BM, Batı ülkeleri ve Batı basını farklı yollarla Libya’da olanlara dair iyi hisleri olmadığını kabul ettiler. Hal böyle olsa da BM Güvenlik Konseyi’ni Libya’da rejim değişikliği konusunda yüreklendirmeye çalıştılar

Suriye için Libya örneği

VIJAY PRASHAD / @vijayprashad
Ortadoğu Uzmanı

Beş yıl önce yüksek oktanlı bir basın kampanyası, Libya’da savaş için adeta can atıyordu. Özellikle Körfez Arap basını kan için haykırıyordu. Suudi krallığının sahibi olduğu El Arabiya bu yolda öncülük etti; Libya’nın doğu şehirlerinde bir soykırım yaşandığını söylüyordu. Muammer Kaddafi’ye bağlı güçler süratle isyancılara yanıt verdi. Söylediklerine göre, Kaddafi’nin orduları, sadece isyancılarla savaşmamış aynı zamanda çok sayıda sivili de öldürmüştü.

Batı basını, Kaddafi ve Körfez Arap Şeyhlerinin müdahil oldukları dinamikleri çok az anlamış şekilde El Arabiya’yı takip etti. Tüm bu yaşananlardan sonra Kaddafi, 2009’da Doha’daki Arap Ligi toplantısında doğrudan Suudi Kralı’na bakarak “Palavralarınız sizi mezara çekiyor. İngilizlerce yaratıldınız, Birleşik Devletlerce korunuyorsunuz” dedi. Kral Abdullah’ın yanıtı öfkeliydi: “Mezar senin önünde.” Körfez Arap Emirleri’nin kişisel düşmanlığı hafife alınmamalı.

BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon’un Libya meselesine ait bilgilere basın yoluyla ulaştığını söylemesi şaşkınlık yarattı. BM Sekreterliği hangi basını okuyordu? Başını El Arabiya’nın çektiği Arapça basını mı yoksa haberlerin çok geniş bir kısmını Körfez Arap basınını taklit ederek veren Batı basınını mı?

ABD Ulusal Güvenlik Konseyi’nden Derek Chollet; Libya’nın yerle bir edilmesinden dört yıl sonra, ABD’nin Libya’da neler olduğunu anlamak konusunu iyi ele alamadığını söyledi. New York Times’dan David Kirkpatrick savaş meydanından şöyle yazıyordu “İsyancılar propagandalarını şekillendirirken hakikate hiç bağlı kalmıyorlar. Varolmayan savaş alanlarında kazanılan zaferleri, çoktan Kaddafi’ye geçmiş önemli şehirlerde savaşın sürdüğünü ve isyanın Kaddafi’nin barbarca tavırları dolayısıyla ortaya çıktığını anlatıyorlar”.

BM, Batı ülkeleri ve Batı basını farklı yollarla Libya’da olanlara dair iyi hisleri olmadığını kabul ettiler. Hal böyle olsa da BM Güvenlik Konseyi’ni Libya’da rejim değişikliği konusunda yüreklendirmeye çalıştılar.

Geçen hafta İngiltere Parlamentosu Dış İlişkiler Komitesi NATO komutasındaki Libya müdahalesi ve sonrasına ait önemli bir rapor yayınladı. Rapor savaşa zemin hazırlayan tavizlerden bahsediyor; üçü oldukça dikkat çekici.

Şiddetin abartılması. Şubat 2011’de Libya’da soykırım ya da kısmi soykırım yaygarası başladı. Bosna Savaşı’nın gölgesi Srebrenitsa üzerinden Bingazi’ye çöktü. Kaddafi güçleri 1995’de Yugoslavya’da olduğu gibi binlerce kişiyi öldürecek miydi? ABD Başkanı Barack Obama’nın danışmanı, Bingazi’nin “Şişirilmiş Srebrenitsa” olduğunu söyledi. İngiltere’nin raporu Kaddafi güçlerinin Bingazi’de sivillere yönelik şiddet içeren bir cezalandırmaya girişmediğini anlatıyor. Rapor ayrıca Libya ordusunun isyancılarla savaşarak girdiği her kasabada kabile liderlerine zeytin dalı uzattığını da yazıyor. Ölüm oranlarına bakıldığında erkek ölümlerinin orantısızca fazla olduğu göze çarpıyor bu da ‘rejim kuvvetleri iç savaşta erkek isyancıları hedef aldı ve sivillere ayrım gözetmeksizin saldırmadı’ fikrini öne çıkarıyor. Haziran 2011’de Uluslararası Af Örgütü’nün yayınladığı rapora göre Libya’da insan hakları ihlaline ait bir kanıta rastlanmadı.

Şüphesiz ki, Kaddafi ve oğlu Seyfülislam, isyancılara karşı vahşet retoriği kullandılar. Bu Kaddafi’nin sıklıkla kullandığı bir retorikti fakat çok nadiren gerçeğe dönüşüyordu.

Politik seçenekler bir kenara kondu. BM Güvenlik Konseyi ‘1973 Kararı’nı uygulayarak NATO’nun saldırısına karşı Libya’yı korumayı düşünmedi. ‘Karar’ tarafların silah kullanmadan önce Libya’da bir çok politik seçeneğin değerlendirilmesini öngörüyor. Rapora göre, “Şayet Birleşik Krallık hükümeti 1973 Kararı’na sadık kalmış, özgün harekat planını uygulamış ve koalisyon bileşenlerini askeri müdahaleyi durdurmak konusunda etkilemiş olsaydı, politik seçenekler mümkün olabilirdi.”

İsyancılara karışan radikaller. 2011’in başlarında, Libya İslami Savaş Grubu, El Kaide ve diğer radikal grupların isyancıların saflarını doldurduğunu söylediğimizde, bizimle dalga geçildi, azledildik. Abdülhakim Belhac gibi insanların askeri birliklerin liderleri olarak ortaya çıkmaları ciddiye alınmadı.

Libya’nın felaketi Batı’yı Suriye’de Beşar Esad hükümetine karşı adım atarken düşündürüyor. Suriye’de ‘uçuşa yasak bölge’ çağrısı yapanlar eğer Batı’nın bunu sağlayacağını düşünüyorlarsa kandırılmışlar demektir. Bunu ne BM destekler ne de Batı böyle bir maceraya girer. ABD Başkanlık Adayı Hillary Clinton konuşmalarında bundan bahsediyor olsa da o da kendi ordusunun böyle bir girişime karşı çıkacağını iyi biliyor. Uçuşa yasak bölge çağrısı isyancıları Cenevre’deki görüşmelere katılmayı reddetmek konusunda yüreklendirir. Bu savaşın devamını sağlayan bir retoriktir.

Bu esnada, Suriye hükümeti, akışın kendi lehine değiştiğini görmüş durumda. Türkiye Doğu Halep’teki vekillerini büyük ölçüde terk etti. Bu Suriye hükümetine, Doğu Halep’i isyancılardan almayı deneme fırsatı verdi. Şam mücadeleyi Hillary Clinton başkanlık koltuğuna oturmadan bitirmek istiyor. Aceleleri çatışmanın şiddetini arttırıyor. Büyük bedeller karşılığında olsa da Halep’in hükümetin eline geçmesi kaçınılmaz gibi görünüyor. Görüşme çağrıları büyük ölçüde sonuçsuz. İsyancıların Doğu Halep’ten çekilmesi beklenen kanın dökülmesini engelleyebilir. Fakat bunu yapmayacaklar. Bu da o büyük kozmopolit kentin trajedisi.

Çeviri: Ömür Şahin Keyif