Ekonomist Sönmez “Temelde aşılamayan bir güven sorunu var. Bu güven sorunu gıda için girilen kuyruklara da yansıyor. Yani insanlar “iktidar problem çözemiyor, bu yüzden ne kurtarsak kârdır” anlayışıyla hareket ediyor” diyor.

“Tarımda ve enerjide yeniden planlama şart”

Y. Emre Ceren

Rusya’nın Ukrayna’ya ilan ettiği savaşla birlikte Türkiye’nin bundan nasıl etkileneceği tartışılmaya başlandı. Özellikle gün aşırı gelen benzin zamları ve geçen hafta yaşanan ayçiçeği yağı kuyrukları Türkiye’nin dışa bağımlılığını gözler önüne serdi. Hem dışa bağımlılığı hem de savaşın olası etkilerini Ekonomist Mustafa Sönmez ile konuştuk.

Rusya’nın Ukrayna’ya ilan ettiği savaşın Türkiye ekonomisine ne tür etkileri oldu ve olacak?
Türkiye ekonomisi savaş öncesinde de çok kırılgan durumdaydı. Enflasyon yıllık yüzde 55’lere ulaşmıştı. Bu savaşla daha da tırmanması muhtemel. Dünyadaki enerji fiyatları fazlasıyla yükseldi, bu da içeride akaryakıt fiyatlarına anında yansıyor. Akaryakıt fiyatlarına gün aşırı zam geliyor. Buna bağlı olarak da taşımacılık, ulaşım gibi şeylere dayalı sektörlerde fiyat artışı yaşanıyor. Mart ayında yüzde 60’ın üzerinde bir yıllık enflasyon görmemiz olası. Bunun dışında turizmde de Türkiye’nin Rusya ve Ukrayna’dan 8-9 milyon civarı bir turist beklentisi vardı. Buna erişilemeyeceğinin anlaşılması döviz kuru üzerinde de etki yarattı. İlk etapta enflasyon, döviz kurunda artış gibi olumsuz etkiler görüldü. Savaşın uzaması halinde bunlara ek olarak işsizliğe de etkileri olur.

Rusya’ya uygulanan ekonomik yaptırımların Rusya’ya ne etkisi olur ve Türkiye bunlardan nasıl etkilenir?
Rublede çok ciddi manada değer kaybı yaşandı. Bu değer kaybı beraberinde enflasyonu da getirecektir. Rusya’nın 750 milyar dolara yakın bir dış ticaret hacmi vardı, ciddi bir kısmıysa Batı’ylaydı. Bu yaptırımlar, ambargolar Rusya’nın en önemli ihraç kalemi olan enerji satışında büyük düşüşlere yol açacak. Bir süre sonra Çin ve benzeri Asya ülkeleri devreye girerse bunun telafisi sağlanabilir ama kısa vadede önemli bir üretim kaybı, büyümenin eksiye dönmesi, gelir kaybı, yüksek enflasyon gibi etkileri olur.

Türkiye yaptırımlara katılmıyor, bundan dolayı enerji alımında azalma yok. Ancak dünyada enerji fiyatları yükseldiği için, Türkiye Rusya’dan aldığı enerjiden olumsuz etkileniyor. Türkiye’nin Rusya’daki inşaat vb. yatırımları duracak. Türkiye’nin buğday, ayçiçeği, ham yağ gibi ithalatları var, Rusya’da bunun üretimi aksadığı için Türkiye buradan da olumsuz etkilenecek. Bunun yanı sıra turist akışı yavaşlayacak. İnsanların paraları değer kaybına uğradığından tatil yapamaz hale gelecek ve bu da Türkiye’yi olumsuz etkileyecek.

Enerji krizine ve bağımlılığına dair yorumlarınız nelerdir?
Enerji tasarrufunu düşünmeden yüksek ölçüde elektrik tüketen sanayiler kurmak, konutlarda tüketime odaklanmak, ithalata bağımlı bir enerjiyle büyümeyi göze almak… Bunların hepsi stratejik yanlışlıklar. Enerjiyi ithalatla temin etmek, güneş-rüzgâr gibi yenilenebilir kaynaklardan ziyade doğalgaza bel bağlamak ve bununla enerji üretmeyi göze almak birikerek ülkeyi enerjide bağımlı bir hale getirdi. Türkiye’nin önüne geçen yılın fiyatlarıyla 50 milyar dolarlık bir enerji ithalatı faturası geldi. Tabii bu kadar ham petrole, doğalgaza, ithal kömüre dayanan enerji yapısı, dünyada bu ürünlerin her yükselişinde Türkiye’ye ağır faturalar yüklüyor. Bu da kademe kademe tüketicinin bütçesine yansıyor. Burada artık yapılacak şey kısa vadeli değil, uzun vadeli bir çözüm. Türkiye artık ihtiyacı kadar talep etmeli, enerji harcayan sektörlerin hepsini gözden geçirmeli, enerji tüketimini mümkün olduğunca azaltmalı, azalttığındaysa enerjiyi kendi yerli kaynaklarıyla temin etmenin yolunu aramalı, ithalata bağımlığını en aza indirmeli. Bunlarsa uzun vadeli planlar istiyor, kısa vadeli olaraksa hele ki bu iktidarla yapılabilecek bir şey yok.

Petrol krizi nasıl başladı ve nasıl gidiyor?
Akaryakıt fiyatları ham petrolün fiyatının artmasıyla yükseliyor. Ham petrol işleyen TÜPRAŞ, benzine, motorine fiyat biçerken öncelikle Cenova’daki Akdeniz rafineri fiyatlarına bakıyor. TÜPRAŞ buradan gümrüksüz ithal ürün fiyatını alıyor, buna gümrük fiyatları ekleniyor, ardından devlet litre başına 2,2 lira maktu vergi alıyor, sonrasında EPDK 7 kuruşluk bir pay alıyor. Tüm bunlardan sonra elde edilen fiyattan devlet yüzde 18 KDV alıyor. Bunuysa dağıtım ve bayi kârlarının eklenmesi izliyor. Devletin buradaki vergi payı yerine göre yüzde 25 ile 30 arasında değişiyor.

Akaryakıtın son 1 yıldaki fiyat artışı yüzde 131, geneldeki TÜFE artışı ise yüzde 54. Yani geneldeki TÜFE oranını 76 puan geçen bir artış yaşanmış. Tarım, nakliye, toplutaşımada motorin kullanılıyor, böyle giderse kullanılamaz hale gelinir. Mecburen sürdürmesi gerekenler ise ne üretiyorlarsa bu zamları kendi fiyatlarına yansıtır. 2021 yılında iktidar eşel mobil sistemiyle ÖTV almayarak bu zamların bir kısmını süngerlemişti. Ama sonrasında vergi kaybı oluyor diye ÖTV alımını sürdürdü. Şimdi ÖTV’den tekrar vazgeçebilir, akaryakıt fiyatlarını yumuşatabilir diye bir söylenti var. Bu defa da bütçenin açıkları büyür. İktidar bütçe açığı mı vereceğim, yoksa zamları mı göze alacağım ikilemine düşüyor. Şimdilik zamları göze alıyor, tersini yaparsa ciddi bütçe açıkları vermeyi göze alır.

Ayçiçek yağı, buğday gibi ürünlerin stoklarda kalmayacağı gibi haberler sık sık dolaşıma giriyor. Devlet derslerinde tarım devleti olarak tanımlanan bir ülke nasıl bu hale geldi?
Tarımda bu hale adım adım gelindi. Tarımı ihmal ettiler, Tarım Kanunu’nda milli gelirin en az yüzde 1’i kadar devlet destek verir yazıyor bunu uygulamadılar. Tarıma hem girdi yönünden hem de diğer şekillerde destek vermeleri gerekiyordu, bunu yapmadılar. Çiftçiler de yavaş yavaş kendini dışlanmış hissetmeye başladı, tarıma küstü. Ortalama çiftçi yaşı 55. Gençler tarımı bilmiyorlar; kırları, tarımı, toprağı terk ettiler. Böylelikle gıda arzı ortaya çıktı, yani yeterince gıda üretememek ortaya çıktı. Mesela ülke buğdayın yüzde 90’ını üretiyor yüzde 10’unu ithal ediyor. Hububat, ayçiçeği vb. diğer tarım ürünlerinde de böyle eksiklikler var. Bu yüzden Türkiye geçen yıl 24 milyar dolar tarım ithalatı yapmak zorunda kalan bir ülke durumuna geldi. Eksilikleri ithalatla karşılaşırız diye düşündüler, döviz kuru artınca da bunu yükselen kurla sürdürme çarpıklığına düştüler. Türkiye’de tarıma bir küskünlük var, çiftçiler hâlâ girdilerin fiyat artışının altında ürün satmak zorunda kalıyor, her geçen gün yoksullaşıyor. Bir noktadan sonra havlu atıyor, tarımı terk ediyor. Bunu ortadan kaldırmanın yolu tarımı yeniden planlamak, teşvik etmek, desteklemek, iş güvenliği gibi gıda güvenliğini sağlamak. Dolayısıyla Türkiye’nin yeni baştan bir tarım politikasıyla, gıda stratejisiyle temel beslenme konusunu ön planda tutup yol haritası belirlemesi lazım.

Yeni bir döviz krizinin başlangıcından söz edilebilir mi?
Döviz kurlarındaki yükselişi 20 Aralık’taki kur korumalı mevduat denilen kumpas hareketiyle, banka faizinin yanı sıra hazine katkısı sağlayacaklarını söyleyerek bastırmışlardı. Fakat dünyada olan bitenler kurun üzerindeki basıncı artırarak yükselmesine yol açtı. Bunu frenlemek için zaman zaman emanet alınmış Merkez Bankası dövizleri kamu bankaları üzerinden piyasaya sürüyorlar. Ama özellikle bu kur korumalı mevduatta 3 ayı dolan insanlar mevduatlarını sürdürmedikleri takdirde dövize tekrar bir yöneliş olabilir. Bunu önleyebilmek her zaman mümkün değil, bunun Hazine'ye yükü ortaya çıktığında tekrarı da kolay olmayabilir.

Temelde aşılamayan bir güven sorunu var. Bu güven sorunu gıda için girilen kuyruklara da yansıyor. Yani insanlar “iktidar problem çözemiyor, bu yüzden ne kurtarsak kârdır” anlayışıyla hareket ediyor. Toplum bir miktar da paniğe kapılmış halde. AKP bir güven krizi yarattı. Hem tüketici hem de üretici iktidara güvenmiyor. Güven söz konusu olmayınca da dikiş tutturmak mümkün olamıyor. Bu da döviz üzerinde artışa yönelik bir basıncın birikmesine yol açıyor. Nasıl yönetecekler bilinmiyor, ipin ucunu kaçırdıklarında tekrar sert döviz artışları yaşanabilir.