Suudi rejimince verilen idam kararıyla birlikte kamuoyunun gündemine gelen Suudi Arabistan-İran gerginliği artarak devam ediyor. Suudi Arabistan’ın gerginliği tırmandıran hamlelerinin tarihsel, sosyal ve ekonomik arka planını bölgeyi iyi tanıyan üç isme sorduk

Suudi rejimi gerginliği tırmandırmaya mecbur

CAN UĞUR- @canugur1987

Suudi Arabistan’ın aralarında Şii din adamı El-Nimr’in de bulunduğu 47 kişiyi idam etmesiyle başlayan ve İran’daki Suudi elçiliğine dönük saldırıyla alevlenen gerginlik bölge ülkelerinin de dahil olmasıyla oldukça tehlikeli bir boyuta geldi. Ortadoğu’nun birçok noktasında çatışmalar ve gerginlikler sürerken Suudi rejiminin Şiiler açısından oldukça önemli noktada bulunan bir din adamını asmasının arka planında neler yatıyor. Suudi rejimiyle ilgili kamuoyunun aklında birçok soru işareti oluşurken Suudi yönetiminin bu kararını ve bundan sonra nelerin yaşanabileceğini konuyla ilgili kapsamlı çalışmaları bulunan isimlere sorduk. Konunun sosyal, ekonomik ve tarihsel arka planını Prof. Dr. Ali Murat Özdemir, Yrd. Doç. Dr. Behlül Özkan ve Ergin Yıldızoğlu BirGün’e anlattılar.


Behlül Özkan:

EMPERYALİZMLE KURULAN RABITA

Suudilerin emperyalizmle kurduğu ilişkinin tarihsel arka planı bugün yaşanan olayların anlaşılmasında kilit öneme sahip. Emperyalizm açısından bölgede her zaman ‘kullanışlı bir müttefik’ olan Suudi Arabistan’ın ABD ile kurduğu ilişkiyi Marmara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden Yrd. Doç. Dr. Behlül Özkan’a sorduk. Özkan tarihsel ilişkiyi şöyle açıklıyor:

ABD’nin ‘ilgisi’
“İslam’ın Kutsal Yerlerinin koruyucusu olarak Kral hazretlerinin sahip olduğu önemli konumu düşündüğümüzde, Ateist temelli komünizmin Müslüman dünyasının bu kritik bölgesine yerleşmemesi için tüm gücünüzü kullanacağınıza inancım tamdır.” Tarih: 21 Ağustos 1957.

ABD Başkanı Eisenhower Suudi Arabistan kralı Suud bin Abdülaziz’e gönderdiği mektubunda Suriye’de yaşanan iktidar savaşına ağırlığını koymasını, Nasır yönetimindeki Mısır’ın liderliğinde Ortadoğu’da yükselen anti-emperyalist Arap milliyetçiliğine karşı Siyasal İslam’ı kullanmasını istiyordu. Aradan geçen yarım asırdan uzun bir sürede İslamcı siyasal hareketler ve silahlı gruplarla yakın ilişkiler kuran Suudi Arabistan, Ortadoğu’da etkisini giderek artırdı.

Ortadoğu’da devrimci ve milliyetçi güçlere karşı tarihsel ortaklığın kurumsallaşmasını Behlül Hoca şu ifadelerle özetliyor: 1962 yılında ARAMCO’nun (Suudi Arabistan-Amerikan Petrol Şirketi) desteğiyle Rabıta (Dünya İslam Birliği) kuruldu. Rabıta’nın temel amaçlarından biri Ortadoğu’da milliyetçi ve devrimci güçlere karşı verilen ideolojik savaşta muhafazakâr rejim ve grupları desteklemekti.
1960’lı yıllarda Ortadoğu, Arap milliyetçiliğinin liderliğine oynayan 3 başkentin arasındaki rekabete sahne oldu: Bağdat, Şam, Kahire. Ancak 1967 savaşında İsrail’in Arap milliyetçisi rejimleri mağlup etmesiyle Ortadoğu’nun ağırlık merkezi Riyad’a doğru kaymaya başladı. İslamcılar içinde İsrail’in askeri başarılarını dini bir devlet olmasına dayandıranlar oldu. Buna göre nasıl İsrail din devleti üzerinde güçlendiyse, Araplar da Batı’dan aldıkları modern milliyetçilik yerine İslam’ın bayrağına sarılmalıydılar. Suudi Arabistan tarafından desteklenen bu görüş 1979’da Sovyetlerin Afganistan’a müdahalesiyle ABD’nin de ilgisine mazhar oldu. ABD başkanı Reagan Afgan mücahitlerinin liderlerini Beyaz Saray’da kabul ederek onları “özgürlük savaşçısı” olarak tanımladı.

ABD’nin yakın dostu
Özkan şu ifadelerle sözlerini noktalıyor: 1980’lerden itibaren Afganistan’da radikal İslamcı grupları destekleyen ABD ve Suudi Arabistan, 1990’larda Saddam liderliğindeki Irak’a, 2011 sonrasındaysa Esad liderliğindeki Suriye’ye karşı ortak hareket ettiler. 1960’ların Ortadoğusu’na yön veren 3 başkentten ikisi Şam ve Bağdat, bugün iç savaşın içindeyken, Kahire siyasi istikrarsızlık içinde. Ortadoğu’da o zamandan bugüne değişmeyen tek şey savaşlar ve Suudi Arabistan ile ABD arasındaki yakın ilişki oldu.

Ali Murat Özdemir:

KÖRFEZ SERMAYESİ ZORDA SUUDİLER HAMLE PEŞİNDE!
Bölgede son dönemdeki en tehlikeli gerginliklerden bir tanesi olarak yorumlanan Suudi Arabistan ile İran arasında yaşanan gerginliğin iktisadi yüzünü Körfez sermayesi çalışmalarıyla tanınan Prof. Dr. Ali Murat Özdemir ile konuştuk.

Körfez’in sıkıntıları artacak!

Suudi Arabistan’ın ekonomik açıdan ciddi zorluklar içerisinde olduğu ve bu bağlamda bölgesel olarak çeşitli gerginlikler yaratma peşinde olduğu tartışılıyor, bu konuyu açar mısınız?

Suudi Arabistan’ın uluslararası işbölümüne katılma tarzına baktığımızda onun esas itibariyle bir stratejik hammadde ihracatçısı olduğunu görüyoruz. Demeye gerek bile yok, ihraca konu hammadde esas olarak hidro-karbonlardan müteşekkil, en başında da ham petrol. İhraç konusu kalemlerin uluslararası fiyatlarındaki düşüş bütün Körfez ülkelerini etkiler. Ayrıca ihraç gelirlerdeki azalma ülke-içi sınıf gerilimlerini arttırabilir. Bu son durum (pek de doğru olmayan bir şekilde) “rantiye devlet” olarak adlandırılan bir kısım hammadde ihracatçısı için özellikle önemli bir gerilim kaynağı teşkil etmektedir.
Yukarıda kısaca çizilen tabloya bir de Batı kapitalizmi kaynaklı talepler eklendiğinde Körfez ülkelerinin sıkıntıları ciddi bir şekilde artacaktır. Batı kapitalizmi kaynaklı talepler denilince bunlar esas olarak söz konusu ülkelerin egemen sınıfları tarafından denetlenen kolektif –doğal- zenginliklerin bireysel mülkiyete tahvil edilip dünya piyasalarına açılmasını kolaylaştıracak yapısal düzenlemelerdir. Söz konusu yapısal düzenlemeler mevcut yönetimler tarafından kolay kolay sindirilemez zira bunlar Körfez ülkelerinde (ve tabii bunlara benzeyen diğer hidro-karbon ihracatçılarında) devlet biçiminin dönüşümünü, sınıflar arası bölüşüm ilişkilerinin yeniden şekillendirilmesini ve dahi iktidara meşruiyet sağlayan ideolojik formasyonun yeniden yapılandırılmasını gerektirmektedir.

Yapması gereken…
İdam kararları bu tabloda nerede duruyor?

Şu koşullar altında Körfez ülkelerinin –kendi biçimlenmeleri üzerinde esaslı “katkıları” olan- Batı ülkelerinden gelen “kabul edilemez” talep ve reform önerilerine karşı yapabilecekleri en “rasyonel” (kastımız piyasa rasyonalitesi değil) iş, “kendi iç çelişkilerini ihraç etmek” olacaktır. IŞİD denilen örgütle uğraşan Batı, Körfez’e yönelik taleplerini erteleyebilir mesela ya da bir Şia din adamını asarsın, İranlılar ortalığı yıkar sen de “bakın bu yeni dostlarınız ne kadar kötü” demeye durursun.

Batı tipi bir kapitalizm isteniyor!
Suudi ekonomisinin, İran’ın [Batı’yla] yaptığı nükleer antlaşma bağlamında önümüzdeki süreçte daralabileceği ve bugün yaşananların oraya dönük bir hamle olduğu söyleniyor katılıyor musunuz?

Bana kalır ise Batılı ülkeler (daha doğrusu bu ülkeler içerisinde temsil bulan güçlü sınıf çıkarları) 2013 senesine kadar önce İran’ı “ıslah” etmeyi, Körfez’e yönelik reform önerilerini de sonrasında yoğunlaştırmayı planlamaktaydılar. İran’a (birden ziyade sebepten ötürü) güçleri yetmeyince (ya da diğer opsiyon daha “rasyonel” görünmeye başlayınca) onlar da İran’la anlaşıp önce Körfez’i “ıslah” etmeye durdular. Ancak ham petrolün varilindeki düşüşle bu ıslah hevesi arasında bir bağlantı bulunmamaktadır. Küresel petrol piyasasının varlığında, petrol fiyatları “ayarlanıp”, küresel güç mücadelelerinin mezesi olarak kullanılabilecek şeyler değildir. ABD’yi ya da Batı’lı bir başka ülkeyi önceden yazılmış bir metine istinaden oyun sahneleyen güçler olarak düşünmemeliyiz. Onların (etkileri bugünkü haliyle emperyalizmle sonuçlanan) istekleri olabilir. Ama sonuçlar üst-belirlenime (birden çok belirleyenin kesişme noktasından çıkan ısının etkilerine) tabidir. İstenilenin Suudi ekonomisinin daralması olduğu da düşünülmemelidir. İstenilen şey metalaşma, bir başka deyişle daha önce (kapitalist dünya ile eklemlenmiş pre-kapitalist) bir yönetici sınıfın uhdesinde olmasına ses çıkarılmayan kolektif zenginliklerin bireysel mülkiyete tahvil edilerek küresel piyasalarda alım satıma tabi olması halidir. Bir şeyin altını kalın kalın çizerek bitirelim: “Bireysel mülkiyete tahvil” meselesi basit bir iş değildir.

Ergin Yıldızoğlu

TÜM DİKTATÖRLER GİBİ KAOS PEŞİNDELER!

Suudi rejiminin idam kararlarıyla birlikte bölgede kaos yaratarak kendine alan açmak istediğini söyleyen Gazeteci-yazar Ergin Yıldızoğlu bölgeyi en iyi bilen isimlerden bir tanesi. Güncel gelişmelerin siyasi arka planını sorduğumuz Yıldızoğlu’nun yanıtı ise şöyle oldu:

Korkutma hedefi var!
Suud rejimi, aşınmaya başlayan bir iktidara yapışmak isteyen tüm diktatörlerin yaptığı gibi kaos yaratarak ayakta kalmaya çalışıyor. Suudi rejimi, ülke nüfusunun yaklaçık % 10’unu oluşturan Şiilerin çok değer verdiği din adamı Nimbri’yi bu nedenle idam etti.
Yıldızoğlu Suudi yöneticilerin idamlarla birlikte politik bir hegemonya sahasını açmayı hedeflediğini ifade etti: Suudi rejimi bu idamlarla, tüm Sünni nüfusu, tarihsel olarak, Suudi hanedanını işgalci olarak gören Hicaz aşiretleri de dahil, Şii düşmanlığı üzerinden kendi etrafında toplamayı, aynı zamanda da, otoritesine boyun eğmeyenleri acımasızca cezalandıracağını göstermeyi amaçladı.

Rusya’nın yeri
Rusya’nın bölgeye yönelik hamlelerinin Suudiler açsından ciddi bir sorun teşkil ettiğini belirten Yıldızoğlu şunları söyledi: Suudi rejiminin İran’a Suriye üzerinden vurma projesi de, Rusya’nın devreye girmesi ile aksamaya başladı. Suud rejiminin desteklediği güçler Rus uçaklarının bombaları altında eriyor, onlarla birlikte Suudi rejiminin Suriye’deki etkisi de... Suudi rejiminin Suriye’ye müdahala etmeye çalışırken palazlandırdığı cihatçı grupların Çin topraklarında da eylem yapmaya başlamasıyla, Çin Suudi petrolü ihracat pazarından çıkarak Rusya’ya yöneliyor.

Yemen meselesi
Yıldızoğlu’na göre Yemen’de yaşanan gelişmeler de Suudi rejimini oldukça zor durumda bıraktı: Rejimin Yemen de başlattığı savaş da olumlu bir sonuç üretemeden, bütçeye ayda 6 milyar dolarlık ek bir yük getirerek, insan hakları, savaş suçları iddiaları üreterek devam ediyor. Bu koşullarda, Suudi rejimi de bir taraftan, İran’ı provoke ederek, yeniden ABD ve Batı ile karşı karşıya getirmeyi, hem de halkı bir “öteki” (orada Şiiler) nefreti üzerinden korkutarak, sindirerek kendi etrafında toplamayı amaçlıyor.