Taner Timur ilk yazısıyla BirGün'de: ‘Külliye’ yalnızlığı, halk yalnızlığı ve gelecek kavgası

Daha düne kadar “beraber yürüdük biz bu yollarda” şarkısını söylüyordu. Bugünlerde ise attığı her adım, yaptığı her konuşma kendisi için bir hüsran kaynağı oluyor. Liberalleri kaybedeli çok oldu; Gülenciler’le de kanlı bıçaklı; Kürtlerle “Barış süreci” ise çoktandır karşılıklı hakaret ve küfürleşmeler içinde devam ediyor.. Bir tek kendi kalesi kalmıştı; galiba artık o da içerden çatırdamaya başladı. Bu gidişle, Tayyip Bey, “Külliye”sinde her gün biraz daha yalnızlaşacağa benziyor.

Öyle ya, “sır küpü” Hakan Fidan bile yanından ayrıldı; kendisi “onaylamıyorum!” demiş olsa bile! O, onaylamıyor, ama Başbakan Davutoğlu onaylıyor ve “cesurdur, yiğittir”, diye tanımlıyor eski MİT müsteşarını; “Hakan Bey’le ilgili her konuda ve her yerde pozitif dururum”.

Başbakan yardımcısı Bülent Bey ise çok daha açık -ve acıklı- konuşuyor. Söyledikleri şunlar: “Biz eskiden sokağa çıkardık; taraftarımız bizi çok severdi. Karşıdaki muhalifler de saygı duyardı. Şimdi bir nefretle bakış seziyorum…”

Herhalde en acıklı ayrışma türküsü, G 20 toplantısı sırasında, Ekonomi Bakanı Ali Babacan’dan geldi. Ne var ki bunu açıklamadan önce bir hususu tespit etmemiz gerekiyor: Aslında Cumhurbaşkanı bir şeyi çok iyi biliyor: Bu ülkede on yaşındaki kız çocuklarına “türban özgürlüğü” getirerek, Gazze’li yetimlere ağlayarak seçim kazanılamaz. Tek başına sosyal yardımlarla, “çıkın”larla da seçim kazanılamaz; büyüme olmazsa bunların suyu giderek kurur. Seçim zaferinin asıl anahtarı büyüme; büyümenin anahtarı da yatırımdır. Ve çoktandır, Tayyip Bey, Merkez Bankası’na “indirin şu faizleri de yatırımlar hızlansın!” diye talimatlar yağdırıyor. Bakınız, diyor, KOBİ’ler, inşaatçılar ağlıyor; “çıldırtmayın insanı!”. Hayret! Yine de kimse onu dinlemiyor ve “insanı çıldırtıyorlar”..

Sanıyorum ki asıl yanlışlık, “büyüme”nin altını isabetle çizen Erdoğan’ın bu “büyüme”nin araçları hakkındaki yanılgısında yatıyor! Türkiye Cumhurbaşkanı, tüm konuşmalarında övünç kaynağı yaptığı “büyüme”nin asıl kaynağının, son yıllarda İslam dünyasını cihada çağırdığı “Hıristiyan Kulübü”nde yattığını görmek istemiyor. Dış kredi ve yatırımlar, ihracat gelirleri, Türk diyasporasının girdileri, turizm gelirleri vb.. Bütün bu kaynakların çok büyük kısmı nereden geliyor? Başkan Erdoğan faiz kavgası ile aslında arzu ettiği “büyüme”nin kaynaklarını kurutacağını görmüyor mu?

Tayyip Bey bütün bunları kuşkusuz çok iyi anlıyor. Ne var ki 2008 krizi ile Parti içinde başlayan sınıf kavgası, sonunda AKP’yi de bölmüş görünüyor. Daha önce, açıkça, “biz de kendi zenginlerimizi yetiştireceğiz” demiş olan Erdoğan, şimdi, zor günlerinde, onların imdadına yetişmeye çalışıyor. Tam bir sınıf dayanışması içinde, sadakatle.. Gerisi umurunda değil. Krizse kriz! Krizlerde batanlar olduğu gibi, çıkanlar da yok mu? Tayyip Bey’in son zamanlarda TOBB, MÜSİAD, TÜMSİAD ve esnaf derneklerinde yaptığı konuşmalara bakın, ne kadar heyecanlı, ne kadar duygulu olduğunu göreceksiniz.. Ayakta alkışlandığını da.. Ve bunları TÜSİAD’daki performansları ile karşılaştırın!

Babacan ve arkadaşları ise, FED ve IMF başkanları ile el ele, “makro” düşünüyorlar; kriz herkesi yakar, diyorlar; ilerde çok daha zor günler yaşamamak için şimdiden kemerleri sıkmaya başlayalım, diyorlar; baksanıza Yunanistan’ın haline, diyorlar.

Kısaca Türkiye’de siyasal haritayı renklendiren sınıf kavgası en genel hatlarıyla böyle. Ve bu faiz, rant ve talan kavgasında halkın adı yok. Adı da yok, kendisi de. Bir yanda büyük sermayenin patronajı altında ve uluslararası para babalarının “tavsiyeleri” çerçevesinde “dikkatli ve ihtiyatlı” programlar; öte yanda iktidarın desteğiyle küpünü doldurmaya çalışan açgözlü rant ve talan hastaları.. Şimdiye kadar AKP, sosyal yardımlarla, çıkınlarla ve “mağduriyet” demagojisiyle halkı da peşine takmayı becerdi; fakat giderek o yollar da tıkanıyor. Ve gerçek bir halkçı politikanın programı ve araçları üzerinde düşünmenin zamanı çoktan gelmiş bulunuyor..

Sanırım bu ülkede halkın geleceği şu sorulara verilecek gerçekçi yanıtlarda yatıyor: Bugün halka yapılan yardımlar kesilmeden, hatta daha da artırılarak büyüme nasıl sağlanabilir? Bunun için gerekli kaynaklar nerede ve nasıl bulunabilir? Bu kaynakları halk için seferber edebilmek için, nasıl bir kavga vermek gerekir? Ve bu kavgaya halk, hangi örgüt(ler) bünyesinde, hangi sloganlarla baş aktör olarak dahil edilebilir?

Biliyoruz ki, egemen sınıf sözcüleri bu sorulara “hayalcilik!” diyor; dudak büküyorlar. Perspektif meselesi.. Sınıf perspektifi. Bir kısım İspanyollar da “Podemos” diyor; evet! “yapabiliriz!”.. Ve kararan ufuklar giderek bizleri de bir seçim yapmaya zorluyor..