Komünizm bela diyerek şeriatı hortlatanlar, yeşil kuşak oluşturuyoruz diyerek canavar yaratanlar, kendi eserinden korkar olmuştu, yine ve yeniden...

Tam bağımsız cehennem!

Alper Turgut

Güney Kore’nin başkenti Seul’daki uluslararası havaalanında çekilmiş bir fotoğraf karesi çarptı ansızın gözüme, mini mini ve sevimli bir Afgan kız çocuğu, pandemi sebebiyle uzay yolcusu gibi giyinmiş görevlilerin önünde dikiliyor, kollarında da pembe renkli peluş bir şey. Öyle sımsıkı sarılmış ki, tüm desteğini ondan alır gibi, hani belli belirsiz, bir ihtimal oyuncak ayı, yeni bir hayat aşkına can yoldaşı. Sonra Hindistan askeri üssüne ulaşan bir Afgan baba, el kadar bebeği kucağında, umut kadar, hüzün de yayılıyor fotoğraftan. Ardından Belçika’dan bir kare, havaalanı pistinde bir aile yürüyor, en arkada bir kız çocuğu var, zıp zıp zıplıyor, sevinçten besbelli.

Türkiye dahil dünyanın birçok ülkesine ulaşabilen ve resmen şansı tutup yakalayabilen Afganlar bunlar, yüz bini aşmıştı bu yazıyı yazarken tahliye edilebilen insanların sayısı. Verilen lanet süre de azalıyor ha ve hayatı pahasına kaçmaya çabalayan, daha milyonlar var. Kendi yuvasından firar ediyor koskoca bir halk, kara sınırlarından her yöne bir akın var, Kabil havalimanı ve çevresi desen, kelimelerin ve cümlelerin mecali tükendi, tam tekmil bir kıyamet sonrası resmi.

Göklere tırmanan uçaktan düşenler, kurşunlanma pahasına içeri sokulmayı deneyenler, ABD askerleri girmeyi başaranları tekrar dışarı atmasın diye yerlerde debelenenler, havalimanın yakınındaki kanalizasyonu bile giriş şansı görenler. Büyük bir insanlık dramı bu, bir yandan koyu bir utanç, öte yandan derin bir sızı. Senelerdir deney tahtasına ve kocaman bir laboratuvara çevrilen çaresiz bir ülkenin derdi öyle çok ki. İşgalcisi, Taliban’ıyla sınırlı değil, IŞİD’in Horasan kolu gibi bir baş belası da mevcut (savaş lordlarını da ekleyin bu halk düşmanları listesine), felaket türlü türlü anlayacağınız.

Bu IŞİD-H (IŞİD Horasan) denen zebani ordusunun, bu yıl Afganistan’daki 217. saldırısı, Kabil havalimanı hedef alındı. Bilanço korkunçtu, yaklaşık 200 insan yaşamını yitirdi, çok sayıda sivil ve asker yaralandı. Batılı dünyanın medyası, modernlik kadar vicdansızlık meselesinde de yüksek bir profil çizdiğini ispatlar gibi, ABD askerlerinin patlamada ölmesine odaklandı, şaşırtmayarak. Kimlikleri bile tespit edilemeyen, parça parça olmuş, patlamanın tesiriyle uçmuş ve yandaki lağıma karışmış insan bedenleri, onlar için haber değeri bile taşımıyordu. Komünizm bela diyerek şeriatı hortlatanlar, yeşil kuşak oluşturuyoruz diyerek canavar yaratanlar, kendi eserinden korkar olmuştu, yine ve yeniden.

Ve evet, geleyim meseleme. Ey herkese akıl satmaya kalkanlar, ey çığırından çıkmanın kitabını yazanlar, özgürlük ve bağımsızlık savaşçısı Taliban tiradınız, hiç mi mantığınızla çelişmiyor, hiç mi vicdanınızı sızlatmıyor? Yahu insan, hür olmaktan, azat olmaktan ölümüne kaçar mı? Dilerseniz, güzelce toplansınlar, “Yaşasın tam bağımsız ve özgür cehennem!” diye bağırsınlar. Cellatlar karşısında arzu ederseniz, hayat da neymiş, bizi asın, bizi öldürün, bizi süründürün diye yalvarsınlar. Hayret kere hayret be!

Bu arada, bu kara kıyafetli kara bayraklı kapkara zihniyetli Horasanlı IŞİD, salt Başkent Kabil başta olmak üzere çeşitli kentlerdeki Şiileri hedef almıyorlar, Taliban’ı bile döneklikle ve cihat yolundan ayrılmakla suçluyorlar. Yani bu hürriyet safsatası, yabancı zalim ile yerli zalimden birini seç demekten öte bir lakırdı değil! Hele hele memlekette aman benim güzel laiklik ilkem, canım seküler haller diyen tiplerin, Taliban güzellemesi yapması, dalga geçmek gibi en insani duygularla ve tanımsız acılarla.

Hah! Unutmadan, kendi ülkende 70 yıldır Amerikan üssü duruyor, seneler seneleri kovalıyor, emperyalistler sofrana çökmüş kalkmak bilmiyor. Sağ muhafazakârların onlarla derdi yok elbet, kendini solcu niyetine yamamayı deneyenlerin ise dünyanın en büyük kapitalistine dönüşen Çin’e yapışmakla ve yanaşmakla sıkıntısı yok. Ne güzel!

Kırşehir’de korona illetine inanmayan doktor, ben muhafazakârım, bu aşı da emperyalist bir oyun diyormuş. Tam tersi olması gerekirken, herkes bir hekimi ikna etmeyi denemiş, lakin becerememiş. Sonra Covid-19’a yakalanmış, tedaviyi reddetmiş ve giderek kötüleşmiş. Pişmanlık, yoğun bakıma alınınca gelmiş. Ancak iş işten geçmiş ve bir can yitmiş. Hay lanet olsun bu emperyalizme hem aklımızı alıyor hem de canımızı. Bir araya gelip tüm işgalcileri defetmenin, güzel bir dünyayı inşa etmenin, gerçek özgürlüğü zihinlerimizden başlayarak bütün coğrafyaya yayabilmenin yollarını aramak varken, 40 satır mı, 40 katır mı seçeneklerinde tıkanmak, insanlığımızı sorgulamamıza yol açmalıydı oysa.

Hollanda’da biz mülteci istemiyoruz şeklindeki, şiddeti hedefleyen şuursuz sokak eylemini, Uzak Doğu’dan yükselen biz homojeniz ya zımbırtısını, mülteci kabul eden Uganda’da, vay otelde mi kalacaklar öfkesini, Endonezya’da Afganların kapıları açın çığlığını, Hindistan’da insanca yaşamak istiyoruz diyen mültecileri ve nicesini görünce; mülteciye, göçmene kucak açan, ihtiyaçlarını karşılamaya koşan, hep birlikte daha güzeliz diye coşanlar kadar, sadece kendini nimetten ve insandan sayanlar da var. Özel paketlerle ve teminatlarla doğanlar, hiçbir şeyi olmayanlara burun kıvırıyor, özel hissetme sebebi iradi bir şey de değil, sadece talihli o kadar. İnsan olmak, insan kalmak ne ağır şey.

Aklıma gelmişken, Diyanet, kalamar, karides, midye, ıstakoz, yengeç falan filan haram mı diye kafa yoracağına, bunca pahalılık, bunca zam, bunca kur farkını dahi aşan artış helal değildir diye açıklama yapsa ya. Fakir fukara, sanki kalamar yutuyor, sanki ağzına karides atıyor. Kiralar uçmuş, temel ihtiyaçlar coşmuş, gündelik hayatın zorluk derecesi azami olmuş, hâlâ suya sabuna dokunmayan mevzular. Aman sakinleşeyim derken, sosyal medyada bir videoya denk geldim, bir şey diyebilir miyim diyerek sokak röportajına dahil olan 11 yaşındaki kız çocuğu, tane tane ekonomin halinin kendi hayatındaki yansımasını, üç, beş kuruş için çalışan ebeveynlerini, kardeşlerine bakmak zorunda kalışını anlattı. Ah! Çocuklarımızın oynamak yerine, evin mecalini düşünecek hale geldiği bir memleket burası, ötesi var mı?