“Tasfiye dönemi partnerliği”, “yeni”nin inşası döneminde hem rejimin hangi niteliği taşıyacağı (despotizm-demokratik cumhuriyet) hem de hangi içerikle inşa edileceği (din kardeşliği-eşit yurttaşlık) eksenlerinde çatlamaya, kırılmaya evrilmiş durumda.

‘Süreç’, çatallanma ve AKP

DENİZ YILDIRIM

Zamanın akışı hızlandı; son 10 gündür “çözüm süreci” ekseninde yaşananlar ve bu gelişmelerle de bağlantılı olarak AKP içinde daha da açığa çıkan çatlaklar dikkate değer. İlginç ve önemli şeyler oluyor; “süreç”in gelişim çizgisi içindeki ara duraklara bakarak yorumlamalı; “yeni durum”u görerek tutum geliştirmeliyiz.

Aşama 1: Doğru dayanışma, gerçekçi eleştirilerle gelir. Kızmak yok: AKP ile Kürt Hareketi, geride kalan yıllarda,  kendi siyasal projelerinin ya da “yeni rejim” tahayyüllerinin önünde engel olarak gördükleri “eski rejim”in tasfiyesi sürecinde açık bir taktiksel partnerlik ilişkisine girdi. Bu ilişkide Kürt Hareketi Kürt sorununun çözümünde engel olarak gördüğü aktörlerin AKP eliyle geriletilmesi, “tasfiyesi” sürecine kendi taktik kazanımları çerçevesinde açık destek verdi. Bu partnerlik ilişkisi; “tasfiye süreci partnerliği”ydi. Bir yandan Öcalan’ın basına yansıyan İmralı tutanaklarında görülen “AKP’yi her seçimde ben kurtardım, iktidarı altın tepside sundum” sözleri; diğer yandan geçtiğimiz hafta Cumhuriyet’ten Ahmet Şık’a verdiği röportajda Cemil Bayık’ın tasfiye dönemine gönderme yaparak “darbecilerle mücadelede elini rahatlattık” imaları bu tasfiye partnerliğine işaretti. Kürt hareketi bu partnerlikte AKP’nin “çözüm”ün önündeki engel kuvvetleri tasfiyesini olumluyor, bununla “çözüm” için şartları “kolaylaştırmayı” hedefliyor; İslamcı bir aktör olarak AKP ise tarihsel bir kırılma anına giden süreçte hem karşıtları arasında Kürt Hareketi’nin yer almasını engelleyecek, karşı cepheyi bölecek bir pasifleştirme kazanımı, hem de bölgesel anlamda da Kürtler aracılığıyla emperyal genişleme düşleri görüyordu. 

Aşama 2: Fakat bütün bunların sonucunda, içeride ve dışarıda iki önemli gelişme gerçekleşti. Evet, Kürt Hareketi’ne göre AKP, Kürt Sorunu’nun çözümü için somut adım atılmasını engelleyeceği düşünülen aktörleri “tasfiye” etmişti; fakat buna rağmen AKP “inşa” için adım atmıyor; partnerlik ilişkisinde giderek “tekelci” bir karakter kazanarak Erdoğan’ın başkanlığı temelinde bu kez “inşa dönemi itaati”ne, oyalanmaya davet ediyordu. Özetle AKP, “tasfiye” ettiklerinin yerine oynuyordu. 

Diğer gelişme ise “dışarı”da yaşandı; AKP’nin Yeni Osmanlıcı dış politikası Suriye’de duvara tosladı; mezhepçi dış politika yalnızlaştı, etkisizleşti. Böylece din kardeşliği ekseninde Kürt sorununa çözüm projesi, bölgesel “Misak-ı Milli” vurguları gerçekliğini yitirdi. Gelinen süreçte bu iki yeni gelişme “tasfiye dönemi partnerliği”nin “inşa dönemi partnerliği”ne dönüşmesini engelliyor; çatallanmayı (kopuşu değil) kaçınılmaz hale getiriyordu. Bu çatallanma, Esad’ı devirerek bölgesel hegemonya inşa etmeyi ve Kürt halkını mezhepçi çözüm stratejisi içinde bu hegemonyanın inşasında araçlaştırmayı amaçlayan AKP için Kobane’de bir kabusa dönüştü. Tasfiye dönemi bitmiş; AKP’nin önerdiği mezhepçi çözüm modeli ise çökmüştü. Bu, inisiyatifin el değiştirmesi anlamına geliyordu. Kürtler, çözümün içeriğini, modelini Kobane üzerinden görünürleştirmek ve “yeni”yi bu eksende inşa etmek istediklerine dair irade beyan etmekteydi. Bunu bilen AKP, Kobane’nin IŞİD eliyle bastırılmasına öyle ya da böyle destek verdi; Erdoğan bunu “Kobane düştü düşecek” diyerek bir karşı irade beyanı şeklinde ilan da etti. Sürecin tasfiye döneminde gelişen “taktik partnerliği”, Kobane-Rojava üzerinden bu kez inşa döneminin stratejik çatlağına dair işaretler vermeye başlamıştı.

Aşama 3: Kürt Hareketi “tasfiye” ve Kobane sonrasında, “yeni rejimi inşa” döneminde sürecin inisiyatifini, önderliğini ele almaya ve görünürleştirmeye başladı. 10 madde üzerinden tartıştırmaya başladığı “özerklik, ortak vatan, demokratik cumhuriyet” programıyla, “inşa” döneminin genel niteliğini Kürt sorununa çözüm alanından Türkiye’nin genel sorun alanlarında demokratikleşme gündemine doğru genişletti ve silahsızlanma şartını “Kürt sorununa çözüm”den, “Türkiye’nin diğer sorunlarına da çözüm”e doğru genişleterek AKP kanadında inisiyatif krizini derinleştirdi. Bunun doğal göstergesi, 28 Şubat’ta gerçekleştirilen Dolmabahçe açıklamasıydı. Süreç, “inşa” aşamasında, yeni rejimin adının konulması ve içeriğinin somutlanması mücadelesinde çatallanmaktaydı. Bir yanda Erdoğan merkezli olarak AKP’nin Sultanlık-dikta yetkileriyle inşa etmek istediği tekçi rejim; diğer yanda da 10 madde üzerinden Kürt Hareketi’nin ilan ettiği “demokratik cumhuriyet” programı. İnşa sürecinin içerik çatallanması buradaydı. Ve bu durum; Erdoğan’ın Kürt Hareketi’ni başkanlığın önünde; Kürt Hareketi’nin de Erdoğan’ı ve başkanlık hayallerini “çözüm”ün önünde engel olarak yansıtmaya başlamasına doğru evrildi. Bunları sadece seçim taktiği olarak açıklamak yetmez. 

Aşama 4: Zira en başından beri Erdoğan, Kürt sorununa çözümü din kardeşliği temelinde, ama en çok da kendisini Başkan-Sultan yapacak sürecin önünü açacak bir “taktiksellik” içinde, genel diktatörleşme ve gerici rejim inşası stratejisinin yolunda karşı cepheyi hem bölecek, hem de kendi cephesini “büyük sorunu çözen lider” olarak başkanlığı etrafında kenetleyecek bir işlevsellikle okudu. Bu nedenle Erdoğan sürecin “inşa dönemi partnerliği”ne dönüşmesini hem kendi başkanlığının önünü açması, hem de doğrudan MİT-Fidan üzerinden ilerletilmesi, yani sadece kendisine bağlı olarak yürütülmesi şartı ile değerlendirdi. Buna karşın; bir yandan Demirtaş’ın grup toplantısında 3 kez “seni başkan yaptırmayacağız” demesiyle birlikte “çözüm”ün içeriğinde Erdoğan’ın başkanlığını meşrulaştıracak bir seçim öncesi desteğin verilmemesi ve hatta açıktan bunun engelleneceğinin ilan edilmesi; diğer yandan İzleme Heyeti kurulması adımlarıyla birlikte sürecin MİT-Fidan-Erdoğan kanalından çıkarak kısmen de olsa “şeffaflaşma” aşamasına girecek olması Erdoğan’ı açık şekilde sürece muhalefete geçirdi. Erdoğan itirazını “bu işleri istihbarat yürütür” diyerek ilan etti. Üstüne üstlük, Dolmabahçe’de ilan edilen 10 maddede ideolojik önderliğin AKP’nin din kardeşliği çözümünden HDP projesine doğru kaymasına itirazını da “marjinal, ateist, inançsız, bu toprakların değerinden kopuk akımları, çıkıp da bizim birbirimize olan muhabbetimizi, uhuvvetimizi yeniden tanımlayamaz” sözleriyle ilan etti. Böylece çatallanma bir yandan yeni rejimin inşa sürecinde Erdoğan’ın diktacı başkanlık projesinde, diğer yandan da çözümün müzakere içeriğinde belirginleşti. Şu sözleri de çatallanmanın ideolojik karakterinin özeti gibiydi: “eğer hadiseleri çıkar da başkalarının kavramlarıyla tanımlamaya, analiz etmeye kalkarsak, işte orada daha en başında kaybederiz.” Özetle Erdoğan Dolmabahçe’de sürecin hegemonik önderliğini Kürt Hareketi’ne kaptırmaktan da rahatsızdı. 

Aşama 5: Tam bu süreçte gözler Öcalan’ın Newroz mesajına odaklandı. Mektup ne doğrudan Erdoğan’ın başkanlığına destek açıklıyor; ne de Demirtaş çizgisi ile çelişiyordu. Üstüne üstlük bu kez 2013 mektubundaki “din kardeşliği” ve “Yeni Osmanlı ittifakı” temelindeki mesajlar da mektubun esasını oluşturmuyordu. Erdoğan mektuptan haberdardı, tatmin olmamıştı. İzleme Heyeti’ne ve Dolmabahçe’ye itirazını bunun üzerine ilan etmişti. Newroz’a kadar AKP, çözümün önündeki engeli Demirtaş gibi yansıtarak Kürt Hareketi içine çatlak taşıma taktiği izlemişti. Newroz’da mektubun okunmasından sonra ise gerçek çatlak AKP içine taşındı. Mektubun ilk siyasal etkisi, Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç’ın, Erdoğan’ın bilgi sahibi olduğu konularda bilgi sahibi değilmiş gibi davrandığını, ülkede bir hükümetin olduğunu, özetle “herkesin kendi işine bakması gerektiğini” ima eden sözlerinde ortaya çıktı. AKP içinde uzun süredir farklı eksenlerde belirginleşen fay hatları; bu kez Kürt sorunu temelinde, mektup sonrasında daha da sert bir kırılma ile harekete geçmişti. Arınç Erdoğan’ı “mektubun tatmin edici olmamasının nedeni” olarak ima eden açıklamalarla devam etti. AKP mektuptan tatmin olmamış; “her seçim öncesi AKP’yi kurtaran” taktik partnerlik, bu kez AKP’yi kurtarmak yerine “başkanlık-parlamenter sistem” temelinde çatlatmıştı. Bu açıdan tasfiye dönemi partnerliğinden bir adım daha uzaklaşıldı. Yeni durum budur. Nitekim mektup AKP için bir zafer havası yaratmadı; “sorun çözen, demokrasi vaat eden” bir siyasal aktör propagandası eşliğinde seçime gidilmesine imkan vermedi; dahası AKP’nin iç birliğini “başkanlık-parlamenter sistem” temelinde de böldü, kendi içindeki çatlakları görünürleştirdi. Mektup sonrası AKP, seçimlere temel kadroların birbirini paralellikle, parsel parsel yolsuzlukla kamuoyu önünde suçlamalarıyla gidiyor. Erdoğan’ın buna yanıtıysa, Newroz öncesi komisyona çektirilen İç Güvenlik Paketi’ni apar topar Meclis’e indirterek Perşembe gecesi yasalaştırılmasını sağlamak oldu. Bunun çatallanmayı derinleştireceği de ortadadır.

Toparlarsak, “tasfiye dönemi partnerliği”, “yeni”nin inşası döneminde hem rejimin hangi niteliği taşıyacağı (despotizm-demokratik cumhuriyet) hem de hangi içerikle inşa edileceği (din kardeşliği-eşit yurttaşlık) eksenlerinde çatlamaya, kırılmaya evrilmiş durumda. Buna karşın “inşa dönemi partnerliği” açısından Kürtler aradığı muhatabı gerçekten Aysel Tuğluk’un ifade ettiği gibi, yeni bir cumhuriyet temelinde, “seküler güçler” arasında bulabilecek mi? Tasfiye dönemi partnerliği açısından Kürt Hareketi’ne eleştirilerimiz sürmelidir; bu dönemin hataları “stratejik partnerlik” önünde de engeldir; buna karşın siyaset manevra yapmak; yeni durumlarda müdahil olabilmektir. Bu çatlağı derinleştirmek, AKP’nin ittifaklarını dağıtmak; yeni bir kurucu irade temelinde Türk ve Kürt emekçilerini eşit yurttaşlık, demokratik cumhuriyet hedefinde kenetlemek zorunludur. Geçmişin eleştirisinden de, geleceğin inşasından da kaçamayız. Yeni bir cumhuriyet siyaseti, karşıtlarının ittifaklarını dağıtacak ve yeniyi inşa sürecinde bu “yeni” siyasal tabloyu görerek, kurucu ittifaklar için adım atarak çatallanmalara müdahale edebilen manevralarla da gelişecek. “Nasıl”ı Haziranca tartışmayı sürdüreceğiz.