İlk kitabı ‘Ters Düz’le büyük beğeni toplayan Mert Ofluoğlu, ‘Bozbalık Üçlemesi’nin yıllardır merakla beklenen ikinci kitabı ‘Uçurum Zamanı’nda da tempoyu yine hiç düşürmüyor… Bozbalık’ta sular durulmuyor!

Sürprizler, yalanlar, entrikalar ve yeni gizemler, yeni sırlar

Yarkın Ada

Mert Ofluoğlu’nun üniversite öğrencisiyken 2015’te yayımlanan romantizm soslu polisiye serisi ‘Bozbalık Üçlemesi’, ilk kitap ‘Ters Düz’ün ardından, ‘Uçurum Zamanı’yla devam ediyor.

2015’te çıkan ‘Ters Düz’ün devamını da o yıllarda yazdığınızı biliyoruz. Kitabın yayımlanması neden bu kadar gecikti?
18 yaşında yazdığım ilk romanım ‘Ters Düz’, 2015’in kasım ayında yayımlandı. ‘Ters Düz’ henüz yayımlanmadan önce yazmaya başlayıp 2016 yılında bitirdiğim ‘Uçurum Zamanı’ içinse tam beş koca yıl boyunca istediğim gibi bir yayınevi bulamadım. Bunun en büyük sebebi yayınevlerinin tanınmamış genç bir yazarın, üstelik Trabzon’da kurgu ürünü bir köyde geçen, üstelik bir de üçleme (Yani tek kitap bile değil!) olan serisini basmayı riskli görmeleriydi. Neyse ki ‘Ters Düz’ kulaktan kulağa yayıla yayıla okurlar tarafından hatırı sayılır bir ilgi gördü, bana harika bir okur kitlesi kazandırdı ve hatta dizi uyarlaması için sektördeki başarılı yapımcıların ilgisini çekti. Yazmak işin en keyifli kısmı. Çünkü kendi hayal dünyanız ve gerçekliğinden bir an bile şüphe etmediğiniz karakterlerinizle baş başasınız. Ancak eğer yeni bir yazarsanız kitabınızı yayımlatma çabası tam bir savaş meydanı. Fırtınada rüzgâra karşı yürümek, denizde dalgalara karşı yüzmek gibi. Bu ülkede sosyal medya fenomeni olmak, kendini bir yazar olarak ispatlamaya çalışmaktan çok daha kolay. Yazar olarak “Ben buradayım!” demeye çalışmak çok yorucu, zahmetli, yıpratıcı bir süreç. Ancak bir yazar, eylemin adı üstünde, yazmaktan başka ne yapabilir ki? O yüzden ben de yazmaya hep devam ettim, hep ediyorum ve hep edeceğim. Bizler bu yolculukta bir yere varmamayı, varamamayı da göze almış insanlarız; bizler bu yolculuğun kendisini seviyoruz.

Yazmaya olan tutkunuzu nasıl tarif edersiniz?
Yazma eylemini, okuma yazmayı öğrendiği birinci sınıftan beri dur durak bilmeksizin yapan biriyim. Ki burada önemli olan kesinlikle yazma eyleminin kendisi: Kitabı yayımlanmamış veya bu kararı kendiliğinden almış biri bile pekâlâ ‘yazar’ olarak adlandırılabilecekken, piyasaya üç beş tane çoksatan kitap sunmuş biri öz anlamıyla gerçek bir ‘yazar’ olmayabilir. Çünkü yazmak, gerçek bir yazar için su içmek kadar ihtiyaç, uyku kadar gerekli ve tuvalete gitmek kadar acildir. Kitabını yayımlatıp yayımlatmama kararıysa başka bir meseledir. Ama bir yazarın hayal gücünden kâğıda akıtarak yazıp biriktirdiği sayfalar dolusu metni en azından tek bir okurla paylaşmak istemesi de en az yazmanın kendisi kadar ihtiyaç, gerekli ve acil olabilir; bunu yazara çok görmemelidir. Yazmak bir tutku, bir bağımlılık, bir yaşam amacıdır. Her sabah altıda kalkıp günün yarısı boyunca yazmak size dışarıdan bakan gözler için “hayatını masa başında, beş kuruş para da kazanmadan heba etmek”ken, sizin için bu, hayatın ta kendisidir; en azından benim için öyle. Benim için yazarlık, anlatacak iyi bir hikâye bulma ve onu iyi anlatma sanatı.

‘Uçurum Zamanı’nı ne kadar zamanda yazdınız?
Ana taslağını her ne kadar 2016 yılında yazıp bitirmiş olsam da yıllar boyunca ‘Uçurum Zamanı’ benimle birlikte büyüdü, gelişti, olgunlaştı ve belki de yalınlaştı. Yıllar içinde demlene demlene kaynadı, su gibi akıp yolunu buldu, son şeklini aldı. 2016’dan 2021’in şu gününe dek ‘Uçurum Zamanı’ olmadan tek bir günüm geçmedi; belki de bu kitap değişik okurlarca okunacağı toplam sayıdan daha çok, yazarı olarak benim tarafımdan baştan sona binlerce kez okundu.

Pek çok karakterin olduğu ‘Uçurum Zamanı’nda sizce ana karakter kim?
‘Bozbalık Üçlemesi’nin -buna hâlâ yazmakta olduğum üçüncü roman da dahil- her kitabında ana karakter olayların geçtiği Bozbalık Köyü. Köyün kendisi başlı başına bir karakter gibi adeta. ‘Ters Düz’de köyün sonbaharını anlatıyordum. Bu kitapta olaylar kısa bir zaman atlamasıyla, kış ve ilkbahardan devam ediyor. ‘Bozbalık Üçlemesi’ dengeler ne yönde değişirse değişsin ana çatışmasını üç ana kadın karakterinin; Ece’nin, Nilgün’ün ve Münevver’in birbirleriyle olan hesaplaşmalarından alıyor. Ancak bu kitapta Meryem de çok fazla ön plana çıkıyor. Tabii yeni karakterlerimiz de var. Bu üçleme köyde geçen bir aile hikâyesini anlatıyor. ‘Uçurum Zamanı’nda ‘Ters Düz’den farklı olarak tek değil, ayrı ayrı birkaç tane polisiye olay örgüsü var. Bir yerde hepsi birbiriyle kesişiyor.

Bu üçlemeyi yazarken çıkış noktanız neydi?
Üçlemenin ilk kitabı ‘Ters Düz’ü lise yıllarımda yazdım. Ben de Trabzonluyum ve o yöreyi iyi biliyorum. Trabzon’da, adı Bozbalık olan hayali bir köy kurguladım ve küçücük bir köyde bile, eğer insan faktörü varsa, ilişkilerin ne kadar karmaşık olabileceğini göstermeye çalıştım. İstanbul gibi büyük bir şehrin karmaşasından Bozbalık gibi bir yere dönmek zorunda kalan Ece’nin, sığındığı bu küçücük köyde oradakinden çok daha büyük tehlikelerle, karanlık insan ilişkileriyle karşılaşması fikrini esas aldım. ‘Bozbalık Üçlemesi’nin ana çıkış noktası (kitap yayımlandığında okuyup yazdığı yazıyı bana ulaştıran bir okurumun da dediği gibi) tam da bu: İnsan olan yerde, her şey olur.

‘Bozbalık Üçlemesi’ni dizi yapmak istediğinizi de biliyoruz…
Evet! Bu benim en büyük hayalim. Oyuncu kadrosu bile kafamda belli. Zaten başından beri senaryo olarak da aklımda hikâye. Kitapta tasvir ettiğim sahneleri sinematik olarak da gözümde canlandırabilmem önemli. Üç kitaptan televizyona veya dijitale olduğuna bağlı olarak uygun atmosferde üç sezonluk bir dizi olabilir. Bazı yapımcılarla görüşmelerim devam ediyor.

Bir sonraki kitabınız üzerinde çalışmaya başladınız mı?
Tabii. Elimde ikisi tam olarak bitmiş yedi roman var. Üçlemeye kısa bir ara verip tek kitaplık ayrı bir romanımı yayımlamak istiyorum. Yine polisiye ama bu seferki biraz daha karanlık bir genç kurgu. Bir yıl içinde çıkmış olacağını düşünüyorum. Ama ‘Uçurum Zamanı’nın da 2016’da çıkacağını düşünüyordum, oradan hesap edin!

“Yazdığım roman, hikâye ve senaryolardaki karakterlerle ilgili, aklımdan hiç çıkmayan bir şey var: İki insan arasındaki ilişkide yaşanabileceklerin sonsuzluğu çok enteresan değil mi? Heyecan verici ve aynı zamanda korkutucu. Salt aşk ilişkisine indirgemiyorum; dramatik perspektiften ele alarak, daha genel anlamıyla ilişkilerden bahsediyorum. İnsanlar arasındaki ilişki ağlarından. Çok sayıda insana, çok kalabalık ortamlara gerek yok. Bomboş bir odanın içinde, sadece iki insan arasında bile sonsuz sayıda olay, gelişme, durum yaşanabilir. Hatta bazen bir başka kişiye dahi gerek yok; insan kendi içinde de sayısız çatışmadan, fırtınadan ve savaştan geçebilir... Hangimiz geçmiyoruz ki?”