Avrupa şimdi son 50 yılın en karanlık dönemine gömüldü

“SYRIZA ve Podemos; çevre ülkelerin canına okuyan neoliberal saldırıya karşı bir tepkidir”

Miguel Mora’nın Noam Chomsky ile yaptığı röportaj:

Avrupa şimdi son 50 yılın en karanlık dönemine gömüldü.
Önemli kazanımlar söz konusuydu ancak bir engele çarptılar. Ve dünya nüfusuna karşı 1970’lerin sonunda yola çıkan ve Reagan ile Thatcher tarafından harekete geçirilen muazzam bir neoliberal saldırının başlatılmasıyla o engel giderek daha kötüleşti. Şimdi Avrupa, resesyon koşullarındaki ekonomi bakımından çılgınlık olan kemer sıkma politikalarıyla birlikte en berbat kurbanlardan biri haline geldi. IMF’nin sözleri anlam taşımıyor. Yine de başka bir açıdan anlam taşıyor: Refah Devleti’nin altını oyuyorlar; emeği güçsüzleştiriyorlar; zengin ve imtiyazlı olanların gücünü artırıyorlar. Dolayısıyla onların hatalarında toplumları tahrip eden bir başarının ortaya çıktığını da görebiliyorsunuz. Ancak bu tahribat, Bundesbank ofislerinde oturanların dikkate almayacağı türden bir dipnottur.

Toplum artık bu duruma tepki göstermeye başladı. Değişimin mümkün olduğuna inanıyor musunuz?
Neoliberal saldırı karşısında artık bir direniş söz konusu, aslında çok önemli bir şey. En önemlisi ise gerçekte Güney Amerika’daki direniştir ve çok çarpıcıdır. Yani, 500 yıl boyunca Güney Amerika büyük ölçüde Batılı emperyal devletlerin ve yakın dönemde de ABD’nin tahakkümü altında kalmıştı. Ancak son 10 veya 15 yıldır bu tahakkümü kırmaya başladı. İşte bu çok ciddi önem taşıyan bir olaydır. Latin Amerika eskiden Washington konsensüsüne ve resmi kurallara en fazla sadık olan yerlerden biriydi.

Arka bahçesi…
Ancak Latin Amerikalılar bu tahakkümü yıktılar; tamamen olmasa bile 500 yıllık tarihte ilk kez ülkeler bağımsızlık için önkoşul olan bir bütünleşmeye yöneliyorlar. Geçmişte çok fazla ayrı düşmüşlerdi ve artık birleşmeye başlıyorlar. Bunun işaretlerinden birisi ABD’nin en son Ekvador’da kapatılanla birlikte Latin Amerika’daki bütün askeri üslerini yitirmiş olmasıdır. Başka çarpıcı bir resim ise yarımküredeki konferanslarda olup bitenler. Kolombiya’da düzenlenen son konferans hiçbir uzlaşma sağlayamadı ve bir deklarasyon dahi yayınlayamadı. Bunun nedeni de bütün yarımküreye muhalefet eden iki ülkenin, ABD ve Kanada’nın kalması. Böyle bir şey geçmişte tasavvur dahi edilemezdi.

Geçen gün bir makalenizi okudum, Obama’nın sadece bir liberal-muhafazakâr, ılımlı bir Cumhuriyetçi olduğunu söylüyordunuz. (…) Yani Obama solcu bir Başkan değil mi?
ABD’de sol kavramı artık merkezdeki ılımlılar için kullanılıyor, çünkü yelpaze değişmiş durumda. Aslında bir zamanlar ABD’nin iki fraksiyonlu (Demokratlar ve Cumhuriyetçiler) tek-parti devleti (Sermaye Partisi) olduğu şeklinde şaka yapılırdı ki hakikaten öyleydi. Şimdi artık öyle değil. ABD hâlâ tek-parti devleti ama sadece tek fraksiyon var: ılımlı Cumhuriyetçiler. O da fonksiyonel olan tek siyasi parti. Demokratlar denilen insanlar var, ancak onlar da eskiden ılımlı Cumhuriyetçiler nasılsalar öyleler. Öteki parti, Cumhuriyetçiler bu geri plandan henüz uzaklaşıyorlar. Aslında parlamenter parti gibi davranmayı bıraktılar. Gerçekte bu bilinen bir şey. Muhafazakâr yorumculardan en saygın birisi, Norman Ornstein, geçenlerde Cumhuriyetçileri parlamenter politikalara katılımda herhangi bir mazeret göstermeden radikal bir ayaklanma olarak tasvir etti.



Bugünlere dek neo-conlar ne yapmaktaydı?
Parti iki hedefi ele geçirmek için seferber olmuştu: Birincisi, ülkeyi tahrip etmek ve bu durumu da sanki demokratlar yaratmış gibi göstermek, böylece yeniden iktidara gelebileceklerdi. İkincisi, işte büyük bir sadakatle zengin ve güçlü olana hizmet etmek. Ancak bu tavır parti platformu olamayacağından, şu yapmış oldukları da anlaşılabilir bir şey; yani her zaman işte orada olan fakat önemli bir siyasi güç olarak gerçekte hiç örgütlenmemiş toplumun büyük kesimlerini harekete geçirmeye çalışmak. Böyle bir grup ABD nüfusunun muazzam bir kesimini oluşturan Evanjelik Hıristiyanlardır. Bu yüzdendir ki Senato Çevre Komitesi’nin yeni başkanı, James Inhofe’tan şöyle sözler duyarsınız: “İnsanların, küresel ısınma konusunda olduğu gibi, Tanrı’nın iradesine karşı yapabileceği şeyleri talep etmek haddini bilmezliktir.” Bu tarih öncesine ait bir zihniyet… buna Taş Devri bile diyemezsiniz, çünkü ilkel insanlar bile daha iyisini bilirdi. Ancak işte bu da çevre komitesinin başındaki birisidir… Ve Cumhuriyetçi zihniyetin özünün bir parçasıdır, o zihniyet büyük ölçüde, belki çok büyük ölçüde aşırı, Evanjelik Hıristiyan-sağcılığıdır. Toplumun seferber ettikleri öteki kesimi ise korkutulmuş insanlar. ABD elbette çok karmaşık bir topluma sahip ve günümüze gelindiğinde ortaya çıkan şey beyaz nüfusun giderek azınlık haline geliyor oluşu. Dolayısıyla “ülkemizi bizden çalıyorlar” diyen geniş bir toplumsal kesim ve onların politik liderleri var. Bu da birçok karanlık yüzden söz ettikleri anlamına geliyor ki biliyorsunuz, esas olarak Hispaniklerden söz ediyorlar.

Peki ya Müslümanlar?
Evet Müslümanlardan da, ama korkunun asıl kaynağı Hispanikler.

Yani “aşağı” ırkların saldırısına karşı ulusal mit…
Yani hâlâ orada duruyor. Hiçbir tarihi veya biyolojik temeli yok ama zihinlerine yer etmiş. Ve artık Anglosakson mitolojik mirasımızın ülkemizi elimizden almakta olan bu yabancılar tarafından sadece tehdit edilmediği aynı zamanda alaşağı edilmekte olduğu bir noktaya getiriliyorsunuz. Bütün bunlar ise Cumhuriyetçi Parti’nin –eski Cumhuriyetçi Parti demem lazım– hakikaten çılgınlık derecesine varan bu politikalara yol açan bir temel olarak kullandıkları şeylerin bir parçası.

Avrupa da bu vizyonun pek uzağında değil.
Aynı şekilde Troyka’nın [AB, AB Merkez Bankası, IMF] Avrupa hakkında aldığı kararlar da çılgınca. Tamam, diyelim ki, sadece insani sonuçlarını dikkate aldığınızda bunlar çılgıncadır, kendileri iyi işler yapıyormuşçasına politika tasarlayanların bakış açısında çılgınlık değildir. Ama onlar hiçbir zaman olmadığı kadar daha zengin ve daha güçlü hale geldiler ve düşmanlarını, başka bir deyişle, toplumun genelini tahrip ediyorlar.

Fin film yönetmeni Aki Kaurismäki bu durum için sadist kapitalizm diyor.
Yani, bilirsiniz, kapitalizm doğuştan sadisttir; gerçekte Adam Smith dışsal sınırlamalarından kurtulduğunda kapitalizmin sadist niteliğinin kendisini sergilediğinin farkındaydı, çünkü kapitalizm doğuştan vahşidir. Nedir kapitalizm? Başka herkesin zararına kendi kişisel kazancını azamileştirmek için çaba göstermek demektir. Gerçekte, Nobel ödülü kazanmış ünlü bir ekonomist, James Buchanan bir vakitler şöyle demişti: Her insanın ideali başka herkesi kendi kölesi kılarak bir efendi haline gelmektir. Ve neo-klasik iktisadın bakış açısıyla, neden olmasın? İşte ideal olan budur.



Hakların ve sorumlulukların olmadığı bir dünya mı?
Hiçbir kuralın olmadığı ve güçlülerin istedikleri her şeyi elde ettikleri bir dünya. Ve bir mucize yoluyla her şey yolunda gidecek. Şurası ilginçtir ki Adam Smith de ünlü “görülmez el” derken bu durumla yüzleşmişti, şimdi herkes böyle el atıyor. (…) Artık sermaye özellikle mali piyasalar, düzenlemelerden kurtulduğu zaman her şeyin şişirildiğini zaten görüyoruz. Şimdi Avrupa işte bununla karşı karşıya.

Şaşırtıcı şekilde, Berlin Duvarı’nın yıkılmasından 25 yıl sonra, SYRIZA gibi solcu bir parti Avrupa’da seçim kazandı. Sanki Troyka’nın politikaları eski bir düşmanı ölümden geri getirmiş gibi…
Aslında ben öyle görmüyorum… Tek bir şeyden ötürü, çünkü düşman hakkında birçok efsane var. Rusya sosyalizme ABD’den daha uzak bir noktadaydı; Bolşevik devrimi sosyalizm bakımından en önemli yenilgiydi; sosyalist hareketin altını oydu ve çalışan insanların, sosyalizmle hiç alakası olmayan bir lider denetimindeki, Lenin’in söylediği şekilde bir proletarya ordusu olduğu otokrat bir tiranlığa yol açtı.

Peki SYRIZA tarihin sarkacının ters yöne gittiğinin bir işareti değil mi?
SYRIZA günümüz ölçütlerinde sol bir parti, ancak özellikle programından ötürü öyle değil. Neoliberal karşıtı bir parti. İşçilerin ekonomiyi kontrol altına alması çağrısında bulunmuyorlar.

Elbette, gerçek devrimci değiller.
Geleneksel sosyalist bile değiller. Bu bir eleştiri değil; bunun güzel bir şey olduğuna inanıyorum ve aynı şeyi Podemos için de düşünüyorum. O da çevre ülkelerin canına okuyan ve tahrip eden neoliberal saldırı karşısında ayağa kalkan bir parti.



Kaynak: https://zcomm.org/znetarticle/syriza-and-podemos-are-a-reaction-against-the-neoliberal-assault-strangling-peripheral-countries/