Taner Timur yazdı: ‘İç güvenlik’ adına yumruklar sıkılırken...

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden bir ay kadar önce, coşkulu yandaşlarından biri, R.T. Erdoğan’ı aynen şöyle tanımlamıştı: “Bu ülkede gelmiş geçmiş en çok desteklenen, en çok sevilen lider, aynı zamanda en çok da nefret edilen lider.” Bugünlerde Meclis’te İç Güvenlik Yasa Tasarısı tekmeler ve yumruklar arasında tartışılırken aklıma bu satırlar geldi. “Bile bile lades” diye düşündüm.

Öyle ya, hiçbir aklı başında insan, Devlet Başkanlığı gibi sadece sevgi ve saygı isteyen bir makama, “gelmiş geçmiş en çok nefret edilen insan”ın seçilmesini istemez.. Daha birkaç gün önce Bülent Arınç, “nefret dolu bakışlar”ın sokaklara taştığını, ülkenin bu gidişle “yönetilebilir olmaktan çıkabileceğini” söylüyordu.

• • •

İşte bunları düşünüyordum TV ekranlarını seyrederken ve sonra aklım daha da gerilere, Menderes’in son günlerine gitti. O günlere de Meclis’te kıyametler koparan “Tahkikat Komisyonu” tasarısı damgasını vurmuştu. Tam anlamıyla bir “sivil darbe” kanunuydu bu; bir açıdan da “Menderes’i koruma kanunu.” Sokaklara taşan “nefret dolu bakışlar”a karşı...

Yasa, “Tahkikat Komisyonu”na, “Basın Kanunu, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu ve diğer kanunların” savcı ve hâkimlere verdiği tüm yetkileri veriyor ve tahkikatların da gizli yapılacağını ilan ediyordu. Komisyon, neşriyat yasağı koyma; gazete toplama ve yasaklama, matbaa kapatma; toplantı ve gösteri yürüyüşlerini yasaklama ve de “lüzumlu göreceği bilcümle tedbir ve kararları ittihaz etme” gibi yetkilerle donatılmıştı. Bu “önlem”lere uymayanlar da üç yıla kadar hapis cezasıyla tehdit ediliyordu. Üstelik alınan kararlar kesin olacak, bunlara itiraz edilemeyecekti. Ve bu komisyon da -ki burası kanunda yazılı değildi- Menderes’in emrinde olacaktı. Yıllardır Menderes’i böyle bir darbeye kışkırtan Necip Fazıl da bunu böyle anlamış ve -sonradan anılarında (Babıali) yazdığı gibi- 27 Mayıs’ı Menderes’in yaptığını sanarak “sevincinden uçmuştu.” Gerisini hepimiz biliyoruz; trajik olaylar yaşadık ve yaşananlar hiç de demokrasinin hayrına olmadı. Yine de o günleri üniversitede Anayasa asistanı olarak yaşamış biri olarak şunu eklemek isterim ki yaşananların en büyük sorumlusu bizzat Menderes idi.

• • •

Şimdi “Menderes’i koruma tasarısı”nı çağrıştıran bir “Erdoğan’ı koruma tasarısı” var Meclis’te ve de yumruklaşmalar. Yoksa tarih tekerrür mü ediyor? Dünkü trajediyi, bugünlerde de komedi olarak mı yaşayacağız?

Neyse ki tarih hiçbir zaman aynen tekerrür etmiyor. Bugün kimse ne darbe istiyor ne de bekliyor. Fakat aynı şekilde, Erdoğan’ın da her gün biraz daha bir “sivil darbe” çağrışımları yapan “başkanlık sistemi” tutkusundan vazgeçmesi gerekmiyor mu? Bir cumhurbaşkanı nasıl darbe yapar demeyin; örneğin Fransa yüz altmış dört yıl önce tam da böyle bir darbe yaşamıştı. III. Napolyon da cumhurbaşkanı idi ve esnafa, köylülere ve “10 Aralık Derneği” adı altında topladığı ayak takımına dayanarak muhalefeti ortadan kaldırmıştı. Daha yakınlarda ve bize daha benzer koşullarda da, Portekiz’de Salazar “dikta”sını bir Anayasa değişikliği ile kurmuştu.

• • •

Cumhuriyet tarihimizin siyasi planda en gergin dönemlerinden birini yaşıyoruz. Bu kez daha da gerilere uzanıyorum. Bugünlerde Osmanlı’yı canlandırmaya çalışıyoruz ya, ben de Devlet-i Ali’nin son dönemlerinde yaşanan gerginlikleri konu edinen yazıları anımsıyorum. Böyle durumlarda, sadrazamlar, Cevdet Paşa’nın deyimiyle, “inhirafı mizaç” eder ve genellikle Fransa’ya, Nice’e giderlerdi. Orada bir süre kalıp dinlendikten ve sinirleri yatıştıktan sonra da “tashihi mizaç” ederek ülkeye dönerlerdi. Doğrusu R. T. Erdoğan’ın Latin Amerika gezisine şahsen biraz da bu gözlerle bakmıştım. Yanılmışım. Öyle görünüyor ki işler Cumhurbaşkanımızın beklediği gibi gitmedi. Küba’ya cami yaptırmaya giden Tayyip Bey, Castro’nun ülkesinde Atatürk’ün büstüne bir çelenk koyduktan sonra Meksika’ya geçti ve orada da hıncını Obama’dan aldı. Ve anlaşılıyor ki bu arada sinirleri daha da gerildi. Artık onu yatıştırmak da yakınlarına düşüyor. Sanırım onlar da şunu anlamaya başladılar: Önümüzdeki seçimlerde karşılaşacağımız siyasal almaşıklar Erdoğan’ın “mutlak yetkili başkanlığı ile anarşi” arasında değil, “demokrasi ile anarşi” arasında şekillenecek... Ve yakın geçmiş tanığımızdır, bu ülkede “anarşi” dönemlerinden maalesef hep karanlık kuvvetler yararlanıyor... Genellikle de aymazlığı ya da cehaleti yüzünden başka hesaplara alet olup bu “anarşi”ye katkıda bulunanlar sayesinde...