OĞUZ OYAN Ekonomide olduğu gibi tarım politikalarında da ne yapacağını bilemez bir iktidar yapısı oluştu. Tarım ve Orman Bakanı 25 Nisan’da kamuoyuna bir “Tarımda Milli Birlik Projesi” (kısaca Proje) açıklayacağını ilan etmişti. Cumhurbaşkanı için de 17 slaytlık bir sunum hazırlanmıştı. Bu sunum yapılmadan basına sızdı veya sızdırıldı; 17 Nisan tarihli Dünya’da tarım yazarı sevgili Ali […]

Tarımda “gayrimilli” birlik projesi

OĞUZ OYAN

Ekonomide olduğu gibi tarım politikalarında da ne yapacağını bilemez bir iktidar yapısı oluştu. Tarım ve Orman Bakanı 25 Nisan’da kamuoyuna bir “Tarımda Milli Birlik Projesi” (kısaca Proje) açıklayacağını ilan etmişti. Cumhurbaşkanı için de 17 slaytlık bir sunum hazırlanmıştı. Bu sunum yapılmadan basına sızdı veya sızdırıldı; 17 Nisan tarihli Dünya’da tarım yazarı sevgili Ali Ekber Yıldırım ayrıntılarıyla haberleştirdi. İzleyen günlerde bazı yazılı veya görsel medyada da yer aldı.

Genelde “gayriciddi”, “gayrimilli” veya “ultra-liberal” bulunan, sıklıkla “zihni sinir” projesi olarak adlandırılan bu proje kısa sürede çok tartışıldı. Değerlendirmeler genelde eleştireldi, çoğunlukla da sert veya alaycı… Öyle anlaşılıyor ki, bu eleştiriler gerek doğrudan gerekse CİMER üzerinden Cumhurbaşkanı’na ulaştırıldı ve proje sunumu ertelendi. 21 Nisan 2019 tarihli Dünya’daki açıklama şöyleydi: “Tarım sektörü temsilcilerinin verdiği bilgilere göre, Proje hazırlanırken Tarım ve Orman Bakanlığı bürokratlarının, Ziraat Odalarının, TBMM Tarım Komisyonu Başkan ve üyelerinin, tarımla ilgili sivil toplum örgütlerinin, birlik ve kooperatiflerin hiçbirinin görüşü alınmadı. Cumhurbaşkanlığı Sağlık ve Gıda Politikaları Kurulu’nun da bu çalışmadan haberdar olmadığı öğrenildi. Proje’nin sadece bir kaç firmanın çıkarlarına hizmet edeceğini iddia eden sektör temsilcileri, tarımda yapısal reform için üreticinin, çiftçinin, sektörün tüm kesimlerinin görüş ve önerileri doğrultusunda bir çalışma yapılmasını istiyor”.

Projenin hazırlanması bile olaydır

20 Nisan Cumartesi günü Başkent Üniversitesi öğrencilerinin düzenlediği sempozyumda tarım politikalarını değerlendirirken, sıcak bir gelişme olarak bu Projeye de yer vermiştim. Sözlerimi bitirirken de, “bu Projenin uygulamaya sokulamaması da, Tarım Bakanının sonunu getirmesi de çok mümkündür” saptamasını yapmıştım. Bu öngörümün yarısı şimdilik gerçekleşti. Babası Ekrem Pakdemirli’nin ultra-liberal ve fantezist çizgisini izlediği ve içinden geldiği agro-sanayi firmalarının çıkarlarına daha fazla odaklandığı anlaşılan oğul Pakdemirli’nin akıbeti doğrusu bizi çok da ilgilendirmiyor.

Bizi ilgilendiren iki konu var: Birincisi, böyle bir projenin hazırlanmasına cüret edilebilmiş olması, AKP iktidarının zihin haritasının nasıl şekillendiği bakımından çok öğreticidir. İkincisi, Cumhurbaşkanlığı Yönetim Sistemindeki (CYS) bakanların, birer atama memurdan başka birşey olmadıkları fikrini henüz sindirememiş ve “Cumhurbaşkanı Sağlık ve Gıda Politikaları Kurulu” gibi kurulların bakanlıklarını aşan yetkiler kullanabileceğini öğrenememiş olmalarıdır. (Nitekim, Projenin 25 Nisan’dan önce basına sızdırılmasının arkasında, devre dışı bırakılan bu Kurul veya bakanlık bürokrasisinin rol oynamış olması kuvvetle muhtemeldir). Buna bağlı olarak, CYS denilen akıl-dışı yönetim sisteminin, Türkiye gibi yüzyılı aşkın parlamenter rejim deneyimi olan, kurumsallaşmış bakanlık yapılarına ve kamu yönetimi belleğine sahip olan bir toplumsal-ekonomik formasyonda sürdürülülebilir özellikler taşımadığı bir kez daha doğrulanmaktadır.

Semerat Holding: Tarımın Varlık Fonu mu?

Proje, “Yalın Sistem” denilen bir yapıda, tarım politikalarını sadeleştirerek birleştirmek ve tek çatı altında toplamak fikri üzerinde geliştirilmek isteniyor. Bu bağlamda, Tarım ve Orman Bakanlığı merkez ve taşra teşkilatını değiştirmek; artakalan “tarımsal KİT’leri” kurulacak holdingin iştiraki yapmak; Tarım Kredi Kooperatiflerinin organizasyon yapısını değiştirmek öngörülüyor.

Sistemin merkezinde “Semerat Holding” adı verilen bir şirket kuruluyor. Bu holdingin sermayesine yüzde 50 payla büyük özel sektör firmaları (ismen sayılanlar: Ülker, Eti, Sütaş, Namet, Pınar, Unilever, TK Holding, Kastamonu Entegre, Migros, Borsalar, vb.); yüzde 35 payla “Milli Birlik Kooperatifi” ve yüzde 15 payla tarımsal KİT’ler (TMO, AOÇ, T. Şeker, Çaykur sayılıyor) iştirak ediyor.

Görüldüğü üzere, kurulacak Holding’te Migros, Unilever gibi yüzde 100 yabancı şirketlerin varlığı dikkati çekiyor. Diğer şirketlerin bazılarında da yabancı sermaye ortaklığı bulunuyor. Kaldı ki, dolar bazında hisselerin ucuzladığı bir kriz ortamında diğer şirketlerin ne kadar yerli kalabileceği de bilinmiyor. AKP mahreçli bir “milli” projeden söz edildiğinde, ihtiyatlı olmak artık farz olmuş gözüküyor; buradaki “milli” sıfatı sanki tam tersini perdelemek için kullanılıyor.

Öte yandan, tarımsal KİT’leri özelleştirip sermayeye peşkeş çektikten sonra artakalan işlevsiz kalıntılarını böyle bir Holding’e dekor malzemesi yapmak dramatik gözüküyor. TMO işlevsizleştirilmiştir; Atatürk Orman Çiftliği, süt ürünlerinde sembolik pazar payı yanında, Saray ailesine arsa ve organik tarım ürünleri üretim mekanı olarak hizmetle yükümlüdür; Şeker Fabrikalarının çoğu özelleştirilmiştir; Çaykur, Türkiye Varlık Fonu’nun envanterine dahil edilmiş ve gerçek potansiyelinden uzaklaştırılmıştır. (Varlık Fonu yanında tarımın varlık fonu gibi duran Semerat Holding içinde de yer alması düşünülen Çaykur’dan iki post birden çıkarılabilecek midir?).

Milli Birlik Kooperatifi: Kooperatiften başka Her Şey

“Milli Birlik Kooperatifi” denilen yapı ayrı bir muammadır. Bu yapının, Tarım Bakanlığı merkez ve taşra teşkilatı ile Tarım Kredi Kooperatifleri (TKK)’nin birleştirilmesinden oluşturulması, bunlara Orman Kooperatiflerinin (OR-KOOP) dahil edilmesi öngörülmektedir. Bakanlığın bürokratik yapısı ile devlet güdümündeki TKK’nin birleşmesinden nasıl bir kooperatif yapısı doğabilir? Daha anlaşılmaz olan, “2023’e kadar çiftçilerin yüzde 100’ünün kooperatif üyeliğinin” (kooperatifçilikte onlara “ortak” denir) sağlanacak olmasıdır!! Sovyetler Birliği’nde Kolhozların bile bunu sağlayamadığı düşünülürse Projeyi hazırlayan heyetin hayal gücünün sınır tanımazlığı daha iyi anlaşılır. Üstelik, kooperatifçiliğin gönüllülük esasına ne olacağı belli değildir. (Olay tıpkı gönüllü gönünümlü zorunlu BES hayaline benzemektedir).

Bu arada kooperatif sisteminin temel taşlarından olan Tarım Satış Kooperatifleri Birlikleri (TSKB) ile Köy Kalkınma Kooperatiflerinin adı bile geçmemektedir. Bunun bir nedeni belki de bulardan yükselebilecek itirazları kesmekti; bilhassa bu yapıların tasfiyesi planlanıyorduysa. Ama itirazları sanki engellenebilmiş gibi gözükmüyor. Her durumda, TSKB’lerin tasfiyesi/işlevsizleştirilmesi bir IMF/DB projesiydi ve bu konuda da epey yol alınmıştı.

CYS içindeki kafa karışıklığı ve ayrı tellerden çalma dağınıklığına bir örnek de, henüz 10 Nisan’da Damat Albayrak’ın büyük vaveyla ile açıkladığı “Yapısal Dönüşüm Adımları 2019”’un önemli başlıklarından birini oluşturan (ve bir diğer “zihni sinir projesi” olan) 20 bin dönümlük devlet şirketi SERA AŞ’nin de Bakan Pakdemirli Projesi’nde yer almamasıdır. Eski sistemdeki bakanlık-başbakanlık kurumsal bütünlüğü bozulurken ve bunların ayıklama/denetim süzgeçleri çalışmazken, daha bir süre her kafadan ayrı ses çıkması ve birbirini çelmeleme ciddiyetsizlikleri revaçta olacak demektir.

“Yalın Sistemin” Çalışma Biçimi

“Yalın sistem” denilen “sistemsizlik” bir piramid biçiminde tasarlanmıştır. En altta (her zamanki gibi!) çiftçiler var. Bunun üstünde Milli Birlik Kooperatifi var ve çiftçilerin tamamı bunun “ortağı” oluyor. Onun da üstünde, global bir oyuncu olarak tanımlanan Semerat Holding gelmekte. En tepedeki uçta ise, “dünya markası” bulunmakta. Burada dünya markası olabilecek işlenmemiş/işlenmiş tarım ürünleri kadar “Yalın Sistem”in kendisinin de kastedildiği anlaşılmaktadır. Çünkü, pek yaratıcı bakanlığımız bunun patentini satılabilir bir meta haline getirme düşleri kurmakta. “Yalın Sistem, İslam ülkeleri başta olmak üzere dünyaya ihraç edilebilecek bir proje” olarak kodlanıyor. “Tarımda Milli Birlik Sistemi” nam-ı diğer “Yalın Sistem”, tıpkı Semerat Holding gibi, “uluslararası bir oyuncu” olarak tarif ediliyor.

Bu kadarla kalsa iyi; Yalın Sisteme bir de “arz açığı olan kategorilerde yurtdışından Yalın Sistem’e ürün temin edilmesi” (yani ithalat) görevi veriliyor. Burada işler biraz karışıyor tabii; ihraç edilmesi beklenen “sistemin” aslında bir ithalat organizatörü de olacağı anlaşılıyor. Peki ama, zaten tarım ürünleri ithalatçısı olan İslam ülkeleri, bunun için bir de “model” mi satın alacaklar?!

Aslında sistemin iki ana birimine verilen görevler çok kapsayıcı: Milli Birlik Kooperatifi, mikro planlama; kaynak (toprak, su) planlama; girdi temini; finansman yanında, birincil üretim; birincil işleme ve aracılar; pazarla irtibat; ithalat-ihracat rejimi; teşvik ve desteklemeler konularında görevli oluyor. Semerat Holding ise, emtia ticareti, sanayi ve perakende; makro planlama (tüketim, lojistik ve pazar planlaması); ileri işleme, perakende ve Dünya markası oluşturma alanlarını üstleniyor.

Başka deyişle, Proje, Tarım ve Orman Bakanlığı’nın ve eski destekleme kurumlarının işlevlerini önemli ölçüde devralıyor. Esasen 2030 yılında, artık Genel Bütçe’den pay almayan bir bakanlık tasarlanıyor. Yani tarım politikalarında tüm iktidar özel sektöre geçiyor. Özel sektör buna ne kadar hazır, bu kadarını talep ediyor muydu, ayrı konu. Sermaye, bu işten ne çıkarı olacağı üzerinden hesap yapar ve bu sistemi reddetmenin, onun dışında kalmanın getirisinden çok götürüsü olabileceğini değerlendirerek işe koyulur.

Bu arada şunları sormak kooperatifçilerin hakkıdır elbette: TSKB’nin ileri işleme (ileri sınai) tesislerinin ekonomik zorlamalarla tasfiyesini sağlayan DB patentli, AKP destekli tasfiye projesinden sonra, şimdi Semerat Holding üzerinden özel sektör eliyle ama devlet güdümlü kooperatifçiliği de devreye sokarak benzer ileri işleme proseslerinin önünü açmanın mantığı nerededir? TSKB’leri ürün alamaz duruma getirdikten sonra bu sözde milli birlik kooperatifçiliği ne anlama geliyor?

Sonuç: Devletin tarım politikalarından çekilmesi

Tarımda Milli Birlik Projesi’nin gerekçeleri sayılırken, -Ürün değer zincirinde %50’ye varan israf (?); -Küçük ölçek sorununun maliyetleri yükseltmesi; -Plansızlık ve yetersiz veriyle üretim konuları öne çıkarılmaktadır. Tarımın sermayeye daha fazla açılması için “büyük işletme/büyük üretim” modelinin teşviki yanında, sözleşmeli tarımın desteklenmesi üzerinden “küçük işletmeler/ büyük çıktı” modeliyle de tarımın gıda tekellerinin emrine sunulması amaçlanmaktadır.

Ancak “model” arızalıdır: Merkezi bir tarımsal üretim-dağıtım-pazarlama planlaması için çok yetersiz; piyasa merkezli bir ekonomi/tarım yapısında fazlasıyla müdahaleci ve hantaldır. Bu yapı, ne deve ne kuştur.

Bu yapı, büyük yerli/yabancı gıda şirketlerinin önüne yepyeni değerlenme fırsatları açarken, Türkiye tarımını sahipsiz bırakır. Dünyanın hiçbir gelişmiş kapitalist ülkesinde Tarım Bakanlığının lağvedilmesine götüren bir proje kamuoyu gündemine getirilemez, buna cüret edilemez.

Ulusal ve ulus ötesi şirketlere, “biz yapamıyoruz, gelin siz yapın; bütün teşkilat bütün çiftçi emrinizde” denilmektedir. Dolayısıyla projenin özeti, bağımlı tarımdan sömürge tarımına geçiş hazırlığıdır. Toplumun buna izin vermesi beklenemez. Nitekim tepkiler şimdilik bunun önünü kesmiştir. Ama bu projenin teşhir edilmesi, bir zihniyetin teşhiri bakımından şart olduğu için bu yazı kaleme alınmıştır.

1 Mayıs’ı kutlarken, emperyalizme göbeğinden bağlı bir sermaye iktidarına karşı mücadele edildiğinin gözden uzak tutulmaması için de bu teşhir şarttır.