Sabahat Tuncel bir komiserin suratına bir tokat atmış.

Sabahat Tuncel bir komiserin suratına bir tokat atmış. Bir milletvekili Bengi Yıldız elinde taşla görüntülenmiş. Memleketimin beyaz gazetecileri televizyoncuları “ama, ama” diyorlar, “siz de şiddet kullanmış oldunuz.” Bundan öncesi zaten yoktur. Bundan önce fotoğraf makineler ve kameralar “nedense” orada değildir. Ya da basın emekçilerine haksızlık etmeyelim oradadırlar, ama gönderdikleri fotoğraf ve görüntüler bir türlü giremez görüş sahamıza. Nedense bayramını kutlamak için meydanlara çıkmış bir halka gaz, tazyikli su,  copla müdahale ederken, durumu sakinleştirip bayram gibi bir bayram kutlama çabasındaki milletvekilleri polise arkalarını dönüp kalabalığa dert anlatmaya çalışırken arkalarından sıkılan suyun görüntüleri de yoktur. Ya da vardır ama ulaşmaz, ulaşamaz.

Adalet Duygusu

Ah ama bu bir nevi gelenektir. Tek bir kişi soruşturulmaz ve yargılanmaz ya da görevden el çektirilmez orada yaptıkları için. Sanki tüm olanlar için, tüm yapıp edilenler hak edilmiş gibi davranılır. Oranın halkının belediye başkanlarının ellerini kelepçelenmezler yalnız. Bir de milletvekilleri yumruklanır, üzerine gaz ve su sıkılır, coplanırlar, meclis önlerinden gözaltına alınırlar, hapis yatarlar. Bu milletvekillerine gaz bombaları atılabilir, geçen yıl mesela Silopide bacağı kırılabilir Sevahir Bayındır’ın, Hasip Kaplan hastaneye kaldırılabilir. Sevahir Bayırdır’ın bacağını kıranlar Hasip Kaplan’ı hastanelik edenler hakkında bir soruşturma bir işlem? Yok! Böyle oldu diye bir kıyamet kopması? O da yok! Silopi Cumhuriyet Savcılığı ilgili komiserin suç duyurusuyla Sabahat Tuncel hakkında, "halkı suç işlemeye teşvik etmek", "terör örgütü propagandası", "güvenlik güçlerine mukavemet ve hakaret", "gösteri ve yürüyüş kanununa muhalefet"le suçlamaları ile soruşturma başlatır. Yalnız bu iki olayı karşılaştırmak bile adalet duygumuzu yeterince zedeler. Yalnız bunlara bakmak bile “niye isyan ediyorsunuz?” sorusuna, bir yanıttır. 

Niye isyan ediyorsunuz?

Diyarbakır cezaevinde b.k çukurlarına mı sokuldunuz, b.k mu yedirildiniz, insanlıktan mı çıkarılmaya çalışıldınız, askılara mı alındınız, sıra dayaklarından mı geçirildiniz? Elleriniz arkadan bağlanıp diz mi çöktürüldünüz, tecavüze mi uğradınız, Elektrik mi verildiniz, Adınız diliniz yok mu sayıldı. İnsanlık onuruna inanmak için canınızı mı verdiniz Mazlum Doğan misali bir yeni günün sabahında. Ve belki o kadar karanlıktı ki Diyarbakır zindanı ve öyle derindi ve ağırdı ki karanlık, insan kalabilmenin yolu hafiflemekti, bir ışığa mı dönüşmekti bir başka newroz sabahı, Ferhat mı, Necmi mi, Eşref mi, Mahmut mu adınız? 1992’nin 21 Mart sabahında o ışık mıydı aydınlatan yüzünü insanların. O insanlar ki otomatik silahlarla taranarak can verdiler. Sonra dün “kart kurt kürt” diyenler, Kürt diye bir şey yok diyenler, “bir Türk bayramı olan nevruz”u keşfettiler yine dün. “Sosyalizm lazımsa onu da biz getiririz zihniyeti, “nevruz kutlanacaksa onu da biz kutlarız” diye dirildi yeniden. Öyle pişkin. Ateşlerin üzerinden atladı devletlüler.

Katilin Gözyaşları

Şimdilerde açılım konuşuyoruz, toplu mezarlar açıladururken “orada.”Eski “devlet görevlisi” yeni “katil” Ayhan Çarkın bile çark etti. “Güneydoğu’da ilk gönderilen 320 kişilik Özel Harekat grubundaydım. Korkunç şeyler yaşandı o bölgede. Hepimiz kana bulaşmıştık. Bir köye gittiğimizde baktık adamın biri gelmiş, çoluğunun çocuğunun içinde bir adamı çırılçıplak soyuyor, toplamış dayak atıyor” diyor. Yetinmeyip ekliyor; “Bu millete b.. yedirdiler. Kürtlerden özür dilenmeli. Hakikatleri araştırma komisyonu açılsın gider her şeyi anlatırım. Benimle birlikte olanları bu ülkeye ihanet edenleri söyleyeceğime yemin ediyorum.” Durmadan konuşuyor. “Mardin’in Pınarcık Köyü’nde bir katliam yaşandı. Katliamı provokasyon amaçlı, JİTEM’in oluşturduğu gruplar yaptı. Çoğu çocuk 30 insan (ağlıyor). O insanları örgüt öldürmedi. Başbağlar katliamı, Bilan kazası olayı, Jave köyleri, hepsini aynı ekip yaptı. Başbağlar, Ergenekon zihniyeti ürünüdür.” Namlı katil gözyaşlarına boğuluyor.

Tarih ve Utanma

Açılıma, toplu mezarlara, işkencelerin belgesellerine, tanıklıklarına, katillerin bile itiraflarına rağmen. Değişmeyen bir şey var. Ben “Kürt olduğum için ezildim, eziliyorum” diyen bir yazara, travmatik Türkçe öğrenme anısını anlatan bir yazara hala, “hayır sen ezilmiyorsun” deyip uzun uzun neden ezilmediğini anlatıyor bir Türk ve beyaz gazeteci utanmadan. Aynı utanmazlıkla “efendim siz de şiddet uygulamış olmuyor musunuz?” diye soruyorlar Bengi Yıldız’a. İktidar seçim yatırımı demeçler geveliyor. “seçmen cezasını verecek” miş. Hiçbir hukuksuzluğu ve ayrımcılığın hesabını sormayanlar o tokadın “densizliğin” hesabının sorulmasını istiyorlarmış. Asıl densizlik işkence, ölüm ve imha cenderesinden geçmiş ve hala barış isteyen bir halkın ve o halkın temsilcileri karşısında o halka hala zulmetmeye kalkan bu cürettir. Diyarbakır Cezaevinden insan olarak çıkabilmiş ve hala barış diye direten Ahmet Türk karşısında mahcup olmadan insanlığından ve küçüklüğünden utanmadan siyasi hesaplarını sürdürebilmektir. Masaya oturmadan en azından özür dilemeniz beklenir iktidar sahibi olarak. Dünya tarihine Diyarbakır Cezaevini de geçirmiş bir devletin üniforması sırtınızda ya da adınızın önünde emniyet amiri/komiser sıfatları ile gidiyorsanız hele oraya açılım tantanaları eşliğinde, kat be kat mahcubiyet duymanız gerekir. Ama yok “devlet politikasını” uyguluyorsanız, ağzınızın ortasına tarihin tokadını yersiniz bir Kürt kadının eliyle. Ve bir şey daha söyleyeyim o yediğiniz tokat, tokat bile sayılmaz bugüne dek yaptıklarınız yanında.