Geçen akşam dostlarla bir mekânda oturmuş sohbet ediyoruz. Bir çocuk geldi yanımıza, direkt arkadaşına yöneldi. Adının Eylül, yaşının sekiz olduğunu öğreniyorum. Gözlerindeki ışıltı yüzündeki gülüşe yansımış. Belli heyecanlı, onu görmekten mutlu. Arkadaşına hediye olarak bir kitap almış. Eylül’ün arkadaşım dediği dostumuz elli üç yaşında. “Sevgili arkadaşım bu kitabı senin için aldım. Umarım beğenirsin” diye yazmış. Hoşuma gitti ama bir yanımız sakat işte. Niye mi? Subliminal bir şeyler dürtüyor, güzel şeyler görürken akıl kötümsere kayıyor. Bu ışıltılı çocuklarımızın üzerinde oyunlar oynanıyor, geleceklerine ipotek konuyor. Kovalıyorum hemen beynimdekileri. İki gün sonra yazımın başına oturduğumda anımsıyorum yeniden...

Toplum mühendisliğine ve yeni Osmancılığa soyunmuş 12 yıllık AKP hükümeti halkı sömürülen bir güruh olarak görüyor, üstelik bunu gizleme çabasında bile olmuyor. Bunun için esnaftan polis yaratmak, halkı birbirine düşman kılmak, farklı inanışları hiç sayarak Sünni din derslerini mecbur tutmak, Osmanlıca derslerini gündeme getirmek, Topçu Kışlası, şatafatlı saraylar yapmak sorun olmuyor. Madenleri, tersaneleri ya da inşaatlardaki çalışma koşullarını güvenli hale getirmek yani iş güvenliği, konteynerlarda yaşayan insanlara deprem konutlarından karşılık beklemeden yararlandırmak, çocuklarımıza daha medeni, bilgi yüklü eğitim verecek teknik donanımlı okullar yapmak sorun oluyor.

Üçüncü Cumhuriyet Fransası’nda (1870-1940) iki kez Sömürgeler Bakanı olmuş Albert Sarraut, Fransa Senatosu’nda yaptığı konuşmada sömürge politikalarını anlatırken şöyle diyor; “Sömürgelerdeki çabalarımızın meyvalarını toplamak için Fransız halkı sömürgelerimizin değerini ve kaynaklarını daha iyi bilmeli. Sözle ve görüntüyle, gazete, konferans, film, sergi, yani modern tanıtım araçlarının hepsiyle sistemli, ciddi, sürekli bir propagandanın ülkemizde yetişkinler ve çocuklar üzerinde etkili olması mutlak bir gerekliliktir.”

Halkını sömürülen bir güruh olarak gören sistem bu propaganda için popüler dünyanın yandaş sanatçılarından da, gazetecilerden de yararlanıyor. Onları önce meşhur ediyor sonra da kullanıyor. Yavuz Bingöl, Alev Alatlı gibileri gündem oluşturuyor. Fikirlerinin geniş kitlelere yaygınlık kazanmasını sağlamak yalnızca yöneticilerin değil, işbilir tüccarın, sermaye sahibinin, din adamının, bilim insanının, işbilir aydının ve sanatçısının asker ve bürokratın da işine geliyor. Köşe kapmaca her yerde oynanıyor. Bakanlık, kültürel destekleri; açık-kapalı sansüre tabi ve itaat eden insanlara aktarıyor, kişiye has televizyon dizileri üretiliyor -ki bu tür, kültür popülerleştiriliyor-. Desteklerin bu tip devlet örgütlenmesiyle bağının açık olduğu biliyoruz.

Popülerleştirilen bu kültür, vatanseverlikle özdeşleştiriliyor. Sanatçıya yeni bir rol biçiliyor. Kişiler sömürünün kültürel çıkarlarını genişletmeye dayalı rollerini üstlenen ve her türlü fedakârlığa hazır sadık kişilerden seçiliyor. Yeni Osmancılığın yıllar sonra yeniden canlandırılması yönündeki baskıcı tutum ise faşist rüyalarına hizmet ediyor. Faşizmin ideali olan ‘asker vatandaş’lara dayalı bir şekilde siyasetin militarizasyonu sağlanıyor.

Bu kumpasa karşı geliştirilmeye çalışılan mücadele hareketlerinin toplumsal destek bulması engellenmeye çalışılıyor. Çocuklarımızı bu gerici, faşist eğitimden korumanın yollarını bulmamız gerekiyor. Eğitim müfredatı zaten yeterli değildi, şimdi saçma sapan bir hal aldı. Eylül’deki ışıltı tüm çocuklarımızda var. Onlardaki ışıltıyı karartmayalım. İlerici kurumlar alternatif kültür ve bilim atölyeleriyle katkı sunuyor. Bunu genişletelim.

O gece, Eylül kalkıp gittiğinde elli üç yaşındaki arkadaşı mutluydu, bakışındaki tebessüm görülmeye değerdi. Son satırlarımı yazarken bu sefer subliminalim iyiye çalıştı; Turgut Uyar’ın ‘Acıyor’ adlı şiirinin ezberimde olan son mısralarını anımsadım, Eylül toparlandı gitti işte / Ekim filan da gider bu gidişle / Tarihe gömülen koca koca atlar / Tarihe gömülür o kadar.