu yönde yayın yapan kanallar açılmış. İlk kez 1960’da vaiz temalı bir programın yüzde 80 reyting oranıyla bu kültür hızla yayılmış. Bugün neredeyse her dinde vaizlerin dinlenebileceği kanallar mevcut.

‘İNSANLAR SIKILMIYOR’
“Bu çeşit programların çoğunda papaz, imam ya da programı sunan kimse biraz dua okur, belki bir iki öğüt verir; ardından seyircinin dikkatini de çekebilmek için ilahiler, canlandırmalar, hatta animasyonlar koyulur. Bu şekilde reyting elde edilmeye çalışılır. Fakat hocanın programında böyle şeyler yok. Kendisi oturup uzun uzadıya anlatıyor. Yani format olarak program, koltukta oturan bir adamın anlattıkları üzerine kurulu. Ekstralar yok. Fakat insanlar bu formattan sıkılmıyor, tersine reytingler zirvede.”

Nihat Hatipoğlu’nun elde ettiği popülaritenin bir başka açıklaması da birçok insanın hayatında bıraktığı güçlü etki. Bunların belki de en fazla dikkat çekeni hafta içinde bir programda mikrofonla ayağa kalkıp “geçtiğimiz sene programınıza tekerlekli sandalye ile katılmıştım, dualarınızla, sayenizde artık yürüyebiliyorum” diyen kadın. Bir başkası genç bir oğlan, uyuşturucu bağımlısı iken, tam intihar kararı aldığı sıralarda karşılaşıyor hocanın programlarıyla... Canına kıymaktan vazgeçmekle kalmamış, uyuşturucuyu da bırakmış. Yine geçen bölümlerden birinde seyircilerin arasındaymış. Liste uzadıkça uzuyor.

‘MİNNETTARIM’
Seyircilerden konuşacağım ilk kişi 20’li yaşlarında saçı jöleli, beyaz gömleği lekeli bir oğlan. Sahnenin önünde yer bulamamış, bir taşın üzerinde oturuyor. “Seviyor musun Nihat Hatipoğlu’nu?” diye soruyorum. “Çok seviyorum” diyor, “Bingöl’de karşılaştım Hocamla, abimin borcu vardı, karısıyla kavgalıydı bir dua etmesini rica ettim, beni kırmadı, bir ay içinde çözüldü abimin dertleri, minnettarım.”

‘BÜTÜN CEVAPLAR VAR’
Konuştuğum ikinci seyirci orta yaşlarında. Aynı soruyu yöneltiyorum “Sevilmez mi? Bak dini ibadeti bir kenara bıraktım, adamda cevap var, cevap” diyor ve ekliyor “Hayatta nereye baksam soru dolu, problem dolu. Burada hocanın cevapsız bıraktığı soru yok, bu bence huzur verici.”

Huzur. Saat 8’e 5 kala hocanın alkış yağmuru ve hayranlık dolu bakışlar altında ağır adımlarla sahneye çıkmasının ardından insanların yüzlerindeki ifade tam da bu. Herkes gülümsüyor. Geldiğimde 500 kişi olan kalabalık şimdi üç bin kadar var. Meydanın etrafındaki kayalarda, çimenlerde, yola taşan seyircilerin arasında ağlayanlar, ellerini açıp sessizce durmaksızın dualar okuyanlar, gözlerini kırpmadan izleyenler, daha iyi görmek için ağaca tırmanıp el sallayanlar...

Programın bitiminde hocayla tanışmak üzere sahnenin arka kısmına geçiyorum. Güvenlik görevlileri ve aşçıların hocayla fotoğraf çektirmesinin ardından yanına yanaşıyorum. Gözlerime bakarak elimi sıkıyor, yaşım adım ve işim üstüne biraz lafladıktan sonra “Sizi elçi olarak, gönül fatihi olarak niteleyenler var. siz kendinizi nasıl nitelersiniz?” diye soruyorum. “Ben sıradan bir Müslümanım” diyor, “İnşallah insanlarla iletişimi iyi bir Müslüman tabii” diye ekleyip gülüyor.

Ona ve yapım ekibine teşekkür edip çıkıyorum. Seyircilere ayrılan kısım hâlâ dolu, gece ikide başlayacak sahur programına kadar kimsenin yerini kaptırmaya niyeti yok. Yönetmen Özcan’ın sözleri aklıma geliyor, “Çok ünlüyle çalıştım, böyle bir ilgi görmedim.”